Aralık 29, 2011

Şimdi belki de ben sana teşekkür etmeliyim aslında karnımda uçan bu sebepli sebepsiz kelebekler için...
Ama o kadar "sonra" ki her şey, henüz neresinden tutacağımı tabii ki bilmiyorum.
Yılları suçlamamak lazım yaşananlar yüzünden, her şey bizlerin hatası -ki her şey derken?- Bu yüzden yeni yılda iyi ki dedirtmeye devam edecek insanlarla çevirmem lazım etrafımı.
Ve sen, sanırım bu yılın son, yeni yılın ilk iyi ki'si olacakken
yine de ısrarla ki'm demiyorum dikkat ettiysen.

henüz.

Aralık 26, 2011

"İntikam yemek falan değildir, oburluğun alemi yok."

Aralık 19, 2011

ve o yazdıkça ben aşık oluyor, kelimelerini içiyordum adeta. hiç susmasın istiyordum, oluşturduğumuz bu bağ hiç kopmasın, bu ebelemece oyunu sonsuza dek sürsün... başımız dönerken, her şey birbirine karışırken, aşk henüz hala varken...

Aralık 18, 2011

sıkıştırılmış yazılar. birkaç cümleyle anlatılabilecekler. ani ölümler. kalanlar ve gidenler ve gelenler. söylemesem olmazdı'larım. hem yakın hem uzağım ol'cularım.
içimden atamadığımı sandıkça attıklarım.
kelimeler.
yine harflerle örülmüş, daha çardak gibi, terasta yağmuru koklamak. yeni bir yer. yine bir nefes.


buradan bakıyoruz;
http://www.twitter.com/kemalbuyukada

Aralık 12, 2011

Yaşadığınız şeye sahip çıkmıyorsanız, sakın yanlış anlaşılmasın sahip çıkmaktan kastım gülümsemek, nefretle anmak ya da mesela.
Onca şeyin üstüne bir şeylerin geçip gitmesine izin veriyorsanız, "bak, ben bu hayatta böyle bir şey yaşamıştım" diye göstermiyorsanız yaranızın izini kimselere, onu kazımaya, onu yok etmeye çalışıyorsanız.
Ya da görmezden geliyorsanız. Görmezden gelmeye çalışıp başaramıyorsanız...
Ne kadar eksik olduğunuzun, nasıl büyük bir yanlış yaptığınızın farkında mısınız?
Hayatta her şey alnından öpüp yolun açık olsun demeyi hak edecek kadar değerlidir.

Mesela.

Aralık 11, 2011

İçimiz sızladığınca insanız ancak, gerisi ne seni ilgilendirir ne de beni.

Aralık 09, 2011

Biri var.
Köşeyi döndüğüm her sokakta karşıma çıksın istiyorum. Göz göze gelme ihtimalimizi düşünüyorum uzun uzun. Parmak uçlarımı ensesinde gezdirdiğimde ne hissedeceğini. Su doldururken dönüp "sen de ister misin" dese, suratı neye benzerdi acaba..? Böylesine yalın. Sade.
Neyse biri var.
Uzun zamandır kelimelerini içiyorum. Sesini örtüp uyuyorum üzerime geceleri. Ayağım ilk tökezlediğinde kolumdan tutmuştu beni. Buradayım, gibi bir şeyler söylemişti ama çok başım dönüyordu, yapamamıştım. Ne dediğini duymuş da anlayamamıştım.
Şimdi o biri, var.

Hiç duymadığım kelimeleri söylesin istiyorum, kimsenin bakmadığı gibi baksın bana, kimsenin gülümsemediği gibi gülümsesin. Telaşsız, riyasız, yalansız.

Acele etmediğimiz zaman hayatlarımız daha güzel sanki. Her şeyi ağırdan aldığımız zaman, sağlam adımlar attığımız zaman. Bir şeyleri güvenle oluşturup sır gibi sakladığımız zaman. Kimse bilmesin, kimse görmesin, kimse demesin diye diye.
Belki de en güzeli gerçekten böyle.
Bu kısmı kimseye anlatmayacağım.


Bu arada hiç söyledim mi bilmiyorum ama Paris, seni ilk günden beri çok seviyorum. Canım.

Aralık 05, 2011
















bazen,
uzun süre boyunca sadece susmak istiyorum.

Aralık 02, 2011

Hayatımızdan ne kadar çok insan gelip geçiyor. Ne kadar gerekli bir o kadar da gereksiz.
Ama dönüp baktığında etrafına, senin için orada olanları gördüğünde ve senin de onlarla olacağını hep en derininde bildiğinde... Aileni çoğalttığında yani, işte o zaman çok değerli hissetmiyor musun sen de? -kendine bir tane yaratabilmeyi başarabildiysen tabii-
Hep yanlış kararlar versen ya da kendince doğru yoldan hiç sapmasan da, vazgeçmesen de... Kendi kendine konuşacak, bir şeyler paylaşacak köşene çekildiğinde bile, rahat vermiyorlar yine de. Anlaşmak için konuşmak dururken kirletmek için konuşuldukça, unutmaya çalışırken sinsice hatırlatıldıkça, sen devam ettiğin sürece hep yoluna kirli taşlar bırakıldıkça... Nasıl sona ulaşacağız bazılarıyla cidden kestiremiyorum.
İki kişinin arasında olup bitenlerden kalabalık nasıl bu denli sebeplenip kendine pay çıkartıp bir de ahlaksızca konuşuyor anlayamıyorum. Bazılarımız devam etmek için, kendine bir hayat yaratabilmek ve kendi olabilmek için neye ihtiyaç duyuyor bilmiyorum.
Kendisiyle yaşamaktan bu denli bıkanlara, bu denli yanlışa batıp bu denli kimsesiz kalanlara ne demeli, nasıl yardım etmeli düşünmeden edemiyorum.
Herkes şanslı doğmuyor tamam ben de biliyorum ama sürekli başkaları üzerine basıp yükselmeye çalışanlar nereye varacaklarını sanıyor, nasıl hala nefes alıp veriyor anlamıyorum.
Sadece gülümsemesini görmek için milyonlarca şey yapabileceğimiz insanları bulmuşken ve onları kaybetmiyorken, geride bırakılması gerekenlerden zaten kurtulmuşken yani kısacası yorgan gitmiş kavga bitmişken, alan memnun satan memnunken sen sırf ağzın var diye konuşuyorsun da, konuştuğunda ne oluyor, seni kendinden başka kim ciddiye alıyor orasını bir türlü anlayamıyorum.

Biri bana bu kısır döngü içinde kalmanın, dönüp dolaşıp aynı yerden aynı silahla vurmaya çalışmanın, kraldan çok kralcı olmanın, en tepedeyken bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık yapıp kendi kendine düştüğünde etrafında dahi olmayanlara saldırmaya çalışmanın büyüsünü açıklayabilir mi acaba? Gerçekten çok değerli vaktimden ayırıp anlamaya çalıştım ama ben tek başıma başarılı olamadım. Belki de grup çalışması yapmalıydım.

Kasım 30, 2011

En garip tarafı bazen tüm bunlar nasıl oluyor anlamıyorum. Çamaşır makinesinde sürekli sürekli sürekli dönmek gibi. Bir yukarı çıkıp bir aşağı inmek gibi. Kimse dur'a basmıyor ki.
Sonra ellerimden, ayaklarımdan, saçlarımdan, bacaklarımdan, kollarımdan -daha sayardım ama sıkıcı olurdu- yere çekiyorlar beni. Gün içinde en alakasız yerde, en alakasız saatte durakalıyorum. İnsan durakalır mı yahu diye düşünüyorum sonraları. Öylece donup duruyorum. Moleküllerime ayrılıyorum, görüyor musunuz? Parçalarım saçılıyor etrafınıza, tutuyor musunuz? Ölüp ölüp diriliyorum umursuyor musunuz? Yahu siz cidden yaşıyor musunuz? Kendinizle yaşayabiliyor musunuz?

Sonra tabii klasik bir araya toplanma hikayeleri, "zaman her şeyin ilacı" cümlesini farklı dillerde binbir kez dinleme halleri, alkolle yıkanıp sigarayla kurulanma saatleri. Bir damla gözyaşı yok be. O olsa bu kadar zor olmazdı belki.

İnsanlar yeşil çayı icat etmiş halbuki. Demliyorsun, içiyorsun. Bir yıkıyor ki seni, bir yıkıyor ki içini... Bana mısın diyen hatıraya ve zifte ve nemruta ve kötüye ve pisliğe ve gereksize ve musibete ve leşe ve leşçilere öylesine iyi geliyor ki. Meleğe çeviriyor her şeyi.
Daha önce söyledim mi bilmiyorum ama, biliyor musun en çirkini benim güzellerin...

Kasım 28, 2011

"hayat zorlaşınca
çıkmaz sokaklarda soluksuz kalınca
azalınca manadan
seyyar sevdalarda parçalanınca

dil yetmeyince
göz görmeyince gönül hissetmeyince
kırılınca camdan kalp
dönüp yalnızlığa kilitlenince"

O zaman yeni şeyler söylemek lazım avaz avaz
O zaman şarkı söylemeli çığlık çığlığa

çünkü en önemlisi dönüp dolaşıp geldiğin yer şuysa şayet,

"dert bitmeyince
bildiğin çektiğine yetmeyince
düşmanın da kendini yakalayınca
bi daha kin gütmeyince"

O zaman gerçekten yüreğin yükünü hafifletmek lazım biraz biraz...

Kasım 27, 2011

Gurur:
1) Kendini beğenme, büyüklenme, benlik, kibir.
2) Övünme.
3) Kurum, çalım.

Gurununu ayakaltına almak:
Her türlü fedakarlığı göze alıp ödün vermek, ilkelerden vazgeçmek.



Senin vazgeçemediğin, benimse hapsedildiğim. Hangimizinki gol oldu sence?

Kasım 25, 2011

"Yeter! Bu kadar mı riyakar olur insanlar? Tamam herkesin benim tarafımda olmasını beklemiyorum ama bu kadar da haksızlığa uğrayacağımı tahmin etmiyordum."


Bana da kimse anlatmamıştı yolun başındayken. Herkesin bildiği, herkesin başından geçen, herkesin içinde bir yerinde sakladığı... Bu aldatılmışlık, bu kandırılmışlık, bu kullanılmışlık hissinin içime bu denli oturacağını. Her adım atmaya çalıştığımda karşıma çıkacağını, ayaklarıma dolanacağını, aynalarda gözlerimin içine içine bakacağını, geceleri uykularımı kaçırıp kafamı yastığa bastırıp nefesimi alacağını...
Sonra bir gün her şeyin kaldığı yerden devam edeceğini ya da. Omuzlarımdan dünyayı kaldırmışlar gibi rahatlayacağımı. Gülümsememde artık ona dair hiçbir şey taşımayacağımı ve buna rağmen çok mutlu olacağımı, asla unutmayacağımı ve asla affetmeyeceğimi.

Bunları kimse anlatmamıştı bana. Kimse fısıldamamıştı kulağıma. Şimdi durup baktığımda etrafıma o kadar çoğuz, o kadar kalabalığız ki, bir insanın açtığı yarayı başka bir insanın kapatacağına inanmamakla en büyük hatayı yapmışım aslında.


Kasım 17, 2011

"sanırım bu benim kısır döngüm.
biriyle tanışıyorum, harika biri oluyor.
onda kendimi kaybediyorum,
tüm problemlerimi çözeceğini sanıyorum
ve bir anda onun problemlerinde kayboluyorum.
oysa sen iyileşmek bile istemiyorsun."

şimdi elimde, önümde koskocaman bir hayat var. bana bahşedilmiş, verilmiş, bağışlanmış, bana sordunuz mu ki en başında?
ve ben onunla ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum.
bütün ışıklar tek tek kapanırdı, geriye ay ışığı kalırdı bir tek belki. uzanırdık boylu boyunca. sonra ben usul usul, tane tane anlatırdım. sonra sen usul usul, tane tane dinlerdin. hep bir çözüm bulamazdık belki. sorunlar boyumuzu aşardı ama üstümüzü örterdik. uykuya dalardık. kokularımızı karıştırıp rüyalara doyardık. bana gözlerimi kapattırıp hayaller kurardın, ben kurduğun bütün hayallere inanırdım. belki hiç belki de hataların tümünü sadece ben yaptım.
ama biliyor musun,
şimdi elimde, önümde koskocaman bir hayat var. bana bahşedilmiş, verilmiş, bağışlanmış, bana sorulmamış hatta en başındayken daha
ve ben onunla ne yapacağımı gerçekten bilemezken, ışıkları kapatamıyorum, gözlerimi kırpamıyorum, düşüncelerimi susturamıyorum.
ben artık hayal kuramıyorum.



"
art arda değil, üst üste koymaya ihtiyacım var taşları bu sefer. bunun farkındayım ve gerçekten istiyorum."

Kasım 15, 2011

"so this will be your home and shelter
your home and shelter...
no need to check-in
no need to put your name on papers
and you can leave whenever you want
whenever you want."

neyi neresinden tutacağımı, hayata neresinden eklemleneceğimi bilemezken öyle çok şey oluyor ki art arda... başım dönüyor sonra. başımda siren sesleri. sağımda solumda keskin, soluk, soğuk çelikler. midem bulanıyor sonra. dayanamayıp kusuyorum. tüm biriktirdiklerimi, sol bileğimden içime girip, vücudumun nerelerini dolaşıp çıktığını bilmediğim şeyleri köpük köpük. başımın dönmesi yerini boşluğa bırakıyor. omuzlarım üstünde taşıdığım şeyin içi boşaltılıyor. ortalık mahşer yeriyken, ortalık tan yerine dönüşüyor. sabaha karşı birileri sürekli ağlıyor, birileri sürekli özür diliyor, birilerine uzan diyorlar, uzanıyorum ben de, birileri sürekli geliyor, birileri sürekli gidiyor.
ben ismini unutuyorum.
ben cismimi unutuyorum.
geride kendimi bırakıp kuş gibi uçuyorum.
ve uyuyorum.
ve uyuyorum.
ve uyuyorum.

Kasım 11, 2011

Her ne olursa olsun daha kötüsü de olabilirdi diyerek sakinleştiriyorum kendimi. Çünkü böylesine pis, böylesine pisleştirilmiş bir şehir burası.
Yine de başıma ne gelirse gelsin, bu kadar kısa zaman aralıklarıyla olması pek hoş olmasa da, nefes almak istediğim yerdeyim diyebiliyorum hala. Burada nefes almayı seviyorum. Vazgeçmedim daha.

Kendimi sadece kendime emanet etmekle en doğrusunu yaptığımı fark edip duruyorum her yeni olayda. İnsan denilen şeyden, gerçekten, ziyadesiyle hoşlanmıyorum çünkü. Tiksiniyorum bile diyebiliriz hatta.
Bitmek bilmeyen bencillikleri, sonu gelmeyen ahkamlar kesip gözlerinde birbirlerini sürekli küçük düşürmeleri, birini batırıp diğerini yüceltmeleri, ve daha nicesi...
Tüm bu bayağılık ve çiğlik midemi bulandırıyor. Ve adım hiç layık olmadığı ağızlarda anılıp kirleniyor. En çok da buna üzülüyorum sanırım.
Neyse.

Kasım 08, 2011

"Bir yandan sevinmek gerekir ki insan dışarıdan bakınca görülmüyor. İçindeki sürekli kramp, yüze bir nevroz ifadesi verse de ne olduğu anlaşılmıyor. Kaldı ki o nevrotik ifadeyi bile neyse ki anlayan pek az. 'İnsanlar bir şey görmüyor, anlamıyor' diye şikayet edene şaşarım, kim görülmek anlaşılmak ister ki, gördüğünü kucaklayabilecek kim var ki, bir de görülmekten söz edilebiliyor. Böyle bir hayalet gibi, hiç olmadığın şekillerde algılanıp geçip gitmek, içinde gizli, sonsuz bir ağrıyla yaşamak... başka çaresi var mı? Güneşin parlaması ya da hafif bir rüzgar acı verir, merdivenler ve gülüşen gençler, bir müzik sesi, bir ilaç şişesi, bir yiyecek kokusu, durmadan bu kalabalığa katılanlar ve ayrılanlar, katılanın çiğ şaşkınlığı ile ayrılanın bitmemiş şaşkınlığı, olgunluk denilenin de incindiği, kırıklık duyduğunu, haksızlığa uğradığını belli etmemek, insanın erişeceği olgunluğun saklanabilmek, saklayabilmek olduğu yerde, kim görülmek ister ki, ben mi?"

s. 25-26

Kasım 03, 2011

insanoğlu çiğ süt emmiş derler-di.

Kasım 01, 2011

Güldüğü zaman gözlerinin içi gülüyor ve konuşurken sanki kelimelerimi dudaklarıyla duyacakmış gibi dudaklarıma yaklaşıyor. Ürküyorum böyle olduğunda, irkiliyorum. Birini bu kadar yakınımda istemiyorum çünkü her ne sebeple olursa olsun. O ise yalnızca yardım etmek istiyor. İçi gülen gözleriyle, birbiri ardına sarıp içtiği sigaraları ve koşarken ve gülümserken ve kağıtlarıma kalemleriyle bir şeyler yazarken, arada sırada gözlerimin içine bakıp gülümserken, o benimle olacak derken.
İnsanlar nasıl bu kadar emin kendilerinden? Hiç şüphe etmeden, hiç acı çekmeden, hiç ölçüp biçmeden, hiç ince elemeden hatta sık dokumadan. Doğuştan gelen bir yetenek benim için eminlik... Asla sahip olamadığım, "şey ben teraziyim" diye geçiştirmeye çalıştığım.

Ayrıca öyle karışık dolaplarım, çekmecelerim, iç içe geçmiş kutularım... Her köşesine bir şeyler sakladığım hayatım, bir evden diğerine taşınırken ortaya saçtıklarım... Dakikalarca bakıp yine yeniden çöpe attıklarım. Sizi de buraya kadar taşıyabiliyorum ama bundan sonra asla diye başlayan, hiç bitmeyen yakınmalarım.
Kimilerimiz hiç büyümez, kimilerimiz hiç akıllanmaz, kimilerimiz hata yapmaktan hiçbir zaman korkmaz belki.

Penceremden baktığımda çiçekleri göreceğim artık. Bana yeşili verdiler. O yeşilden maviye, o yeşilden griye ve diğer tüm renklere. Ben, evim, kendim. Bana en iyi geleni yine sadece en iyi ben bileceğim.

Ekim 29, 2011

Müzik olmasaydı ya da belli başlı bazı şarkılar ne yapardım hiç bilemedim bak şimdi düşününce.

Ekim 25, 2011

"(... )Oysa bu hayatta benim payıma düşen, tek yapmam gereken şey umudumu kaybetmemekti."

Ekim 20, 2011

Ekim 18, 2011

Herkesin kendi işini kendi gördüğü bir dünyada ayakta kalmaya ve tutunmaya çalışırken, ki bunun zorluklarını bir başka zaman uzun uzun anlatacağım aslında ya da anlatmayacağım, aklımızı yitirmemeye çalışmak da en önemlisi aslında.
Kahvaltımı hazırlıyorum, güne başlıyorum, akşam yemeğimi yedikten hemen sonra bulaşıkları yıkıyorum. Hiç düşünmemeye çalıştıkça daha çok düşündüğümü fark ederek irkiliyorum. Ya yıkıyorum ya yıkılıyorum. İşte aradaki farkı görmek için önümüzde upuzun bir ömür var.
Sahi bir yerlerde, başka bir zamanda upuzun bir ömür var mı?

Ekim 16, 2011

hayattaki tek derdim bir pazar günü IKEA'ya giderken bana eşlik edecek kimseyi bulamamış ve dolayısıyla gidememiş olmam.



(şaka şaka)

Ekim 15, 2011

şimdi, aradığım huzur denilen şeyi ben bulup bulup yitirdiğimi zannediyorum ya hani, öyle bir şey yokmuş işte.
çünkü huzur dediğim şey tam buradaymış aslında. huzur dediğim, köşe bucak arayıp bulmak istediğim hep sendeymiş, hep senmişsin hatta.
huzur dediğim senin adın, huzur dediğim senin ellerin, huzur dediğim senin varlığınmış aslında.
yine geldin, iyi ki geldin, çok da iyi ettin...
en güzel yerim senin, en güzel yanım sensin.

Ekim 14, 2011

Yirmidördü doldurduğum yirmibeşe girdiğim zamanın tam eşiğindeyim artık. Attığım gollerin kaçını doksana çakacağım bakalım.

Ekim 09, 2011

"sen günahlarından arın diye daha ne kadar batayım çamura, söyle?

yarın ne olacak hiç endişelenmiyor musun?

ben her şeyi göze aldım, sen ne yapacağını düşündün mü?

aptal! her şey çok farklı olabilirdi, aptal!"


allah beni sonunda kahretti, artık eminim.

Ekim 04, 2011

İşte tam burada oturmuş eski alışkanlıklarımı kazanmaya çalışıyorum. Belli şeyleri alışkanlık edinip kendinize, yıllarca, belki aylarca ya da haftalarca da olabilir hatta, sonrasında yitirdiğinizde; önce sonsuz bir boşluk hissediyorsunuz tüm bedeninizde. Sonra boşluğun ortasındaki yerinizi alıp, asıldığınızı hissediyorsunuz. Daha doğrusu boşlukta salınmak diyelim buna. Boşlukta uçmak. Boşlukta, durmak ya da.
Siz yükseldikçe, parmak uçlarınızdan akıp gidiyor size ait şeyler. Birer birer terk ediyorsunuz farkında olmadan size dair şeyleri. Başka bir şeye dönüşüyorsunuz belki. Daha yalın, sade, boş. Simple kelimesini doldurabilecek kadar, sadece, hacminiz kalıyor hayatta.
Ve yükselişinizin düşüşünde, ki özgür kaldığınız ana tekabül eder kendisi, önceleri panikliyorsunuz. Her şeyin üstüne gidiyorsunuz bir anda çünkü. Kitap okurken müzik dinlemeye çalışıp, sigara içerken resim yapmaya başlıyorsunuz. Daha kahveniz bitmeden, yeşil çayınız için su ısıtıyorsunuz. Önünüzde en sevdiğiniz internet adresleri açık, okuduğunuz her şeyi yarım bıraka bıraka ötekine sıçrıyorsunuz. Elde var sıfır.
Bunun sadece bir geçiş evresi olduğunu fark etmeden abanıyorsunuz resmen üstünüze. Haksızlık ede ede kendinize.
Aslında bütün kapıları kapatsanız, pencereleri örtseniz sakince, perdeleri çekseniz hiç ışık girmeyinceye kadar ve odanın ortasına oturup düşünseniz. Kendinize bu şansı verseniz. Bir, beş, on dakika, bir saat, beş saat belki... Bitmesi gerektiğinde, alarmı içinizde hissedeceğiniz bir saat gibi. Sizin başlattığınız, kendiliğinden sonlanan bir süreç...
Nefret yok artık, yaraların ilk ve en ince kabuğunu oluşturmaya başladınız bile. Sevgi de yok artık. İçinizdeki duyguları ve düşünceleri başka şeylere dönüştürmeye ve idame ettirmeye hazırsınız işte.

Burası sizin içiniz. Burası sizin eviniz. Bu duvarlar, bu çatlaklar, bu yarıklar, oyuklar... Bu izler. Hepsi sizin, hepsi sizsiniz. O yüzden önce kendinizi seviniz. Sonra belki başka bir kapıda başka birine hoşgeldin dersiniz. Ama bu hayatta önce siz, kendiniz.

Çok sevgili bir yazarın da dediği gibi:

"o an anladım ki her şey farklı/uzak/yabancı olsa da huzur tanıdık kalıyormuş"


çünkü hayatınız boyunca aradığınız şey aslında, sanırım, sizsiniz.

Eylül 30, 2011

Yazılarımdan hoşlanmadığımı söylemişsindir belki. Sinirine dokunmaya başlamıştır her şey. Yaptıklarım, yazdıklarım, davranışlarım. Hatta varlığım.

Bugünlerde en çok bu fotoğrafa takılıp kalıyor gözlerim. Belki sol gözümün bu denli sancıması bundan. İnsanın solunda olan hiçbir şeyin iyi olduğuna inanmıyorum artık. Paltosu saçlarına inat simsiyah. Gece gibi. Geceyi üzerine giymiş de gündüze çıkmış gibi. Elleri tam göğüslerinin altında, belki kemerini sıkılaştırıyor. Üşümüş dahi olabilir, önündeki kadında ise palto altı mini etek var. Zaten kalabalık onunla ilgileniyor. Sayılarından emin değilim. Tam göremesem de dört olabilirler. Çok önemli bir mesele hallediyor gibi hararetliler. Yüzleri önlerine dönük. Geceyi giymiş kadın ise bana bakıyor. Suratındaki ifadeden ürküyorum. Saçları ya dağınıkça başının arkasında toplanmış ya da bir kadına yakışmayacak denli kısa.

Kulağıma eğilip defalarca beni nasıl sevdiğini fısıldamışsındır belki. Kalbini ısıtmaya başlamıştır her şey. Yaptıklarım, yazdıklarım, davranışlarım. Hatta yalnızca odadaki, yanındaki varlığım.

Uçsuz bucaksız görünen bir binanın önünde duruyorlar. Belki bir müze çıkışındalar. Grup halinde gördükleri sanat eserlerini tartışıyorlar. İçeride notlar aldı mini etekli olan. Evine gidince kitaplığındaki koca koca ansiklopediler arasında kaybolup araştıracak. Saçları uzun. Kadın gibi kadın dedikleri cinsten. Dizlerinin altında biten çizmeleriyle bir ayağını geride bırakarak daha alımlı olduğunu düşündüğü bir pozisyonda duruyor. Adamlar arasındaki kadın. Kalabalıktaki aksini arıyor. Saçları kısa olanın üzerine pus düşmüş. Paltosunun eteklerinden itibaren ayaklarına kadar bir siyahlık. Sanki dumandan varolmuş gibi yerle bağı görünmez olmuş. Yüzündeki ifadeyi seviyorum. Tiksinerek bakar gibi. Hayattan ve insanlardan bir adım geride durmayı öğrenecek ve tercih edecek kadar çok görmüş geçirmiş, belli. Ellerini kendine dolamayı, yalnızca kendinden medet ummayı öğrenmiş.

Diyeceğim o ki, hepimiz insanız aslında bir yerlerde. İçimizde, sağımızda, solumuzda, dışımızda. Benim içimde de, senin içinde de. Var olduk, olabildik bir şekilde. Bana şöyle yapmamı söylediler, böyle yapmamı söylediler. Kendime şöyle yapmamı da söyledim böyle yapmamı da söyledim. Gidilebilecek her yolu gittim gittim, yine de buraya geldim. Sanırım her şeyin hep kusursuz olmasını istedim. Beceremediğimde biraz direndim. E mukadderat, önünde sonunda ben de öğrendim. Ne acıtır ne ısıtır bundan sonra varlığım seni. Tıpkı benim ne iteceğim ne de seveceğim gibi seni.

Bugünlerde en çok bu fotoğrafa bakıp durduğum için, gözlerim takılıp kaldığı için, belki de her şeyin fazlası zarar olduğu ve hayat bana bunu bu yolla öğretmek istediği için, belki de, sol gözüm acıyor.
Sol yanım melanet ama sanma ki sağ yanım cennet. İyisi mi sen hiçbir şey söylemedim farz et.

Eylül 26, 2011

Öyle güzel cümleler ki sanki daha önce hiç yazmadıklarım... Hiç düşünmediklerim... Hatta hiç hissedip içimde taşımadıklarım. Ancak gel gör ki şimdi ben bunları kime söyleyeyim?
Bazı şarkıların canlı versiyonlarının albüm kayıtlarından daha içe işler olması gibi, öylesine yeni, öylesine canlı, öylesine ürkek ve telaşlı, bazen.
Yine de gel gör ki şimdi ben bunları sana nasıl söyleyeyim?

Eylül 25, 2011

Sonra ansızın* fark ettim ki, aslında bu dairenin içinden çıkmak hiç de zor değildi. Bir adımımı dışarı attığım an diğeri de peşinden gelecekti. O halde daha fazla zaman kaybetmenin hem anlamı hem de hiçkimseye yararı yoktu.
Adımlarımı dışarı attığımda, bir aralık sudan çıkmış balığa döndüğüm gerçeğini saklayacak değilim. Yine de böyle olmasını beklemiyordum.
Çocuk kahkahaları, güneşin yüzümde parlaması, çimenlerin beni bağrına basıp saçlarımı koklaması... Sıralamasını hatırlayamadığım dünyevi güzellikler. Yine de dünyanın bütün hazlarını tatmaya yönelik açlığımız hiç geçmeyecek değil mi?

(...)

Ve ben susmuştum başlarda. Konuşmayı denemiştim sonrasında hatırlarsın. Artık o denli eminim ki sustuklarımdan. Çünkü yoruldum konuştuklarımın anlaşılmamasından. Dudaklarımdan dökülen basit kelimelerin kulaklarına dolup zihnine ulaştığında bambaşka varlıklara, öcülere, cinlere, karabasanlara, kabuslara dönüşmesinden. Ve gözlerinden çıkan, çıktıkça üzerime yapışan etiketler(in)den.

(...)

* "Hatıra gelmeyen bir sırada, ani, anide, aniden, ansız, apansız, apansızın, birden, birdenbire, dangadak, defaten, durup dururken, fücceten, gürpedek, larp, larpadak, patadak, pattadak, rappadak, şakkadak, şapadanak, şappadak, şırakkadak, bedaheten, fücceten, nagehan, vehleten"



ve hala ısrarla, ilk ve ikinci anlamıyla, ben yeterince anlatamadıysam diye sana, sözlüklerdeki anlamlarını bulup çıkartıp getirdim karşına. Bu da son parmağımı kıpırdatışım olsun, yalnızca senin hatırına;
"yalnız olma durumu, kimsesizlik. Kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık"


~

Artık sus, lütfen.

Eylül 22, 2011

"are we gonna sink or swim?"

diye sorduğunda yine tırnaklarımı avcuma geçirip sıkmaya başlamışım fark etmeden. Gergin olduğumda sürekli dudaklarımın içini ısıra ısıra kanatmam gibi, vazgeçemediğim tatlı alışkanlıklarım.

"it's about to get worse, before it gets better"

dediğinde yine yüzümü göğe dönüp bulutları izlemeye başladım. Uzun zamandır kaybettiğim -bir şekilde uzağıma düşmüş- cümlelerimi bulmuştum. Yavaş yavaş hepsini içime işledim. Cümlelerim olmadan bir hiç olduğumu düşünüp hiçliğime sevindim.

"it's just a feeling, a feeling"

dediğinde bir film izlemek üzereydim. Sonunu başından bildiğim. Film boyunca söylediklerini düşündüm. Grace'in bir köyü nasıl yerle bir edebileceğini. Kendisine yapılan kötülüklere karşılık dökülecek kanın ona ne denli iyi gelebileceğini. İntikama inanmadığım için, belki de, yenildim.

"daha yüksek sesle ve sık sık tekrar edebilmek için: hayatım ve hayatıma olan sevgim adına yemin ederim ki, hiçbir zaman bir başkası için yaşamayacağım ve başkasından da benim için yaşamasını istemeyeceğim. "

cümlelerini okuduğumda ise zaten çoktan ağlamak üzereydim. Kalktım, sana ait her şeyi. İnanır mısın gerçekten de her şeyi, önce yırttım sonra yaktım ve çöpe attım. Her şey böylece bitti. Ya da ben biteceğine inandım. İşte orasını bilmiyorum sevgilim, bekleyip göreceğiz o yüzden.

"i hope it gets better"

'cause

"i'm gonna win a prize tonight if i don't cry"

Ağustos 21, 2011

Saatlerce oturup konuştuktan sonra, ve ben çok daha fazla sustuktan sonra. Tüm cevaplarımı susarak verdikten sonra. Cebimdeki anahtar yok artık.
Pembe şarap filozofluğu hayattaki en iyi becerdiğim şeylerden birine dönüşürken zamanla, tüm bu kaosun ortasında, yeni serilmiş tertemiz çarşaflar. Çarşafsız olmaz. Tüm kinimizi, tüm günahlarımızı, tüm pisliğimizi biriktirip ayağımız altında der top edip üstünde tepine tepine, üstüne tüküre tüküre... Ve cila niyetine bitmek bilmeyen mayalanmış arpalar. Her film cam kırığı sanki. Her gece üstüne yatmaktan zevk aldığım acılarım. Tüm derimi kaplamış duvarlarım. Aramızda hiçbir şey yok seninle. Sen ve ben diye bir şey yok. Sen varsın ve ben varım ama.
Hava öylesine güzel ki oysa, elimde balonlarım eksik, içimde öyle bir coşku, bıraksalar çocukluğumu koşacağım. Trafik çok yoğun, herkes çok mutsuz. Saatler hep eksik, hep geç. Herkes birbirine aç, sokaklar aç insanlarla dolup taşarken, ve ben ciğerlerimi sigara dumanıyla doldurup boşaltamazken, sigaraları adeta yerken, annemin gözleri üzerimde. Gözümden akan damlaları elinde olsa tek tek geri sokacak tek insan oyken, bak anne burası çok acıyor ve o acıtıyor diyememek. Dediğim an, bir annenin başka bir evladı yok edecek kudrette olduğunu bilerek.
Kendimden başka suçlu yok. Hepimiz bize dağıtılan kartlarla en iyi ellerimizi oynadık. Ben blöfünü göremedim. Yedim onu görmek yerine. Oysa gördüm diyebilseydim, ve masayı üstüne, tüm masayı üzerine, tam da böğrüne, tam da böğrüme sapladıkların gibi, üzerine üzerine devirebilseydim. Yapamadıklarım. Yapmadıklarım.
Ve ağzından çıkanlar o kadar saçma ki. İnanamadıklarım. İnandıklarım.
Daha sonra farklı bir çamaşırhanede, dudaklarının dudaklarımı sıkıştırdığında düşündüklerim. İntikam alırcasına, çamaşırlarını en yüksek ısıda kurutucuya atmam. Onlar döndükçe durmam. Onlar kurudukça zevkten ıslanmam. Onlar çekerken benim büyümem.
Ben senin ingilizcene iyi gelirken, sen benim fransızcama iyi gelirken, ana karamızdan gelen dilde asla ve kat'a anlaşamazken, beden dillerimizde ne kadar mükemmel olduğumuzu keşfettiğimiz anda çok korktum ben senden. Günışığında yüzünün önünde uçuşan tozlara daldı gözüm aslında. Sen hep sana baktığımı sandın. Sen hep orada duracağımı sandın. Sen sessiz kalıyorum diye susup yutacağım sandın. Senden aldıklarımı bir başkasının tuvaletine kusarken, sabahın bilmem kaçında sırtımdaki el senindi. Ve en derinimdeki yarayı başkasının bıçağını bana saplayarak sen açtın.
Sokaklar sakin şimdi. Çünkü yaz, çünkü gece. Bizim sokağımızdan bir gece getirseydim sana. Tam önüne serebilseydim, uzansaydık, sadece yan yana uzanıp birbirimize iyi geleceğimize inanacak kadar aptal olsaydık. Sen uyuyakalmasaydın bu kadar yorgun olduğun için, ben yerli yersiz aldatmasaydım seni başkalarını koynuma alarak.
Sadece iki kişinin beraberce yaşayabileceği bir dünya olduğuna inanarak, ve bütün olmak için öteki yarısını arıyormuş herkes? böyle bir aptallığa dahi inanarak (istediğin buysa yapmadığım şey değil, biliyorsun) sonra satır aralarımda kendini bulduğunu sanarak, çevirmenlerin yanılgısı, cümlelerim sana ya hep yanlış ya hep yarım yamalak, oldurulmuş... Tam da bu yüzden gözlerine bakamazken, çünkü gözüne bakarsam, gözümde göreceklerini içinde nereye koyacağını bilerek, oyalanacak bir şeyler bularak, içecek bir şeyler bularak, susacak bir şeyler bularak... Şimdi farz edelim ki kalbimi çıkarttım tam buraya koydum. Neresinde olduğunu görebilecek kadar keskin mi gözlerin? Bir insan evladının kalbine neler yaptığını görüp bunu kaldırabilecek kadar cesur mu peki ya senin yüreğin?
Ağzımdan çıkanlar hep aynı, ben hepinize aslında aynı şeyleri söyledim. Bu yüzden hiçbir zaman "en çok" diyerek seçemedim. Yine de zeytinyağı gibi her seferinde en üste çıkan sen, tüm bu berraklığı bozup dağıtan yine sen. Ve deveyi diken insanı siken lafını öğrendiğimde ben daha hepinizden bile küçükken.
Ellerimle kendimi yapmaktan bahsediyorduk geçen gece kadim bir dostumla. Bunun sana ayıldığında ne kadar saçma geldiğinden bahsedebiliriz mesela şimdi. Hayatımız boyunca tekrarlanan bir plak gibi. Hep senin seçtiğin ve ben arkamı döndüğümde yaptığın tüm pislikler yüzünden sana bir daha asla güvenmeyeceğime dair ettiğim tüm yeminler. Bugün burada, bu tertemiz çarşaflar üzerinde, birkaç filmle duvarlarımı parçaladıktan sonra, sadece birkaç kelimeye muhtaç beklerken, daha kaç kere duygusal tecavüze uğrayacağımı düşündürüyor bana. Oysa ki su ve sabunun yıkayamayacağı, yıkayıp da arındıramayacağı hiçbir şey yok büyüklerime göre. O halde önce geçmişini yıkayacağım, sonra seni arındırıp alnına bir öpücük konduracağım. Ve yine sonsuza kadar susacağım. Arkamı döndüğümde yine çamurda alacaksın soluğu, çünkü ne ben senin içindeki kirlenme isteğine iyi geleceğim ne de sen benim konuşmamı ve sana güvenebilmemi sağlayacaksın.
Tüm matematik kurallarına rağmen, sağlaması asla yapılamayan ikili (iğrenç, yoo hayır seni çok sevdiğim) bir ilişki.
Benim hiçbir şeyim kalmadı artık. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan insan, bu hayatta en çok korkman gereken insandır. Ve sen ve benin dünyaya verdiği zarar, elimizin kiri yüzünden çıkan savaşlardan katbekat daha fazladır.
Şimdi ben birkaç beden daha eskiteceğim üzerine, her seferinde daha da derinime. Şimdi sen birkaç yeni düşünce daha keşfedeceksin, her seferinde daha da kendi kendine.
Peki ya sonra ne olacak?
Tüm bunları söyleyebilseydim sana, ve sadece bu soruyu sorabilseydim sonunda yine de inanmazdım vereceğin cevaba.
İşte bu yüzden sonsuza kadar, aramızdaki her şey, dünya üzerindeki tüm canlılar, evren, bulutlar, güneşler, yağmurlar, aylar, haftalar, yazılar, şarkılar, arkadaşlar, tüm hatıralarımız... Bunların hepsi yok olup silinene kadar (sen böylesine yoğun çabalarken, bu süreç daha da kısalacak) sadece ve sadece yazık olacak.

Ağustos 19, 2011

Ağustos 18, 2011

"Ben ne olmam gerektiğini bilmiyorum.
Yazar olmaya çalıştım; ama...
Yazdıklarımdan nefret ettim.
Sonra fotoğraf çekmeye çalıştım;
...ama çok vasattılar, bilirsin.

- Senin için endişelenmiyorum. Yazmaya devam et.



Ama ben çok basitim."

Ağustos 16, 2011

ve bu hayatta kendini yapmak diye bir şeyin var olduğuna inanmak. İçten gelen her şeyin yine içe döneceğine, kabuğundan çıkan şeylerin bir gün mutlaka geri döneceğine.
ve en derinde
allahın cezası her şeyin biteceğine.

ve bu hayatta ben ki sizi duvarlarıma fışkırttığımda rahat nefes alabileceğim diyorsam şayet, bu öyledir. sorgulanması gerekenler arasında değildir.
ve beyaz duvarlar üzerine, kan gibi, tırnak gibi, deri gibi, saç dibindeki yağ gibi, leke leke - leke leke işleyeceğim her anı. her bir çarpı. beni katarken seni dışlayacak.
çünkü sen içkime alkol karıştırdın. sigarama tütün koyup beni hem sarhoş hem bağımlı yaptın.
adını tükürür gibi söylerken, seni küfrede küfrede severken, ve sen yanımda ağzında kelimelerin hızlıca ve sert, ve daha sert, daha sert -iken her şey, perdeleri uzun geldiği için zımbaladığın gibi, yaratıcı zekana hayran kalıp seni daha da sert, daha da sert, sert
dudaklarından ısıra ısıra - ısıra ısıra.

hiçbir yere gitmeyeceksin.

et je reviens seul, sur cette île puisque la vie passe et puis s'en va.

ve ben ve ben ve ben,

siktir git, ben çok iyiyim!

diyeceksin.



Ağustos 14, 2011

Sabrımın denenmesinden ben bıktım, bıktım, bıktım ama onlar uğraşmaktan bıkmadılar.

Ağustos 12, 2011

"yakala saçından, tut hayatı, çevir yüzüne, öp."

Ağustos 11, 2011

Bu şehirde güne huzurla uyanmak gibisi yok.

Ağustos 04, 2011

Ona da tamam buna da peki tabii de, ya ben okeyinize dördüncü olmak istemiyorsam? Siz çifte gitseniz daha iyi olmaz mı hayatımız?

Ağustos 01, 2011

Sadece ve sadece bugün doğum günü olduğu için değil, benim olduğu için, hep benimle olduğu için aslında... Söylediğim şeyleri, çoğu zaman, tüm dikkatiyle dinledikten sonra bin türlü şey taşıyan kafasında evirip çevirip tam bir aslan olmasına rağmen ikizler dengesizliğinde davranıp sinirimi bozabildiği için... Bana küsüp küsüp sonra birazcık üzerine gidince hemen barışabildiği için... Zamanında pek çok nefretimi toplamış olsa da hep böyle çok sevebildiğim için... Evden ayrılırken "tek arkadaşım gidiyor bu yüzden üzülüyorum" diyebilen bir baba olduğu için, en çok da benim babam olduğu ve o olmasa şu hayatta bir sikim olamayacağımı 24 yaşındaki çocuğu olarak gayet iyi anlayıp sindirebildiğim için ve doğum günü olduğu için, yediğim her pastada en büyük paya sahip olduğu için bir de...
Babamı çok seviyorum!

Temmuz 31, 2011

o son kadehi içmeyecektim desem ne değişecek, asıl o işaret parmağını tutmayacaktım sonrasında...

Temmuz 30, 2011

en eskiden gelen ilk aşk sikertmesi, serçe parmak tutulması.

*sikertme kelimesine istinaden d'ye teşekkürlerim eşliğinde

Temmuz 26, 2011

aman kavga çıkmasın, ağzımızın tadı kaçmasıncılığımdan söylediğim tüm "tamam"lar aslında yalandı.

Temmuz 11, 2011

"Sizi bekleyen hayata sahip olabilmeniz için,
planladığınız hayattan vazgeçmeniz gerekir"


Sanırım tüm vazgeçişlerimi tamamladım. Artık tamamen hazırım.


have a good life.
evsizim.

Haziran 19, 2011

"bu çocukların doktor gördüğü yok.
hastalandıklarında ölüyorlar, öylece ölüyorlar."


yapmayın böyle şeyler. kurmayın bu cümleleri, eklemeyin filmlerinize ya da kitaplarınıza. birazcık da beni düşünün.
olur mu?

Haziran 16, 2011

yere düşen Fatmagül'ü kaldırırken "korkma canım yanındayım" diyebilen Mustafa yavşaklığında insanlar tanıyor olmama geliyor o halde;

"it's time to say goodbye to turning tables."
"innocence can be hell"

Tüm sevdiklerimizi kaybettiğimiz hayatta ölmemiz an meselesiyken asıl üzerinde durulması gereken tek şey, önce ya da sonra.

Haziran 12, 2011

sabah eve dönerken, aslında burada "sabaha karşı dönerken" diyerek tüm geceyi dışarıda geçirmiş olduğumu da belirtebilirdim ancak gerek görmedim, yine öyle güzel cümleler, öyle beylik laflar düşündüm ki...
uykusuz ve alkolle baştan aşağı yıkanmış bir bünye, bol bol sigara dumanı üflenmiş üstüne, sevgiye, muhabbete, dost sohbetine doymuş hatta... ama saat sabahın 7'si olmuş mesela. ne düşünür insan. onu düşünür evet. onu ve diğerlerini. düşünür düşünmez gelmez mi peki hepsi saklandıkları yerlerden? gelirler elbet. geldiler elbet.
sonra oturduk konuştuk biraz. dertleştik onlarla da. irkildiğimde ineceğim durağa gelmiştik. indim ben sonra otobüsten. müsait bir yerde! dercesine indiğim gibi hayatlarından.
en güzel vedadır herhalde bizim yaptığımız, ağzımızda aynı cümle -hep-
sen sağ
ben selamet...

Haziran 09, 2011

en sevdiğim kelimelerin "tamam" ve "peki" olmasından şüpheleniyor ve korkuyorum. bir kere de "hayır" diyebilseydim, diyebilsem, diyebilirsem bunların hiçbiri olmazdı, olmaz, olmayacak.

Haziran 08, 2011

ve elbette biz de zararın neresinden dönsek kar olacağını bilecek kadar, hayatlarımıza değer veriyorduk.

Haziran 01, 2011

aylardan haziran olduğundan, her haziranda aynı şarkı gibi dillerde, ölmek çok zor olduğundan, o halde sabır.
başlayan ve biten her şey gözüp açar gibi. o denli hızlı. o denli kısa. o denli sıradan.
insanlar ikiye ayrılır. kedi severler ve kedi sevmeyenler.
müzikler ikiye ayrılır. mutlu edenler ve mutsuz edenler.
hatıralar ikiye ayrılır. hep akılda kalanlar ve unutulması gerekenler.
kalpler ikiye ayrılır. kırılmışlar ve kırmayı sevenler.



"gözümü açmasam, görmezdim."

Mayıs 28, 2011

Hayatın kendisi yeterince zor değilmiş gibi, bir de şarkılar var üstelik. Akıp giden hayatı durduran. Anı'ları hatırlatıp, ortalama dört dakika içinde, kısa film şeridi gibi tüm olan biteni göz önünden geçirten, an'ı donduran.
Bu kadar derime işlemeseydi de bu denli bağlanabilir miydim, bu kadar geçirgen olmasaydım da sevebilir miydim diye sorguluyorum bugünlerde. Seni sevmek gibi, yeşili sevmek gibi, kedileri sevmek gibi. Bir insanı, bir eşyayı, evin sadece bir duvarını, bir kitapta sadece tek kelimeyi sevmek gibi hatta. Koskoca kitabın yüzlerce sayfası arasında, yarama, işte bak tam burama, en çok dokunanı seçip sevmek gibi. Seni sevmek de böyle bir şeydi aslında. Diğer kelimeleri ben ekledim yanına. Ufacık bir kelimeydin bana geldiğinde, dokundun, sevdim. Sevdin, sevdim. Sevmedin, sevdim. Geldin, sevdim. Gittin, sevdim.
Zamanımız geçmiş oldu artık... Ne yazıktır ki etrafına eklediğim kelimeleri senden daha çok sevdiğimi fark ettim.
Evin o tek duvarını. Sokaktaki o tek kediyi. Yeşilin sadece tek bir tonunu.
Sen o duvara hiç değmedin aslında, o kediyi hiç okşamadın, yeşilin o tonunu hiç kullanmadın. Sen hiç var olmadın. Hepsi zihnimdeydi bunların, ben başlattım, ben inandım, ben yıprandım, ben ağladım. Ve artık* inanmayı bıraktım.
Hepiniz adına konuşmaktan, işte bak buramı sana ayırmıştım, senin yerinse tam şuradaydı, bu cümlemi sana, diğeriniyse ona yazmıştım... demekten,
ölesiye
sıkıldım.


*artık kelimesinin hem "bir şeyin harcandıktan sonra artan bölümü, mesela ilişkimizden sonra artığın ben olması gibi" hem de "bundan böyle, bundan sonra mesela bugünden itibaren adını hiç söylemeyeceğim gibi" anlamına geldiği bir dile hapsolmak ne garip.

Mayıs 25, 2011

insanı yaklaştıkça daha da heyecanlandıran dönemeçlerden biri. düşünmekten yutkunamıyorum. hadi bakalım.


ama ben çok sıkıldım ya!

Mayıs 22, 2011

Of of olur oh oh olur, hepimiz kömür gibi yanıyoruz bir yerde. Tam bu noktada durup düşünüp devam etmek lazım.
Ama durduğum yer, göğe bakma durağı.

Mayıs 20, 2011

penceremden görünen, içimden geçenle nasıl da aynı aslında.
nasıl başarmışım, bilmeden, hayret ede ede. iki kere ikinin dört etmediğine inandığım zamanlar olduğu gibi, şimdilerde başka zamanlar. ne üzerime örtecek elin var artık yanımda, ne de kıvrımında uyuyacağım kirpiklerin.
kulağımdan girenler senin sözlerinse şayet, gözlerimle inanamadığım da gördüklerimdi o halde.
sen beni, beni beni, bak tam da buramdan kırmıştın. sonra yağmur yağdı, yumuşadı kırıklar. nem iyi geldi, çürütmedi, besledi aksine. yeşerdi sonra güneşle otlar, böcekler gelip yerleşti. kendi kısır döngüsünü kurdu doğa, insansız yaşadılar, bu masal da böyle bitti aslında.
uzatmadan, damağımızda bir parmak bal...
salaktık,
inandık.

Mayıs 15, 2011

"anlatmalı ya...
onu da anlatmalı!
değil mi kızım?!
anlatmalı...

sonra o sabah yine gülümseyerek (...)

bembeyazdı elbiseleri,

önce dualar ederken gördüm onu

sonra bir kayıkla açıldı kıyıdan

neden mi?

işitilmiyor
hiçbiri işitilmiyor


anlatmalı ya, yoksa nasıl olacak?

haberiniz yok ki!"

Mayıs 10, 2011

Çocukların duası kabul olurmuş, benim artık dualarım da kabul olmayacak.

Her şey işte böyle yarım!

ve sonrasında Vivaldi,
ve sonrasında kayık, kürek, alabildiğine deniz.
siyah beyaz.

ve bulutlar. en çok da onlar.

kaybolmayayım diye kendimi sana demirlemiştim ben oysa ki.

Mayıs 09, 2011

"aslında her şey biraz da O'nu bulmakla alakalı. Eğer O varsa zaman yok, eğer O varsa mekan yok, her yerde mutlu olunabilir ama önce O'nu bulmak lazım, diye düşündü"

diye düşündüm.

Nisan 28, 2011

"listen. listen. there are times when life calls out for a change. a transition. like the seasons. our spring was wonderful, but summer is over now and we missed out on autumn. and now all of a sudden, it's cold, so cold that everything is freezing over. our love fell asleep, and the snow took it by surprise. but if you fall asleep in the snow, you don't feel death coming.
take care"

her şey daha önce söylenmiş zaten. bazen öyle oluyor tabii, evet.
c'est la vie.
encore.

Nisan 27, 2011

okuduklarımdan, izlediklerimden, gördüklerimden bu denli etkilendiğim bir hayatta; duyduklarımdan ve hissettirildiklerimden ve hatta hissettiklerimden böylesine etkilenmem, bazı anlarda günlük rutinimin önüne geçecek boyutta ağırlaşıp durmam yadsınamaz bir gerçekti.

bir kullanma kılavuzum olsaydı şayet, üzerimde bu paragrafı taşımak isterdim.

Nisan 24, 2011

Kendimi şeffaf hissedene kadar yoğurdum, yoğurdum, yoğurdum. Sadece ben, sadece kendi kendimle. Çünkü bildiğim tek şeydi, benim derdim yine benimle.
Sonra günler günler önceydi, aylar aylar önceydi, hatta yıllar yıllar önceydi belki.... Zaman kavramını hiç kesinleştiremedim, mekanları da karıştırdığım gibi. Bir aralık, belki aylardan da Aralık, emin değilim. Bir bulut sanki üstümde, üzerimde. Ben adım atsam o da atıyor bir tane. Geri gitmeye kalksam o da geriliyor yine. Bulutun rengi var mı? Bulutun rengi yok.
Her şey karışık birbiriyle. Her şey iç içe geçmiş. Her şey vıcık vıcık. Tı. O zamanlar.
Sonra benim hayatımda depremler oldu mesela. Japonya'da tsunami yarattı artçıları.
Olduğum yerde durup yediye kadar saydım sonra. Yedi hep çok uğurlu, hep çok bereketli, hep çok kutsal.
Yedi kapıdan geçtim, kendime yedi insan seçtim.
Kaybettiklerim de oldu tabii ki, anlatmaya başlasam susmam hatta. Kalanlar daha azdır hep gidenlere nazaran. Bana göre işin ironisini de bu oluşturdu hep. Parmak hesabı yaptım, yetmedi kağıt kaleme gittim. Ölçtüm, biçtim. Yaptım, yok ettim.

Bir balkon vardı mesela, yaza doğruydu yine. Hava tıpkı bugün gibiydi. Aynı göktü, aynı maviydi, aynı rüzgardı ayaklarımızın üzerinde hissettiğim. Bir mindere kıvrılmış yatıyorduk, burnuma saksıdaki çiçeklerin kokusu geliyordu. O kadar emindim ki kendimden, ölene dek orada yaşayacaktım.
Oysa kalktım buraya geldim.
Hepimiz çocuktuk bir zamanlar.
Ben hala çocuğum çoğu zaman, hiç inkar etmedim. Edemem.
Ama itiyat haline gelse de yavşaklığın geçici, verdiği zararınsa baki olduğunu bilecek kadar büyüdüm yine de.
Benim teşekkür ettiğim şeylere teşekkür etmediğin için sana kızacak değilim. Çünkü bir yolsa üzerinde yürüdüğümüz, ben o yoldan daha önceleri geçtim. Tıpkı benim yolumdan senin de geçtiğin, diğerlerinden de geçeceğin gibi.
Hayat bu kadar da zor bir şey değil aslında, içinde insanları olmadıkça. İşte tam da bu yüzden -ve diğerleri ile- insanları hiç sevmedim. Sevemedim.

Oysa sen elimden tutmuştun benim, gözlerimin içine bakıyordun. Yanımda susuyordun ama. Uzağımda uyuyordun. Ama ben gidelim diyordum, gidiyorduk. Kalalım diyordum, kalıyorduk. Sen bana tabi oluyordun ben gitmeyi seçtim. Şimdi ben sana yoksunuyorum en çok. Mesela nasıl gittiğimizi hatırlamadığım o yerde yaptığımız kahvaltıyı hatırlıyorum. Çocukluğumdu o taşlarda sana gösterdiğim, o denizdeydi benim kokum... Farkına varıyorum ki ben o gün hayatımı önüne sermiştim. Güneşti her yer, hiç yalan yoktu, hiç pislenmemişti daha hatıralarımız.
Bugün pirüpak olduğuma bu denli inanıyorsam şayet, hepsi sadece benim yüzümden. Ve kurduğum hayaller. Sen hepsine inandın. Ben seni çok sınadım. Ama bakalım.
Zaman, çünkü. Önceleri ben çok emindim. Sonra bir tokat yedim. Öğrendim. Bazı anlarda insanlara tokat atılması gerektiğini de öğrendim beraberinde.

Ben seni bulalı kaç yıl oldu bilmiyorum. Sana hadi gidelim demek istiyorum, saçların yine öyle parlasın, ben olalım, sen olalım, biz olalım demek istiyorum. Kelimeleri bıraktığımı hatırlıyorum sonra. Bu yüzden susuyorum, susuyorsun, susuyoruz.

Peki.


"İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir"

*sükut-u hayal
ve sukutuhayal arasındaki farka gizlendim bu sefer.

Nisan 16, 2011

yıllar yıllar önceydi

"duvarlar maviye boyanmış
odanın simetrik olarak tam ortasında dört ayaklı bir tahta tabure
elini tutmak için oturuyorum
yaralarımıza bakıyoruz uzun uzun
arkanda cam bir küre, içinde baloncuklar dans eden
küreden uzanan plastik boru burnuna nefes taşıyor
yutuyorsun, yutkunuyorsun hayır demeden
direnecek halin olduğunu sanmıyorum?
cam bir kürede dans eden buhar gitmek zorunda olduğu yolu katediyor
cam küre burnuna, yatalak hayatını taşıyor
yaralarımız katı ve yer yer sert artık,
daha vakit gerek iyileşmemiz için.

simetrik olarak tam ortasında durduğum mavi duvarlı odada
ellerini tutarken bir sigara yakmak istiyorum
cam küre kırılıyor
buharı içime çekip burnuna üflüyorum
dudaklarım sana hayat veremiyor
ciğerlerimden gelen zehirli hava
plastik bir borudan geçip duvara değiyor
is kalıyor ardımda giderken
bir de kesif bir koku.
nefes alman için,
camı açık bırakıyorum.
cam kürenin kırıkları avucumda, yaralarımı kanatarak odadan çıkıyorum.
tabure kalıyor yanında
hayat aslında odanın mavi duvarlarının arkasında
keşke ellerin artık uyansa."


bu satırlar yazıldığında.
yıllar yıllar sonra şimdi,
mavi odada, varlığını göremesem de, orada olduğundan eminim, o dört ayaklı tahta tabure.
dedi ki gözleri kapalı, gözlerin kapalı bir prenses gibi, öpülmeyi beklediğin için belki?
yıllar yıllar önceydi, hayır demeden, yutkunuyordun zoraki. yutkunmayı geçtim, nefes bile alamıyormuşsun şimdi.
en sevdikleri kelimelerden biridir beyaz gömleklilerin "iflas"
ve hep -miş'lidir zamanlar, sanki üzerinden çok çok uzun zaman geçmiş
geç-miş. (yalan)
sen de geçmiş olacaksın, ben de olacağım hatta...
onlar hep kalacaklar ama
başlarında incecik bir bahar örtüsü,
ayakları çıplak, çocukluğumdan beri bastığım halı, altımızda, sıcak.
gidiyormuşsun sen şimdi,
yıllar yıllar sonra, ben burada sen mavi odada, ben yokum diye belki de tek başına, hayır değil! hep kalabalıkta, herkesle yan yana.
ben hiç olmamışım gibi
ben hiç olamazmışım gibi
vücut
beyaz
saçların siyah, hala şimdiki zaman
ben nasıl öğreteceğim parmaklarıma geçtiği zaman?
-di'leyemem.
istesem de gelemem.

artık uyusun ellerin,
incecik bileklerin.
ve en güzel kelimeleriydi aramızdaki dilin,
gözlerin.

Nisan 02, 2011

ne yaptım ne ettimse olmadı, fatmagül'ün alnındaki lekeyi silemiyorum a dostlar.

Mart 31, 2011

Zaman geçiyor. İnsanların hayatları değişiyor. Başlıyor ve bitiyor her şey. Ben hep aynı kalıyorum gibi hissediyorum. Hep aynı şeyi yaşıyorum. Hep ben başlıyorum ve ben bitiyorum.
İçimi açacak değilim, kalbimi nereye sakladığımı, kiminle sakladığımı ben bile unuttum.
O halde ne yapıyorum, inan ben de bilmiyorum.

Mart 30, 2011

Bugün çok güzel bir şarkı dinledim sabah.
Çok kötü bir çizgi film izledim. Tom'a işkence yaptılar ve eğlendiler.
Sonra hocalarım gururumu okşayacak şeyler söylediler.
Dünyanın en güzel ceketi ve çantasını aldım.
Ama çok sarma sigara içtiğim için epey öksürdüm.
Hala mutluyum.
Öyle.

Mart 29, 2011

Bugün en sevdiğim dilde üç kitap aldım. En güzel yanı, onları daha önce başka dillerde okumuştum.
Çok beğendiğim bir filmi sinemada izledim.
Çok sevdiğim şarkıları huzurla dinledim.
Mutlu oldum.

Mart 24, 2011

Gereksinimlerimden vazgeçip yaşadığıma göre, lükslerimi gerçekleştiriyor olmam lazım. Aksi takdirde ben katıksız bir aptalım.
Ha bunun lüks olduğu bir dünya mıydı düşlediğim, elbette hayır, ancak ne yapalım.

mart, 2011

Bazen öyle yoğun, öyle arka arkaya geliyor ki bazı şeyler, nefesimin kesildiğini hissediyorum. Göz kararmalarım da bununla alakalı olabilir. Çocukken beynimde ur var zannettiğim zamanlar olmuştu. Migren çıktı sonra.
Şimdi de bir şey sanıyorum olup bitenleri, bakalım ne çıkacak, göreceğiz hep beraber zamanla.

Mart 22, 2011

"+ Çarem yok.

- Cehennemin dibinde de olsa o çare, yine de bulup çıkaracağım."


Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç birşey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...


*itiyat = alışkanlık



Tanrım, sen aklımı koru.

Mart 12, 2011

Onların olmadığı, onların gelemeyeceği, beklediğimize değeceği ve çocukluk resimlerimizle gideceğimiz bir dünya,

mümkün.

Onlar ise, bahsetmeye bile değmeyecek kadar,
ııım, neydi o kelime?
(lütfen aşağıdaki boşlukları doldurunuz)
Türk Dil Kurumu'nda yer alan -üçüncü- anlamın tam karşılıkları:

Sakil


öyle güzel anlar hatırlıyorum ki, mesela o kıyıya gidip kahvaltı yapmıştık beraber. Nasıl gittik ama onu hatırlayamıyorum. Ne yedik ne içtik hatırlamıyorum ama o fotoğrafı hatırlıyorum. Güneş. Işık. Yüzünün yarısı yok.

-çünkü-

Yüzünün yarısı benim.

Peki ama ben kimim?
Nereden çıktım şimdi?
Neden?

Çünkü bazen aşk,
bazen hayat
geri gelir.

Mart 09, 2011

"+ Kim için iyileşeceğim?

- Benim için, bizim için iyileşeceksin."


hava yine soğudu. bahar da sana benziyor biraz, bir varmış bir yokmuş.
ama sağ
ama sol.

bir tek sen!

yalanı.

Mart 05, 2011

ses ve öfke
ya da köy.
hangisiydi emin değilim.

ama hava çok güzel. bahar temizliği ondan da güzel, kahve de içersek üstüne bizden iyisi yok bile...

Şubat 06, 2011

Selam, ben çok mutluyum.

Birkaç gün önce İzmir'e geldiğimde böyle şeyler olacağını bilemezdim. Bu hisleri yaşayacağımı tahmin edemezdim. Her şeyin kusursuz olduğu o kadar çok an yaşandı ki arka arkaya, sevinçten ağladım.
Ellerim tutuldu sık sık, gözlerime bakıp gülümsedi sevdiğim insanlar, yanaklarımda kırmızı dudak izleri, kollarımda kokularını bıraktılar... Hatta birisi siyah hırkasını unuttu giderken... Güneş çıktı benim için, kediler ayaklarıma sürtündüler. Fotoğraflar çekildi, mezeler bitti, şişeler, şişeler, şişeler... açıldı, boşaldı.

"İzin" verdim.
Göğsümü açtım, hayat içime girdi, devinip dışarı çıktı.

Beyaz bir çarşaf, uykuların en güzelini uyumuşum, yataktan çıkmadan kahvaltı yaptırmış bana, sevdiğim şeyleri alıp getirmiş önüme sermiş...
Türk kahvesi pişirip gülmüş benimle, sarıldığında kemiklerimi acıtmış zaman zaman...
Yarım bıraktığım makarnayı yemiş güzelce, üzmemiş beni...
Kapıdan çıkıp gitmiş ama sanki arkamı dönsem yatağımda uyuyormuş gibi...

Sevildiğimi hiç unutmayacağım, gerisi kendiliğinden iyi olacak artık. Aksini düşünmeyi, o ufacık ihtimali dahi kaldıramazdık.
Ol dedi sadece
ve oldu.



ispanyolca duymaya ihtiyacım varmış.

Şubat 01, 2011

Hayattaki tek amacım valiz toplamak ve valiz boşaltmak gibi geliyor artık bana.
Sahip olduğum eşyaları bir kutunun içine koyup oradan oraya taşımak... Kendimle beraber gittiğim her yere bana ait olan şeyleri de götürüp duruma bir sıfır önde başlamak.

Zaman zaman valizler toplanıyor gözümün önünde, gittikleri de oluyor. Geride kalan oluyorum böyle zamanlarda. Sonra ben de yapıyorum aynı şeyi, geliyorum ve gidiyorum hayatlarından. Sonra ben geldiğim yerde bıraktığım yerden, onlar kaldıkları yerde bıraktıkları yerden... Hiç vazgeçmeyip hep devam ederek. Hiçbir yerde kök salacak kadar uzun kalamayarak... Her bileti dönüşüyle beraber satın alarak...
Kaç hayatı beraberimde taşıyorum sayamadım. Kaç hayatı kendiminkiyle beraber yaşıyorum anlayamadım.
Şimdi yine gidiyorum. Bıraktığım yerden başlamaya, sonra yine gideceğim burada bıraktığım yerden başlamaya...
Sahi kaç şehirde kaç hayatım var acaba? Benden habersiz nasıl yaşıyorlar oralarda tek başlarına?
Zamanın içindeki "geçmiş, şu an, gelecek" olgusuna hiç bu kadar derinden inanmamıştım daha önce ama şimdi burada...

Bu yolculuklarda inandığım pek çok şeyi yitirdim, bir o kadar da yeni şeye inanmaya başladım. Hep değiştim, dönüştüm... Belki geliştim belki eksildim. Bilmiyorum. İçinde yaşadığım yere sonsuza kadar bağlı kalacağımı bilene kadar da öğrenemeyeceğim.
Dilerim bu dünyada benim de köklerimi salabileceğim bir yer vardır ve şu an kırılmasına izin verdiğimiz her şey gelecekte onarabileceğimiz kadar sağlamdır. Aksi halde parmaklarımdan dökülen ilk kelime, yazık.
Şimdi yine en sevdiğim şarkıları dinleyerek valizime kıyafetlerimi, içime sevgimi yerleştirip uyuyacağım. Yarın başka bir yatakta bambaşka rüyalar görüp uyanacağım. Ve her şeyin güzel olacağına inandığım bir anda seni düşünüp duracağım bir anlığına. Sonra yutkunup gülümseyeceğim yine. Adını, hatıralarını, yüzünü, bendeki duygularını hep gülümseyerek hatırlayabilmem dileğiyle...
Ve sevgilerin en temizi, en güzeli, en büyüğü ile...

Ben, yine elinde valiziyle,
yolun daha belki de en başında... Yine de merak etmeden duramıyor insan, görüp yaşayacağım neler kaldı acaba?

Ocak 31, 2011

ben eskiden çocuktum.
şimdi gururluyum.

Ocak 30, 2011


Bu sabah sevgilim beni terk ettiği için yanıma bir şarkı ve bir Bueno alıp Londra'ya gitmek zorunda kaldım. Kendimi mutsuz hissettiğim zamanlarda hep yaptığım gibi onca yolu gidip kaldırımları ıslak o şehire vardım.
Yol boyunca aynı şarkıyı dinledim. Telefon kulübelerine girip cebimdeki bozuk paraları harcadım. Hiç tanımadığım insanları arayıp onlarla Almanca konuşmaya çalıştım.
Ben beceremedim ama onlar da beceremediler aslında.
Sonra turist otobüsüne binip dolaştım uzun uzun. Kullan-at makinemle fotoğraflar çekip makarayı bitirdiğimde makineyle beraber attım.
Hayatın bu kadar düz ve mantıklı olduğuna inanabilseydim eğer.
Sizden biri olurdum.
Olmadım.
Olmayacağım.
Çünkü hayat bu kadar basit değil. Hayat bu kadar "olasılıklar silsilesi" değil.
Pembeler var içinde.
Maviler var gökyüzünde.
Yeşilin en güzel tonları her zaman benim içimde.
Güneşten turuncuyu alıp, kumsaldan sarıyı...
Kalbimdeki sevgiden kırmızıyı...
Boyayamayacaksak en güzel dünyayı,
başkasına bırakalım.
Umutlarımızı bir şişeye koyup denize fırlatalım. Biz bilemedik, belki balıklar bilir diyelim.
Unutalım.
Londra'ya gidelim.
Çikolata yiyelim.

Ocak 29, 2011

içimden şehirler geçiyor'a alternatif üstümden katırlar geçiyor.

Ocak 27, 2011

Hayatımda bazı insanlar var ki onları gördüğümde her şeyi yapabilirmişim gibi hissediyorum. Öyle suratlar, öyle ruhlar ki kendimi tam hissettiriyorlar. Kendimi özel hissettiriyorlar. Kendimi güçlü hissettiriyorlar. Öyle çok güven veriyorlar ki dünyayı değiştirebilirim gibi hissediyorum. Dünyamı değiştirebilirim gibi hissediyorum. Ayakta kalıp sonsuza dek savaşabilirim gibi hissediyorum. Kurduğumuz bütün hayalleri gerçekleştirebilirim gibi hissediyorum.
Sonra bu insanların hepsini ardımda bırakıyorum.
Benden yine de çok güçlü olmamı bekliyorlar.
Benden dünyayı değiştirmemi beklemiyorlar belki ama dünyamı değiştirmemi istiyorlar.
Benden ayakta kalıp sonsuza dek olmasa bile belli bir ana kadar savaşmamı istiyorlar.
Karşılığında bana hiçbir şey vermiyorlar.
İçimde bir şeyler solarken diğer yandan bir şeyler büyüyor.
Bir yanım vazgeçerken diğer yanım gittikçe hırslanıyor.
Bir ayağım giderken diğeri kalıyor.
Sonra hissediyorum ki ruhum değişiyor, beynim değişiyor, kalbim değişiyor.
Bu küçük bedene iki ayrı insan gelip yerleşiyor.
Bir sabah uyanıyorum biri beni yataktan iterken diğeri koynuna, daha derine çekiyor.
Geceleri biri oturup hesaplar yaparken, notlar alırken diğerinin hemen uykusu geliyor.
Birinin sesi daha neşeli, daha güvenli çıkarken diğeri yağmurda kalmış kedi yavrusu gibi adeta miyavlıyor.
İkisi de benim bunların. İkisi de ben'im.
İnsanlar beni sevip sevmediğine karar vermeye çalışırken ben içimde bir şeyleri bastırmakla uğraşıyorum sürekli.
İnsanlar suratıma gülüp sonra varlığımı unuturken ben hatırlatmaya çalışıyorum kendime kendimi.
Ve her sabah anlaştırmaya çalışıyorum ikisini. Bir barışsalar ne böyle yüksekten uçacağım ne de sular altında kalacağım.
Anneme bile yabancılaştığım günler geçiriyorum, kimseden beni anlamasını ya da anlamaya çalışmasını beklemiyorum. Yine de biri benimle ikinci kahvesini içtiği için mutlu olabiliyorsam ben hala, tamamını kaybetmemişim demektir.
Ve söylediğim yalanların tamamı bana söylenenlerin tamamıyla eşittir.
şu sıralar en sevdiğim oyuncak kar küresi.

Ocak 25, 2011

Elin suya uzanırken öylece havada kalakalır işte. Hiçbir şey yapamazsın. Kıpırdayamazsın. Sadece gözlerini kapatıp hatırlarsın. O sırada şarkı çalıyordur hala, sen gülümsüyorsundur.
Bir zamanlar elindeki kulaklığı mikrofona yaklaştırıp dinletmişsindir defalarca... Senden uzakta yanındaymış gibi yaşayana. Hatırlarsın. Ben varım dediğin o anı hatırlarsın. Ayrılmam hiç istersen yanından, çağırsan gelirim çok uzaklardan dediğin zamanları da hatırlarsın. Sonra içinden akıp gider. İçin akıp gider. Buharlaşır her şey. Şarkı da ömür boyu sürecek değil ya eninde sonunda o da biter.



siz yine de incelikli davranın, benim kadar değilse de.
çünkü ben varım
ve bir zaman hatası sonrası yaktığım sigaranın dumanı daha da hafif aslında.
çünkü hayat beni yaralayamaz.
artık.
asla.
"yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu
düşler marketinin,

uyanıyorum küstah sözcüklerle
ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben"

Ocak 22, 2011

böyle zamanlarda hep çooooooo...ook dua edersem olacakmış gibi hissediyorum.

Ocak 21, 2011

"Love isn't something you feel, it's something you do. If the person you're with doesn't want it, do yourself a favor and save it for someone who does.”



“I wish that just once people wouldn't act like the clichés that they are.”



“I'm just trying to prepare for the worst so when it actually happens, I don't feel so awful.”

Ocak 20, 2011

Küçük hayallerimi gerçekleştirebileceğim kadar büyük bir dünya değil burası.

Ocak 19, 2011



Bazen bazı cümleler senin için seçilip eklenir kitaplara ya da filmlere. Duyduğunda ya da okuduğunda içinden bir şeylerin kayıp gittiğini hissettiklerin mesela. Hepsi senin içindir. Sen biraz daha sessiz olup eskisinden daha fazla izle, oku, ara ve inan diyedir.
Hayatın bazen izlediğin filmdedir.
Bazen izlediğin film senindir, yalnızca senindir,
hatta o, Sen'sindir.

Ocak 17, 2011

"why did you invite him?
-i don't know..."

Ocak 16, 2011

şeytanın kulağıma üfler gibi fısıldadıklarını yapmalı mıyım yoksa yapmamalı mıyım.
bir bilsem.

Ocak 15, 2011

çok mutsuz olup en mutsuz şarkıları dinlediğim zamanlar ne kadar uzak şimdi.
"dibe mi gidiyoruz? tamam hıhım hemen hep beraber" yapmak yerine; "bir dakika bi dur bakalım, aç en mutlu şarkını. şimdi kapat bakalım ışıkları, aç masa lambalarından birini. geç şimdi ortaya salak gibi dans et" demek daha çok işe yarıyormuş ve daha iyi geliyormuş insana. denemeden bilinmiyor ya hiçbir şey hani, hepimiz için tecrübe ettim.
denedikten sonra hala başarısız olduğuna inanırsanız, lütfen mail yollayın da playlistinize bir katkım bulunsun.
bu da insanlık yararına yaptığım ve yapacağım ilk ve tek şey olsun.


bir de get outta my way.

Ocak 14, 2011

hiç konuşmadan anlatabilmek istiyorum, hiç göstermeden görünebilmek. çok zor. biliyorum. dokunmadan hissedilebilmek.
çünkü diğer türlüsü benim için de zor, anlatabilmek mesela. aldığım yaraları gösterebilmek ya da.
bu yüzden çelik gibi bir duvarım var benim, aşmaya kalksan gülümseyerek içeriği alacağım seni aslında.
sonra yine dışına iteceğim. biliyorsun. biliyorum. sonra yine girmeni isteyeceğim ama, biliyorum. biliyorsun bu sefer.
çok acıyor. çok acıyorum.
ben.
bir insan.
dünya üzerinde, nefes alan, kendi dışındaki herkesle aynı şeyleri yapan. belki biraz daha fazla içen, belki biraz daha fazla sigara içen, belki biraz daha az yiyerek beslenen. önemi yok bunların.
ben.
bir insan.
istekleri olan, hayalleri olan. ne çok zengin olmak, ne kansere çare bulmak, ne ölümsüz olmak.
hepinizin isteyeceğinden çok daha basit bir şey isteyen belki.
bu yüzden anla beni.
itme.
sadece sev.
anla.
anlamazken hiçkimse.
kal.
dayanamezken hiçkimse kederime.
sarıl.
dokunmazken hiçkimse.
ve yardım et.
ne yapıyor acaba, ne istiyor bu hayatta diye sormazken hiçkimse.

çünkü bilmiyorsun,
ve bilmiyorlar

"all my instincts have failed me for once
i must have somehow slept the whole night"


şimdi ört üstümü.
yanıma uzan
uyuyalım.
yarın yokmuş gibi
çünkü bugün aslında olmadı
ve dün zaten hiç yaşanmadı.

Ocak 03, 2011

bazen bir sarki, bazen bir ruya -yoksa kabus muydu?-
ya da bazen hicbir sey.
bazen her sey.
anlatamam. anlatirsam gercek olur. konusursam duyulur.

bazi sorularin ustunu biz orteriz, bazi sorunlarin ustunu gece.

ben iyiyim.

nothing
say
to
left
here
is
there

en sevdigim oyun; kelimeleri siraya dizme oyunu. hayat gibi.
ve ne yazik ki huizinga'ya inandigim gunler olmustu gecmisimde, biraz utaniyorum bu yuzden.

hayaletler goruyorum desem, bana bir tek sen inanirsin -ki sen de cok uzaktasin.

'agriyinca kar yagiyor'
-mus.