Temmuz 30, 2008

Hayata dair söyleyeceğim yeni bir şeyim yoksa, hayata dair "yeni" beklentilerim yoksa ki çoğunluk umut diyor bunun adına, hayata dair gücüm yoksa, yorgunsam ve sıkılmışsam...
o halde ne önemi var?
gerçekten, ne kadar?

ya ben olduğum yerde kalmak için çok ısrar ediyorum ya da dünyanın geri kalanı çok hızlı hareket ediyor, yetişemiyorum.
film de değil ki sıkılınca durdurup istediğinde devam edesin. hayatımda en çok play/pause butonunun eksikliğini çekiyorum şu aralar. söylemenize gerek yok farkındayım hemen ötede "stop" var...

Temmuz 22, 2008

Her zaman iyi hissettiren yalnızlığım da dünyadaki diğer her şey gibi karşılık beklediğini belirtti. Yalnız olduğum için sunabileceğim hiçbir şeyim yoktu, giderken yarattığı boşluğa can sıkıntısını ekledi.

Bazen öyle anlar geliyor ki silik hissediyorum kendimi. Sanki etrafımdaki herkes sahip olduğu tonun en doygun noktasına ulaşmış da ben eksik kalmışım. Sanırım tam da bu yüzden saydamım. Yine de geçirgenliğimin de bir üst noktası olmalı. Zira içimden geçen her şey girerken de çıkarken de iz bırakıyor. O izleri görmezden gelerek yaşamaksa tahmin edebileceğiniz gibi ömrümden götürüyor.

Hiçkimseye ulaşamıyorum, hiçkimseye dokunamıyorum, hiçkimsede yaşayamıyorum. Sadece nefes alıp veriyorum,
alıp veriyorum.
alıp
...

Temmuz 21, 2008

Durduk yere bir şeyleri bir şeylere benzeterek anlattığımız, belki de böyle yaparak verdikleri acıyı azaltmaya çalıştığımız günler...

İlişkiler yara bandı gibiler.
Sen ve ben bantın yapışkanına tutunmuş saydam parçalardık. Biri geldi, önce seni çekti sonra beni. Bantla yarasını kapattı. Bizi bir daha birleşmemek üzere ayırdı. Kendini durdururken bizi kanattı.


Hiçbir şarkı sözü "you don't want me to know // time to leave me now, you've had your fun" kadar canımı acıtmamıştı.
Daha çok acıyoruz artık, daha çok ağlıyoruz, daha çok ölüyoruz sabahları uykumuzdan uyanırken. İnatla azaltamıyoruz ama içimizdeki ağrıyı. O ilk günkü yeni'liğiyle duruyor orada.
Bir şey değişirken hayatımızda, beraberinde her şeyi değiştiriyor. Önünde duramıyoruz, engelleyemiyoruz. Geçip giden yaza ayak uydurup sıcak kumlara uzanamıyor, kavrulmuş kum taneleriyle ruhumuzu dağlıyoruz. Sahi biz, verilenin ne kadarını yaşıyoruz?

Temmuz 19, 2008

Gül Kendine albümü kadar yumuşak ve özünde sert aslında yaşadıklarım. Yine de hayata gözlerimi hiç kapamadım. Bu sabır nereden geliyor bilmiyorum.
Öyle şeyler olurdu ki eskiden, ters köşeye yattığımdan emin olurdum.
Öyle şeyler oluyor ki şimdi, sırada ne var acaba bile diyemiyorum.
Hiç kıpırdamadan, nefes bile almadan olduğum yerde dursam, avuçlarımı sıkıp gözlerimi kapasam beni görmezden gelip oyun dışında bırakmazlar mı acaba?
Çünkü ne öne sürebileceğim sahipliklerim var artık ne de oynama isteğim.

Temmuz 17, 2008

Belki de durduğum yerle alakalıdır diye rahatlatıyorum kendimi. Çünkü dünya çok büyük ve ben gerçekten de çok küçüğüm.
Sarı çizginin ötesinde beklerken kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. Ay ışığıyla parlayan gökyüzü çok uzakta denizle birleşiyor. Kaldırımda sabahki yağmurdan kalma su birikintileri. Kimsenin hayatında birikemedim. Uzun uzun düşününce ne kadar yürüdüğünün çok da önemi yok aslında. Çünkü yolun sonuna geldiğinde mutlaka düşüyorsun ve aynı anda iki işi yapmaktan aciz insan bedeninin mucizesi, düşerken düşünemiyorsun.

Hayatın her anında "lütfen sarı çizgiyi geçmeyiniz" gibi uyarılar yer alsa da kırılmadan yaşayabileceğime inanmıyorum.
Ve birikintiye düşen her yeni damla gibi diğerlerine karışıp sıradanlaşıyorum.

Beklenti ve gerçek arasında kurulan dengesiz arz talep ilişkisi ve hayat benim için bile bir zamanlar gerçekten çok güzeldi...

Temmuz 16, 2008

Uykuya dalmadan önce düşünülen son şey...

Baskısı tekrarlanmayacak kitapların yazgısıyla özdeş kaderim. Kapağımda yer yer solmuş kahve lekelerim, sigara kokusu sinmiş harflerim, benliğim ve bazı sayfaları kopup parçalanmış, güneşle hırpalanmış sayfalarım, cildim, cümlelerim. Yıllardır beni arayan koleksiyoncuya kavuşana dek sahafın raflarında oradan oraya savrulup, arada sırada yaşadığım bu gel gitlerle birikmiş tozlarımdan kurtulup bekleyeceğim.

Temmuz 14, 2008

Her şey sırayla demişler.
Önce annem arayıp ağlayarak kapatmıştı, şimdi ben kapattıktan sonra ağlıyorum.
Zor geliyor bazen.

Liseli gençler gibi notlaştığımız ve uzun yürüyüşler yaptığımız çok sevdiğim bir insanın bana daha önceleri de aktardığı gibi:
"Asi es la vida"

Temmuz 09, 2008


Hayatın da önünde soluklanabileceğimiz, dilediğimizde kapatıp sorunları dışarıda bırakıp dilediğimizde sonuna kadar açıp temiz havayı içimize çekebileceğimiz pencereleri olmalı.
Ancak özgürlüğe açılan/kapanan hiçbir pencereye - ya da kapıya - koruma amaçlı zincir çekilmemeli. Zira görüp de dokunamamak daha çok acıtır. Ve hepimizin bildiği üzere göz göre göre acıtmak, acımaktan çok daha kolaydır.

Temmuz 07, 2008

Ve ben kabuslarımda yılanlarla, farelerle, böceklerle boğuşup sıçrayarak uyanırken, "hayatla derdin ne senin?" sorusuyla irkilebilen bir insan oldum bugünlerde.
Yüzümü ekranda görüp öpen bir annem var oysa ki...
Bu kadarı fazla dediğinde, kendi "fazla"lıklarımı düşündüm ve sustum. Susmam gerekiyor çoğunlukla, konuştuğumda saçmalıyorum yoksa.

Soruya vereceğim cevabı ararken fark ettim ki benim hayatla bir derdim yok, şayet bir dert varsa sahiplenilecek o kesinlikle hayata ait. Bulunduğum noktadan geriye dönüp baktığımda gördüğüm her şey dışta günlük güneşlik...

Dışı seni, içi beni.