Eylül 22, 2011

"are we gonna sink or swim?"

diye sorduğunda yine tırnaklarımı avcuma geçirip sıkmaya başlamışım fark etmeden. Gergin olduğumda sürekli dudaklarımın içini ısıra ısıra kanatmam gibi, vazgeçemediğim tatlı alışkanlıklarım.

"it's about to get worse, before it gets better"

dediğinde yine yüzümü göğe dönüp bulutları izlemeye başladım. Uzun zamandır kaybettiğim -bir şekilde uzağıma düşmüş- cümlelerimi bulmuştum. Yavaş yavaş hepsini içime işledim. Cümlelerim olmadan bir hiç olduğumu düşünüp hiçliğime sevindim.

"it's just a feeling, a feeling"

dediğinde bir film izlemek üzereydim. Sonunu başından bildiğim. Film boyunca söylediklerini düşündüm. Grace'in bir köyü nasıl yerle bir edebileceğini. Kendisine yapılan kötülüklere karşılık dökülecek kanın ona ne denli iyi gelebileceğini. İntikama inanmadığım için, belki de, yenildim.

"daha yüksek sesle ve sık sık tekrar edebilmek için: hayatım ve hayatıma olan sevgim adına yemin ederim ki, hiçbir zaman bir başkası için yaşamayacağım ve başkasından da benim için yaşamasını istemeyeceğim. "

cümlelerini okuduğumda ise zaten çoktan ağlamak üzereydim. Kalktım, sana ait her şeyi. İnanır mısın gerçekten de her şeyi, önce yırttım sonra yaktım ve çöpe attım. Her şey böylece bitti. Ya da ben biteceğine inandım. İşte orasını bilmiyorum sevgilim, bekleyip göreceğiz o yüzden.

"i hope it gets better"

'cause

"i'm gonna win a prize tonight if i don't cry"