Kasım 30, 2011

En garip tarafı bazen tüm bunlar nasıl oluyor anlamıyorum. Çamaşır makinesinde sürekli sürekli sürekli dönmek gibi. Bir yukarı çıkıp bir aşağı inmek gibi. Kimse dur'a basmıyor ki.
Sonra ellerimden, ayaklarımdan, saçlarımdan, bacaklarımdan, kollarımdan -daha sayardım ama sıkıcı olurdu- yere çekiyorlar beni. Gün içinde en alakasız yerde, en alakasız saatte durakalıyorum. İnsan durakalır mı yahu diye düşünüyorum sonraları. Öylece donup duruyorum. Moleküllerime ayrılıyorum, görüyor musunuz? Parçalarım saçılıyor etrafınıza, tutuyor musunuz? Ölüp ölüp diriliyorum umursuyor musunuz? Yahu siz cidden yaşıyor musunuz? Kendinizle yaşayabiliyor musunuz?

Sonra tabii klasik bir araya toplanma hikayeleri, "zaman her şeyin ilacı" cümlesini farklı dillerde binbir kez dinleme halleri, alkolle yıkanıp sigarayla kurulanma saatleri. Bir damla gözyaşı yok be. O olsa bu kadar zor olmazdı belki.

İnsanlar yeşil çayı icat etmiş halbuki. Demliyorsun, içiyorsun. Bir yıkıyor ki seni, bir yıkıyor ki içini... Bana mısın diyen hatıraya ve zifte ve nemruta ve kötüye ve pisliğe ve gereksize ve musibete ve leşe ve leşçilere öylesine iyi geliyor ki. Meleğe çeviriyor her şeyi.
Daha önce söyledim mi bilmiyorum ama, biliyor musun en çirkini benim güzellerin...

Kasım 28, 2011

"hayat zorlaşınca
çıkmaz sokaklarda soluksuz kalınca
azalınca manadan
seyyar sevdalarda parçalanınca

dil yetmeyince
göz görmeyince gönül hissetmeyince
kırılınca camdan kalp
dönüp yalnızlığa kilitlenince"

O zaman yeni şeyler söylemek lazım avaz avaz
O zaman şarkı söylemeli çığlık çığlığa

çünkü en önemlisi dönüp dolaşıp geldiğin yer şuysa şayet,

"dert bitmeyince
bildiğin çektiğine yetmeyince
düşmanın da kendini yakalayınca
bi daha kin gütmeyince"

O zaman gerçekten yüreğin yükünü hafifletmek lazım biraz biraz...

Kasım 27, 2011

Gurur:
1) Kendini beğenme, büyüklenme, benlik, kibir.
2) Övünme.
3) Kurum, çalım.

Gurununu ayakaltına almak:
Her türlü fedakarlığı göze alıp ödün vermek, ilkelerden vazgeçmek.



Senin vazgeçemediğin, benimse hapsedildiğim. Hangimizinki gol oldu sence?

Kasım 25, 2011

"Yeter! Bu kadar mı riyakar olur insanlar? Tamam herkesin benim tarafımda olmasını beklemiyorum ama bu kadar da haksızlığa uğrayacağımı tahmin etmiyordum."


Bana da kimse anlatmamıştı yolun başındayken. Herkesin bildiği, herkesin başından geçen, herkesin içinde bir yerinde sakladığı... Bu aldatılmışlık, bu kandırılmışlık, bu kullanılmışlık hissinin içime bu denli oturacağını. Her adım atmaya çalıştığımda karşıma çıkacağını, ayaklarıma dolanacağını, aynalarda gözlerimin içine içine bakacağını, geceleri uykularımı kaçırıp kafamı yastığa bastırıp nefesimi alacağını...
Sonra bir gün her şeyin kaldığı yerden devam edeceğini ya da. Omuzlarımdan dünyayı kaldırmışlar gibi rahatlayacağımı. Gülümsememde artık ona dair hiçbir şey taşımayacağımı ve buna rağmen çok mutlu olacağımı, asla unutmayacağımı ve asla affetmeyeceğimi.

Bunları kimse anlatmamıştı bana. Kimse fısıldamamıştı kulağıma. Şimdi durup baktığımda etrafıma o kadar çoğuz, o kadar kalabalığız ki, bir insanın açtığı yarayı başka bir insanın kapatacağına inanmamakla en büyük hatayı yapmışım aslında.


Kasım 17, 2011

"sanırım bu benim kısır döngüm.
biriyle tanışıyorum, harika biri oluyor.
onda kendimi kaybediyorum,
tüm problemlerimi çözeceğini sanıyorum
ve bir anda onun problemlerinde kayboluyorum.
oysa sen iyileşmek bile istemiyorsun."

şimdi elimde, önümde koskocaman bir hayat var. bana bahşedilmiş, verilmiş, bağışlanmış, bana sordunuz mu ki en başında?
ve ben onunla ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum.
bütün ışıklar tek tek kapanırdı, geriye ay ışığı kalırdı bir tek belki. uzanırdık boylu boyunca. sonra ben usul usul, tane tane anlatırdım. sonra sen usul usul, tane tane dinlerdin. hep bir çözüm bulamazdık belki. sorunlar boyumuzu aşardı ama üstümüzü örterdik. uykuya dalardık. kokularımızı karıştırıp rüyalara doyardık. bana gözlerimi kapattırıp hayaller kurardın, ben kurduğun bütün hayallere inanırdım. belki hiç belki de hataların tümünü sadece ben yaptım.
ama biliyor musun,
şimdi elimde, önümde koskocaman bir hayat var. bana bahşedilmiş, verilmiş, bağışlanmış, bana sorulmamış hatta en başındayken daha
ve ben onunla ne yapacağımı gerçekten bilemezken, ışıkları kapatamıyorum, gözlerimi kırpamıyorum, düşüncelerimi susturamıyorum.
ben artık hayal kuramıyorum.



"
art arda değil, üst üste koymaya ihtiyacım var taşları bu sefer. bunun farkındayım ve gerçekten istiyorum."

Kasım 15, 2011

"so this will be your home and shelter
your home and shelter...
no need to check-in
no need to put your name on papers
and you can leave whenever you want
whenever you want."

neyi neresinden tutacağımı, hayata neresinden eklemleneceğimi bilemezken öyle çok şey oluyor ki art arda... başım dönüyor sonra. başımda siren sesleri. sağımda solumda keskin, soluk, soğuk çelikler. midem bulanıyor sonra. dayanamayıp kusuyorum. tüm biriktirdiklerimi, sol bileğimden içime girip, vücudumun nerelerini dolaşıp çıktığını bilmediğim şeyleri köpük köpük. başımın dönmesi yerini boşluğa bırakıyor. omuzlarım üstünde taşıdığım şeyin içi boşaltılıyor. ortalık mahşer yeriyken, ortalık tan yerine dönüşüyor. sabaha karşı birileri sürekli ağlıyor, birileri sürekli özür diliyor, birilerine uzan diyorlar, uzanıyorum ben de, birileri sürekli geliyor, birileri sürekli gidiyor.
ben ismini unutuyorum.
ben cismimi unutuyorum.
geride kendimi bırakıp kuş gibi uçuyorum.
ve uyuyorum.
ve uyuyorum.
ve uyuyorum.

Kasım 11, 2011

Her ne olursa olsun daha kötüsü de olabilirdi diyerek sakinleştiriyorum kendimi. Çünkü böylesine pis, böylesine pisleştirilmiş bir şehir burası.
Yine de başıma ne gelirse gelsin, bu kadar kısa zaman aralıklarıyla olması pek hoş olmasa da, nefes almak istediğim yerdeyim diyebiliyorum hala. Burada nefes almayı seviyorum. Vazgeçmedim daha.

Kendimi sadece kendime emanet etmekle en doğrusunu yaptığımı fark edip duruyorum her yeni olayda. İnsan denilen şeyden, gerçekten, ziyadesiyle hoşlanmıyorum çünkü. Tiksiniyorum bile diyebiliriz hatta.
Bitmek bilmeyen bencillikleri, sonu gelmeyen ahkamlar kesip gözlerinde birbirlerini sürekli küçük düşürmeleri, birini batırıp diğerini yüceltmeleri, ve daha nicesi...
Tüm bu bayağılık ve çiğlik midemi bulandırıyor. Ve adım hiç layık olmadığı ağızlarda anılıp kirleniyor. En çok da buna üzülüyorum sanırım.
Neyse.

Kasım 08, 2011

"Bir yandan sevinmek gerekir ki insan dışarıdan bakınca görülmüyor. İçindeki sürekli kramp, yüze bir nevroz ifadesi verse de ne olduğu anlaşılmıyor. Kaldı ki o nevrotik ifadeyi bile neyse ki anlayan pek az. 'İnsanlar bir şey görmüyor, anlamıyor' diye şikayet edene şaşarım, kim görülmek anlaşılmak ister ki, gördüğünü kucaklayabilecek kim var ki, bir de görülmekten söz edilebiliyor. Böyle bir hayalet gibi, hiç olmadığın şekillerde algılanıp geçip gitmek, içinde gizli, sonsuz bir ağrıyla yaşamak... başka çaresi var mı? Güneşin parlaması ya da hafif bir rüzgar acı verir, merdivenler ve gülüşen gençler, bir müzik sesi, bir ilaç şişesi, bir yiyecek kokusu, durmadan bu kalabalığa katılanlar ve ayrılanlar, katılanın çiğ şaşkınlığı ile ayrılanın bitmemiş şaşkınlığı, olgunluk denilenin de incindiği, kırıklık duyduğunu, haksızlığa uğradığını belli etmemek, insanın erişeceği olgunluğun saklanabilmek, saklayabilmek olduğu yerde, kim görülmek ister ki, ben mi?"

s. 25-26

Kasım 03, 2011

insanoğlu çiğ süt emmiş derler-di.

Kasım 01, 2011

Güldüğü zaman gözlerinin içi gülüyor ve konuşurken sanki kelimelerimi dudaklarıyla duyacakmış gibi dudaklarıma yaklaşıyor. Ürküyorum böyle olduğunda, irkiliyorum. Birini bu kadar yakınımda istemiyorum çünkü her ne sebeple olursa olsun. O ise yalnızca yardım etmek istiyor. İçi gülen gözleriyle, birbiri ardına sarıp içtiği sigaraları ve koşarken ve gülümserken ve kağıtlarıma kalemleriyle bir şeyler yazarken, arada sırada gözlerimin içine bakıp gülümserken, o benimle olacak derken.
İnsanlar nasıl bu kadar emin kendilerinden? Hiç şüphe etmeden, hiç acı çekmeden, hiç ölçüp biçmeden, hiç ince elemeden hatta sık dokumadan. Doğuştan gelen bir yetenek benim için eminlik... Asla sahip olamadığım, "şey ben teraziyim" diye geçiştirmeye çalıştığım.

Ayrıca öyle karışık dolaplarım, çekmecelerim, iç içe geçmiş kutularım... Her köşesine bir şeyler sakladığım hayatım, bir evden diğerine taşınırken ortaya saçtıklarım... Dakikalarca bakıp yine yeniden çöpe attıklarım. Sizi de buraya kadar taşıyabiliyorum ama bundan sonra asla diye başlayan, hiç bitmeyen yakınmalarım.
Kimilerimiz hiç büyümez, kimilerimiz hiç akıllanmaz, kimilerimiz hata yapmaktan hiçbir zaman korkmaz belki.

Penceremden baktığımda çiçekleri göreceğim artık. Bana yeşili verdiler. O yeşilden maviye, o yeşilden griye ve diğer tüm renklere. Ben, evim, kendim. Bana en iyi geleni yine sadece en iyi ben bileceğim.