Mayıs 31, 2007

Lise sondaydım. En asi olduğumuz; kollarımız bileklikten gözükmüyor, siyah giysilerimizden asla vazgeçilmiyor, mütemadiyen sarhoş izlenimi uyandırılıyor, tüm hocalarla kavga edilip derslerde itina ile uyunuyor ve içimize Teoman kaçmış gibi etrafa kısık gözlerle bakılıp garip bir ses tonuyla konuşuluyor, kısacası özlenmek ve özlenmemek arasında sıkışıp kalmış nadir zamanlar... Vakit ilerliyor, bazılarımız akıllanıyor bazılarımız şimdilerde okullarına bağlı kanallarda "kadın programları" sunup elalemin kocası, kızı, koca memeleriyle falan uğraşıyor. Durum vahim.
O yıllardan aklımda kalan en canlı hatıralardan biri; cin/ruh çağırma seanslarımız. Şu sıralar "Kadınca" adlı programı ile ekranlarda boy gösteren genç kızımız o zamanlar bol siyah makyajı, elinde fincan gelmesi için bir şeyler çağırıyor. Fincanın etrafında küçük kağıtlara yazılıp daire oluşturulmuş alfabe ve bir salon dolusu heyecanlı yeni yetme. Ne kadar da "başka işin mi kalmadı"cıyız!
Sonuç; metafizik olaylar ya da beyin gücüyle gerçekleşen ürkütücü olaylar, evde yükselen çığlıklar ve tuvalete 30 kişiyle beraber gitmeceler...

~

2 gün önce şeytan dürtmüş olmalı ki Gözen Hanım'ın evinde yeni bir seans düzenledik. Seanslarımız 2 gün boyunca devam etti. Fincan kah daireler çizdi, kah kimsenin bilmediği sorulara doğru cevaplar verip hepimizin gözlerini yuvalarından pörtletti. İtiraf ediyorum sinirden ağladığım bile oldu -ahahahah-
Gece sabah ezanı ile sonlanırken tırsmış bünyeler balkondaki çamaşırların gölgesinden ve yere düşen masa lambasından ürküp çığlıklar attı, yer yataklarına serilip kabuslardan kabus beğenip uyumaya çalıştı. 2 fincan 5. kattan atılarak kırıldı. Zarardayız. Konuyla alakalı bilinen hikayeler havada uçuştu, hep böyle olmaz mı zaten?
Hafızalarımıza özlenecek zamanlardan biri olarak yaşadığımız anlar adeta kazındı. Her şeye rağmen çok eğlenceliydi; konuyla ilgili merakı olanlar, seanslar düzenlemek isteyenler bana ulaşın. İtinayla cin/ruh çağırılır. Şirket falan mı kursam ne yapsam bilemedim.
Temiz bi dayak paklar bizi ama atan da yok ki.
Neyse, 3 kere söylerseniz geliyorlar benden söylemesi.

Mayıs 30, 2007

"Savaşa Hiç Gerek Yok" biterken Britney'den "Do Something"in başlaması tesadüf değil de nedir?

~

Dut ağacı, kırmızı top ve iki çocuktan oluşan senaryolaştırılabilecek bir öykü arıyorum.
Genellikle her şey ne kadar sıkıcı, nefret ettiğin bir şarkıyı eve gelip tekrar tekrar dinlemek ya da su akarken sakinleşmeye çalışmak gibi, anlamsız gibi görünen anlamlı cümleler.
Bilmiyorum.

Mayıs 27, 2007

Şu sıralar en hüzünlü ve en eğlenceli şarkıları söyleyen kadın, Göksel. Sesiyle ürperiyorum, sesiyle dans ediyorum.

Hiç açık hava sinemasına gitmemiştim ben, perşembe gittim. Dev gibi ekrana karşı oturduğum tahta ve rahatsız sandalyeler muhteşemdi.

Bir tarafım ağrıdıkça yeni yeni oturma stilleri buldum. Özgü Namal'ın ekrandaki kocaman gözlerine ve en saf, en doğal hallerine bayıldım. Kitabı seneler önce okumuş ve birçok yeri unutmuştum. Meğer filmde kitaba tamamen sadık kalınmamış, umursamadım. Zorlasam da hatırlayamazdım.
En melankolisi de "bu filmin adı neden Mutluluk" sorusuydu, cevap veremedim.


Bugün temizliğin dibine vurdum. Dün de uykunun dibine vurmuştum, hatırlarsınız belki.
İşe yarayan, yaramayan birçok şeyi çöpe attım. Her nesnenin tozunu aldım. Kitaplarımın yerlerini değiştirdim. Biriktirdiğim parayı tekrar tekrar saydım. 10, 20, 30. 10, 20, 30, 40. 10, 20, ...
Belki de ben balık olmuşumdur, hafızam 3 ya da 5 saniyede bir kendini yeniliyordur.

Filmli makine masamda öylece dururken ben ne çekeceğimi bilmiyorum. Renkli filmi bile dijitalden daha çok seviyorum.

en güzel wallpaper

Ne diyordum, Göksel. Sesinde bir şey var çözemedim, Kardan Adamlar* yaptım.
Birini sevmek istedikçe kendimi yitiriyorum. Yok, hayır. Ben, ben olmadan yaşayamıyorum, çift kişi olmaya ne yaparsam yapayım alışamıyorum. Üzgün ve miskinim, çünkü kardan adamlar yaptım.
Ruhum çocuktan tehlikeli suları sevdi. Bitti, bu kadar.

*allah belanı versin etkisi yapan bir şarkı bu üzerimde.

Mayıs 26, 2007

Gök bugün başıma geçti.
Bütün bulutlarla dalaştım, hepsiyle çarpıştım sonuç; sırılsıklam.

Mayıs 25, 2007

Çok sevdiğim kişilere ulaşmak isteyip ulaşamamak gibi bir şey. Ne kadar yutkunursan yutkunayım kan tadı bu, geçmiyor. İzmaritte lekesi kalmış gören kimse eskisi kadar şaşırmıyor.

Açıklanan final tarihleri bünyemde bayram etkisi yarattı. Fotokopilerin neresinden girip neresinden çıkacağım belli değilken hava hala yağmurlu. Hayret...
Balon olmuş kişilere iğneyle yaklaşmak en sevdiklerimden.
Biraz eğlensek, mesela neler yapabiliriz ki?



Neyse boşver, bitti zaten.

Mayıs 23, 2007

Saçlarıma olacak olan -çok yakında- üç ya da dört numara, işte bütün mesele burada.
Küçük odaya taşınmıştım ben. Güneş neredeyse gözüme doğuyordu ve hayat ne kadar da iğrençti.
Odalarımız yaşam alanlarımızsa içindeyken nefes alınabilmesi gerekir.
Fakat odam o kadar küçüktü ki aynı anda nefesi ve güneşi misafir etmem yerimden kıpırdamamı güçleştiriyordu. İki (2) kişi sığabilirken üç (3) imkansızı istemek oluyordu. Bu durum bir son bulmalıydı ve duvarlarını genişletme imkanı olmayan terskose, duvarlarını doldurmayı aklına getirdi. Tanrım ne kadar da yaratıcı! Önce iki küçük resim astı, ardından bir iki poster ve siyah beyaz fotoğraflar -ki onlar vazgeçilmezler. Böylece odasına ısınan, güneşi defeden genç ve zeki çocuk aklına hayran kalarak günlerce duvarlarını izledi. Bir gün gelip de onlar çocuğu terk edene kadar.
Bugünlerde fotoğraflar ve posterler birer birer düşmeye başladılar. Yapıştırıldıkları duvarı terk ederken benden de bir şeyleri alaşağı ediyorlar. Gitme mevsimi geldi geçiyor ve ben hala, çaktığım kazığımla kıt'a duruyorum. Yerimde sayma lüksüm bile elimde yokken gideceğim günleri düşünüp türlü ağıtlar yakarak apartman sakinlerini rahatsız ediyorum. Bu ağıtlar bazen Oi Va Voi bazen Hande Yener, zaman zaman Gripin zaman zaman Göksel, bolca Nil Karaibrahimgil ve asla Emre Aydın şeklinde oluyor. Tüm Türk gençlerinin aksine E. Aydın ve H. Cepkin'den şiddetle nefret ediyorum. Böylece kendimi kesecek kılıçları şimdiden bileyliyorum ve ortalığı kızıştırıyorum ki can sıkıntım geçsin.
Neyse ne diyordum ben, evet acilen buralardan gitmek lazım. Diğer gidilecekler çorap söküğü gibi ardından gelecektir. Gitmek ve gelmek tezatını da aynı cümlede kullandığıma ve tüm'ü redderek bireyselliği savunduğuma göre bir gazetede köşe yazarı olabilirim. Onlar da beni bekliyorlar ya zaten...
Ağzımızda "Kibir", uygun adım marş komutunu bekliyoruz, ellerimiz havada İstanbul'u agrandizör kadar çok seviyoruz.

Mayıs 21, 2007

Uyanır uyanmaz sandalyeme bırakılmış -yıkanmış ve özenle katlanmış- giysilerimi görmek bazen beni çok duygulandırıyor.

~

Masaya dökülen susamları parmağımın ucuyla topluyorum, baş parmağımın yardımıyla kağıda saçıyorum. Aklımdan geçen şey ve gördüğüm şey genelde hep farklı oluyor. Mesela öyle çok isterdim ki susamlar hain bir rüzgarla kağıda ulaşamadan havaya savrulsan ve o anda uçmakta olan bir kuş gelip susamların hepsini yutsun. İşte o zaman dünyadaki en mutlu insan olabilirdim. Çemberi daha da daraltacak olursak çocuk bile olabilirdim. Ne kadar çok isterim gökkuşağına yatıp güneşi izlemeyi ve güneş gözlüğünden bunca nefret ederken.
Herkesin kabul ettiği bir gerçek bu, sanırım sizinle bu ortak noktada buluşmak zorundayım, hayallerimiz ve gerçeklerimiz neredeyse her zaman birbirinden farklı. Fakat o zaman gökkuşağının altından geçersem dileklerimin gerçek olacağı ya da ucuna erişebilirsem bir küp altın bulacağım saçmalığı neden öğretildi?
Çocukluktan başlıyoruz ki hayallerle yaşamaya büyüdükçe daha çok kırıklığımız olsun. Oysa ki sen bana gerçekleri vermiş olsaydın o yaşta belki -modern- kahramanlardan biri olurdum şimdi, şu zamanda.
Kahramanlığın ve tüm kahramanların köküne kibrit suyu, yaşasın parmak-susam-kağıt kardeşliği.
Zaten kuşlar da uçmuyor, ölüyor artık.

Mayıs 17, 2007

Bugün her şeyden sıkılıp kitap okuma günüydü. Edebiyat ve müzik ilk defa yan yanaydı benim için. Yağmur Başlamıştı ve Dediler Ki bizce biraz dinle-n-melisin.
İhtiyacım olan tek şey -neyin gölgesinde olduğumun pek önemi yok- kitap okumak.
Zaman ve mekan kavramlarını yitirdim bugün yine. Avuçlarımdan kaydığını hissettim tüm dünyanın. O kadar küçüktü ve avuçlarımdaydı, o kadar büyüktüm ve avuçlarındaydım.
İyilerin kazandığı ve insanların mutlu olmak için birbirini mutlu ettiği bir düzen... Ne kadar az,
ne
kadar
çok.

Saçma sapan bir "kadına yönelik şiddet" konferansına katılmış olmaktan hoşnut değilim bugün. Yapaylığın ağzından dökülen doğal kelimeler, manikürlü tırnaklarının masaya dokunuşunda kayboluyorlar. Sen bunu göremiyorsun. Flaşlar öyle parlak ki! İnsan hiç yaşamadığı bir şeyi reddedebilme hakkına sahip mi sence? Olay cevabını veremediğin sorular, hiç sivri uç bırakmadan -yuvarlak- verdiğin karşılıklar ve onlardan olmadığını başka kişileri ötekileştirerek kanıtladığın tavırlar... Yüksekten inip gerçekten karıştın mı çamurlara bilmiyorum. Senin gibi -hatta siz kadar değerli sayıyorsunuz kendinizi- kişiler var oldukça ve benim gibiler karşınızda oturdukça sivrisinek ve saz ilişkisinden öteye geçemeyecek iletişimimiz. Soyut olan ilgi çekse de somut olan gerçeği yansıtıyor ve bazı etiketleri adımızın önüne yapıştırmadan nedense aranızda yaşanmıyor.

Buralarda bir yerlerde bir durak olmalı ya da bir bilet. Nefes almamı sağlayacak maskeler düşecek biraz sonra gökyüzünden ve ben bulut olarak yaşamaya devam edeceğim.

Mayıs 16, 2007

Şarkıyı öğrenene kadar "şakır şakır, şükür şükür" şeklinde söylemiş olsam da şimdi son model bir mp3'e sahibim ve tüm sözler ımm nasıl desem -ah tabii ki- ez ber len di!
"Her şeye rağmen yürümek güzel İstanbul'da" diyor ya Göksel, aklıma içinde İstanbul kelimesi geçen şarkılar geliyor beklendik bir şekilde. Emre Aydın'ı hiç sevmem, zaten bence o düet değil, E. Aydın vokalde Birol Bey ise geri -back ahahaha- vokalde. Düet denilen şey İki Yabancı'dır bana göre.

Tek iskender ve çiğköfte yerken bitiremediğim tabağa hüsranla bakıyor ve yutkunuyorum. Beş kuruşsuz kaldığımız olmuştu ama her şeye rağmen yürümek güzeldi İstanbul'da. Kır pideleri boğazımızı yırtacaktı neredeyse... Şimdi aklıma geldi bak ne diyeceğim; biz neden ilerdeki camiden su içmedik, dostum manyak mıydık yoksa?
5000 mağazaya ve Benetton'a sahip adam yemeğimi yerken televizyonda vızır vızır konuşuyor. Hiçbir zaman İngilizce'yi tamamen anlayamadım. Yaşasın tercüme! Fakat konuyla ilgilenmiyorum. Odak noktam dönerin sosuna düşen gözyaşı damlası şu anda.
Festivaller başlıyor, bitiyor, başlıyor... Gitsek ya yine?

not: ne yapsak moda olurdu, tey tey.
"Sürekli dilenilen bir Tanrı. Neye yarar?"

N. Taştekin

Mayıs 13, 2007

Bratislava

Ben öldükten sonra kimse büstümü yapmayacak. İnsanlar birbirlerine hediye olarak kafamın görüntüsüne tıpatıp benzeyen taş parçaları almayacak. Buna neden gerek duysunlar ki? Socrates lütfen Lal Masallar'ın üzerinden kalkıp kendini masamdan aşağıya atar mısın?

~

Ben öldükten sonra dünya artık var olmayacak. Ben öleceğim ve her şey bitecek. Bu benim bencilliğim mi yoksa sizin bana yapacağınız bir güzellik mi olacak bilmiyorum. Ne kadar yas tutacaksınız? Ne için ağlayacaksınız?
Kaç günde yetişir bir elma ve kaç günde yıkılabilir içinde yaşadığımız dünya?

~

Kendini çok derin konularla meşgul et, yaz geldiği için içtiğin İce Tea'nden bir yudum al ve düşüncelere dal. Tanrım ne kadar da bohemim!

~

Yokuştan düşen kız... Sesinde bittiğini göstermeye çalışan bir şeyler vardı ve aynı ses adını söylerken hala pır pırdı. Senin için üzülmek değil seninle eğlenmek istiyorum.
Yokuştan düşen kız, bu zamanlar; benim zamanlar.

not: gönderdiği muhteşem şarkılar için -asla çözülemeyen ama benim çözdüğümü sandığım- ttku'ya teşekkürler.

Mayıs 10, 2007

En güzeli de şehirden bir günlüğüne bile olsa ayrılabiliyor olmanın verdiği haz. Sırtında küçük bir çanta ve yanında en çok özlediğin kişi.
Dünyadan daha ne isteyebilirsin ki?

~

Gelirken yoldan kestane şekeri al, akşam "rakı - balık" yaptıktan sonra yeriz, ağzımız tatlanır.

Mayıs 02, 2007

Bazen canım çok sıkılıyor ve kafam -aynı anda birçok şeyi düşünmeye çalışıyor oluşumdan dolayı- bulanıklaşmaya başlıyor. Böylece ortaya verimsizlik, huysuzluk ve düpedüz salaklık diye tabir ettiğimiz kavramlar çıkıyor. Bir şey söylediğinizde yüzüme yerleştirdiğim "hö?" ifadesi ile suratınıza bakmam sadece ve sadece bu yüzdendir.
Üst üste gelen ya da yan yana biriken her şeyi küçük küçük balonların içine koysak, şiştikçe şişirsek ve en sonunda hepsini patlatsak.

Mesela, o balonları pat lat sak !