Aralık 16, 2010

sadece biraz mahremiyet ve sessizlik istiyorum. uyunacak uykular, okunacak kitaplar, kurulacak hayaller hepsi ardından teker teker gelecek.


i had a hole in my heart and then you came.

Aralık 15, 2010

Aralık 13, 2010

Şimdi sen orada dur. Ben buraya oturup sana bakmalıyım. Bir eşik var, ya içeri ya dışarı. Karar verip adımlar atmalıyım. Birbiri ardına. Korkmadan. Çekinmeden. Üzülmeden. Üzmeden.
Bu yüzden sen orada dur, lütfen. En sevdiğim birayı al bana öncesinde.
(Kalabalık olduğu için giremediğimiz barı hatırladım. Oraya gitmek istiyorum. Yolu bilmiyorum.) Kısa cümleler olsa. Daha da kısa. Mesela, "kar" dediğimde tek bir cümle olsa. Noktayı koyduğumda ünleme dönüşmese. Yağsın istiyorum demek olsa. Dursun istiyorum demek olsa. Artık üşümek istemiyorum demek olsa. Hayatımda hiç artık'ım olmasa. Küçük bir çocuk gibi asla yapamayacağım şeyler düşünmesem. İkimizi düşünüp parmak boyaları almasam. Tek başıma resim yaparken seni hep kendi yanıma çizmesem. Bu şarkıyı dinlerken -artık- hiç ağlamasam. Buzda kayıp düşmesem. Elim acımasa. Canım yanmasa.

Hiç olur mu?

I loved you ve i did love you arasındaki farka saklandım bugün.
Çünkü that is the point.

Aralık 11, 2010


karaciğerin için endişeleniyorum, yoksa benim için sorun değil diyorsa eğer aşık demektir. bunu duyduktan sonra hiç tereddüt etmeden bardaktaki vodkayı balkondan aşağı boşaltıyorsam aşığım demektir. bir buçuk yıl sonra hala dudaklarımız birbirine değdiğinde heyecanlanıyorsak, aşığız demektir.

"i love you more, i don't know what i knew before,
but now i know i wanna win the war"

Aralık 10, 2010

gecenin bir vakti, tam da uyumaya hazırlanmışken, en sevdiklerimden birinden gelen, istanbul.
sonrası, bilsen.
bir bilsen.

şimdi ben çal kapımı desem.


huzursuz.
uykusuz.

Aralık 06, 2010

Yeni yıl planları yaparken dışarıda kar yağıyor ve ben mutlu oluyorum. Çünkü sen varsın, çünkü kar var, çünkü yine seninle geçecek yeni bir yıl var.
Bu kadar basit.
Bu kadar masum.
Bu kadar güzel.
Bu kadar bizim.

Aralık 02, 2010

Bu ilişkide hayatımda hiç ağlamadığım kadar ağladım ben. Hayatımda hiç üzülmediğim kadar üzüldüğüm zamanlar oldu. Birçoğu gereksiz sebeplerden yüzlerce tartışma yaşadım. Çok kızdım, çok kırıldım, çok kırdım belki de. (hepsini unutalım)
Yine de hayatımda hiç mutlu olmadığım kadar mutlu oldum aynı zamanda. Hiç gülmediğim kadar güldüğüm, hiç neşeli olmadığım kadar neşeli olduğum zamanlar oldu. Birçoğu beklenmedik anlarda yaşanan şeylerden ya da söylenen sözlerden dolayı çok önemli hissettim. Çok güvendim, çok sevdim ve eminim ki çok sevildim. Hayatımda hiç sevilmediğim kadar belki de. (hep hatırlayalım)

Bu yüzden sen, çok sevgili Minik... Yazdığım yazılarda, aklıma gelen bütün kelimelerde ve baktığım her surette sen varsın. Aksini yapabilmem imkansız çünkü. Sen ne kadar bana dönüştüysen yaşadıklarımızdan sonra, ben de o kadar sana dönüştüm. Sen oldum. Ben oldun. Biz olduk aslında.
Yani ne sen bensiz yapabilirmişsin ne de ben sensiz sevebilirmişim gibi geliyor bundan sonra. Ha biliyorum, elbette "daha çok küçüksün, dur bakalım" diyecekler olacak. Daha önce de olduğu gibi. Ben yine umursamayacağım ve sadece içimdeki sevgiye inanacağım. Daha önce de yaptığım gibi...
Geçirdiğimiz her aydönümünün anısına, önce İstanbul'un, sonra Paris'in, İzmir'in ve Gümüşlük'ün... Gittiğimiz her yerin, dolaştığımız her sokağın, seviştiğimiz her yatağın, beraber güldüğümüz tüm arkadaşlarımızın ama en çok senin, en çok benim, en çok, bizim yaşadığımız bu ilişkinin hatırasına ve bundan sonra yaşayacaklarımız uğruna... Nazdarovya!*


*şerefe

Aralık 01, 2010

Kasım 30, 2010

Huysuzlanınca, sinirlenince, üzülünce, sıkılınca çekilmez oluyorum. Tahammülüm çok zor oluyor. Bu da benim problemim olsun o halde.

yine de;

"and when you smile,
the whole world stops and stares for awhile
cause boy, you're amazing."

den daha tatlı bir şey düşünemiyorum şu an.

ps. en sevdiği kelime 'gorgeous' olabilir.

Kasım 25, 2010

önce oturuyorduk güzel güzel. sonra ben kapıyı kilitledim. güvenmek istedim. güvende hissetmek istedim. önce uzandık beraber. sonra ben gözlerimi kapadım. uyumak istedim. yanında güvende hissederek sadece uyumak istedim.

asla yapmam dediğim şeyleri yapıyorum şimdi. değişiyorum. dönüşüyorum. sonra kar yağıyor. dışarı çıkıp beyaz oluyorum ben de. kar her yerime aynı şekilde düşüyor. mutlu oluyorum.

sonra nasılsın diye soruyor bana, bütün desperadoslar bensiz içilmiş oluyor. pembe şarap istemiyorum artık. bir önemi kalmadı çünkü.

söylediğin şeyler bazen o kadar keskin geliyor ki gardımı alamadan etime saplanıyor.

başucumdaki kitabı ne zaman okumaya kalksam aynı anda ağlamaya başlıyorum. sonra, can you hear my call, diye soruyor. her şey daha da koyulaşıyor.

yemekte yine haşlanmış sebze ve tavuk var. kahvaltıda yine portakal suyu.

bugün sadece ve sadece seni özlemek istiyorum, anne. çünkü dışarıda kar yağıyor ve ben çok üşüyorum.

Kasım 16, 2010

Bana neren acıyor diye sorsalar, eğer yakınındaysam, hiç tereddütsüz seni gösterirdim.

Kasım 13, 2010

Dönüp dolaşıp geldiğim yerin senin yanın, senin yatağın olmasının düşüncesi bile içimi ısıtıyor... Paris'te bıraktığım yağmur damlalarını Varşova'da gözyaşı olarak ödüyorum.
Daha önce de dediğim gibi, senin de bildiğin gibi...
Ben.
Yalnızca senle, sadece senin.

Ekim 27, 2010

Okuduğum cümleler kalbimi kırıyor yine. Duyduklarımın ya da duymadıklarımın yanında "hiç" kalacak şeyler aslında.
Bir elimde "ben" bir elinde "sen" dönüp duruyoruz aynı dairenin içinde... Dışarı adım atacak gücüm olmadığından değil, dışına çıkmak istemediğimden...
Bir yastık kılıfı... Bir yıldan fazladır benimle. Gittiğim her yere götürüp her gece uyumadan önce son kez ona dokunuyorum, sana dokunmak yerine.
Neden aylardır bir şeylere sarılarak uyuma ihtiyacı hissediyorum ki, diye başlarsam eğer çıkamam içinden. Bu yüzden bazı şeyleri hiç uyandırmamak en iyisi.
Zaten buraya iyice kış geldi, dışarıda tam yağdı yağacak kar havası...

Peki ya beyaz, her şeyi örttüğü gibi benim kötülüklerimi de kapatacak mı?


S'nın doğum günü anısına, bir kadeh daha sana ve bir kadeh de bana, ardından Nastrovya ve bambaşka bir kokuyla uykuya...

mistake ve mistaken birbirine tahmin ettiğimden de yakın.

Ekim 01, 2010

Yüzümde koskocaman bir gülümseme, omuzlarımdan kalkmış tonlarca ağırlık, içi boş valizler, ardına kadar açık dolap kapakları...
Bu sonbahar gitmek için en doğru zaman olmalı.
Başımızın üzerindeki aynı gökyüzü,
ve mavi
ve bulutlu biraz...
yağmur yağacak gibi sanki.

Eylül 29, 2010

sarılıp uyuyorsun ya başın göğsümde, elin avuç içimde... düzenli bir halde nefes alıp verişini duyuyorum, hafifçe titriyorsun sonra. gözlerini açıp yanında olduğumu görüp yine uyuyorsun, bu sefer daha derin...
yaşadığımız her şey aynen bu uykulara benziyor sevgilim...
uzaktayken uyuyoruz sanki bir şekilde güvenliksizce, buluştuğumuzda uyanıyoruz hemen. birbirimizi görüp tekrar uyuduğumuzda fark ediyoruz ki, biliyoruz ki her sefer daha da derine...

kokunu bıraktın gittiğin yatakta, üzerime örtüp uyuyorum şimdilerde.


"belki de ruh eşi, ruhunu olgunlaşmaya zorlayan kişidir."

Eylül 25, 2010

"honey i will stitch you
darling i will fit you in my heart
honey i will meet you
darling i will keep you in my heart"


ve sen gelip sarıldın bana. kokumu içine çektin, saçlarımı okşadın. ben seni öptüm. sonra gözlerine baktım. sonra gözlerime baktın. çok fazla konuşmadık. konuşmaya gerek olmadığındandır belki.
sen beni sevdin, ben seni sevdim. sen beni seviyorsun, ben seni seviyorum.
ve ben hep seni sevmek istiyorum
- ki seveceğim, biliyorum.

Eylül 21, 2010

Seni ne kadar özlediğimi anlatacağım kelimeleri kaybettim belki. Sana olan sevgimi anlattığım şeylerle beraber, susmayı seçtim sanırım.
Zor günler bir gün mutlaka geldiği gibi gider, dediğinde inandım. Sabrettim. Bekledim. Bir tek senin için nelere katlandım...
Biliyorum, yorgunsun.
Yorgunum.
Ve hiçbir şey aynı kalmaz ya hani.
Gel dinlen yanımda, gel saklan arkamda bu yüzden. İstersen konuşma hatta.
Benim hala umudum var ama...




not: *zor günler'i dinleyerek...

Eylül 19, 2010

Hayat belki de gerçekten ben planlar yaparken benim dışımda kendi planlarını yapandır. Tüm bu hayaller kurulurken başımızdan geçenlerin toplamıdır.
Annemin sırf ben sevdiğim için aldığı yeşil çarşaftır belki. Üzerinde sadece benim kokumun olacağı... Gözyaşımla.
Kalbimi kıran herkestir aslında. Tüm kırıklara rağmen üzerimde yürümeye devam edenlerdir. Konuşmak yerine susmayı seçenlerdir. Sustukları için suçladıklarım, sustuğum için suçlayanlardır. Farkında bile değilizdir hatta birbirimizin. Bilemediğimizdir. Görmezden gelmeye çalıştığımızdır. En derinimizdeki yaramızdır...
Hayat belki de tüm güzelliklerine rağmen -görmesek de- devam ettiğimizdir, o kadar da zor değildir hatta.
Mazeretlerimiz vardır, bahanelerimiz hazırdır.
Mutfak tezgahlarında ıslanıp kuruyan sarı temizlik bezleri kadar hastalıklıdır, son öpücük kadar unutulmazdır...
Hayat, çok ayıp edendir aslında. Başka birinin gözünden görünen Paris'in kilometrelerce uzağımda çok sevdiğim birini ağlatmasıdır. Benden habersiz aklına geldiğimdir. Açamadığım telefondur. Alamadığım mektupta yazanlardır.
Tavanımdan sarkan renkli dünyaların tamamıdır. Her gece koynunda yatıp her sabah koynundan kalktığımdır.
Hayat, yalnızlığıma rağmen korkutmayandır. Gözlerimi kapatıp kendimi bıraktığımdır. Her peki'mle rahatlattığım, her hoşça kal'la daha da azaldığımdır.

"Hayat,
o kadar zor mu?"

Eylül 18, 2010

atılır mıyız oyundan benzemezsek onlara?

Eylül 15, 2010

"hayatın içinden
yeniden,
hayata dönmenin bir yolu olmalı..."
Düşündüğüm her şey çıkıyor ve planladığım her şey gerçekleşiyor ya, işte öyle zamanlarda ben inanılmaz mutlu oluyorum. Sanırım entrika patlatmak böyle bir haz sağlıyor insana. Hele ki zavallılıklarını kendi ağızlarından duyup tescil ettirebildiğimde...

Ava giden avlanır diye boşuna dememişler ama anlatamıyorum ki...




not: işbu blog yazarını etkilemek için, düzgün kullanılan Türkçe, kedileri ve yeşili sevmek, edebiyat ve müzik takipçisi olmak, anlaşılmaz gizemler yaratmak, bir sıcak/bir soğuk taktiğini uygulamaktan çok daha fazlası gerekir. İsteyen bu durumu sevgilime sorarak da tasdikleyebilir. Ne yazık ki siz gelirken çoktan dönmüştük biz.
"Geç kalınmış bir intikamım ben" sence de biraz 'corny' değil miydi?
Aah ah, büyüyelim arkadaşlar. Lütfen büyüyelim biraz.

Eylül 13, 2010

"you're a tragedy starting to happen
just as you are,
perfect
just as you are"


bazı şarkıları nasıl keşfettiğimi hatırlayamıyorum. öyle şeyler yaşıyorum ki bir anda -onları en unuttuğum anlarda hatta- saklandıkları yerden çıkıp geliyorlar. yukarıdaki sözler örneğin, bundan daha iyi hangi cümlelerle anlatabilirdim içinde olduğum durumu? bilmiyorum. neler olacak, neler yaşanacak, neler söylenecek, neler gidecek, neler kalacak... hiçbirini bilmiyorum. sağ elimle sol elimi tutuyorum. sadece ve sadece kendime sığınıyorum. geriye bir tek o kaldı çünkü. geriye bir tek ben kaldım.


Eylül 12, 2010

Hayatta güzel olan bir şey varsa o da Kings of Convenience'la başlamış pazar gününe denk gelen yağmurdur.
Zorlamaya gerek kalmaz, içinize yerleşen şeyin adı huzurdur.


*Canım pasta yapmak istiyor.

Eylül 07, 2010

İnsanlar var ve yalancılar.
Bazıları benciller de üstüne üstlük.
Korkaklar da hatta.
Önce konuşup konuşup konuşup sonra ölümü bekler gibi susuyorlar.
İşte bu yalancılardan, bencillerden, korkaklardan ve suskunlardan,
insanlardan kendimi nasıl koruyacağım,
içime sızmalarını engelleyip nasıl tek parça kalacağım?
belki ben de yalan söyleyeceğim, korkup susacağım sonra...
bu ben değilim, bu benim hayatım, bunlar benim inandıklarım değil ama.

Eylül 05, 2010

"sonra her şey birdenbire çirkin,
birdenbire çirkin,
birdenbire
çirkindi.
bozuldu bir akşamüstü kıyılara çıkmak çünkü
eller bir soğuk el resmine girip dondular.
ay çürüdü
her şey bir hizada kaldı,
bütün eşyaları kaldırdılar"


ona söyleyeceğim son söz ve sana söyleyeceğim ilk kelime arasında gidip geliyorum. hayat bir denklemse şayet eşitliğin sağlanabilmesi için bana biçilen değer, karşıma yerleştirilecek kimse... yaşamam gerekenler...
ben, bilmiyorum.

gözlerimizi kapayalım. sözlerimizi susturalım. sen benim gördüğüm ol, ben senin söylediğin. bıraksınlar yaşayalım.

Eylül 02, 2010







*en sevdiğim sayı yedi.
en sevdiğim renk yeşil.

Eylül 01, 2010

uyanıp "yağmur yağıyor dışarıda, bak camdan... ne güzel" demeye kalksam benden önce uyanmış, çoktan beridir yağmuru izliyor olursun biliyorum.

ben o filmi koskoca salonda tek başıma izlemiştim. acımı unutayım istemiştim. yutkuna yutkuna... şimdi olsa, bir kez daha, asla!

say to me, james dean.

Ağustos 29, 2010

"kendisini eline aldığı bir makine yazdığı iki kıytırık depresif cümle ve şoplayarak koyduğu deviantart hesabıyla bir şey sanan insan müsveddesi o kadar çok ki, bir tanesiyle tanışmak istedim
(...)
şimdi sen dying is an art falan der, sylvia dan dem vurur (çok anlarsın bilirim edebiyattan) sonra 36 beden sivilceli bünyenle kendini bir şey zanendersin. ben de eğlenirim. :) "


oley!

Ağustos 28, 2010

"yol arkadaşım
gördün mü
duydun mu olup bitenleri?

kıskanıyor insan bazen basıp gidenleri...
yalnızlaşmışız iyice
üstelik de alışmışız..."

bugünün hatırasına, senin için.

Ağustos 25, 2010

Hayatımdaki en önemli insanı bile bencilliğimle ve umursamazlığımla kırabiliyorsam ve sonra onaramıyorsam belki de kötü biriyimdir.
Sandığımın aksine günahsız, masum, tertemiz değilimdir. Düpedüz kirliyimdir.
Dilenecek ne kadar çok özür ve birleştirilecek ne kadar kalp var etrafta... Oysa ben sadece uyuyorum... Hatta tekrar uyuyabilmek için uyanıyorum.
Yıkanabileceğim sulara ihtiyacım var, günlerce haftalarca aylarca sadece ama sadece gitmek istiyorum... Herkesin hayatından sessiz ve sakince.

keşke elimden tutsan...

Ağustos 24, 2010

"summer,
spring,
autumn,
winter...
here perishing"


ağustos da bitiyor, nihayet yaz gidiyor.
geriye boş duvarlar kaldı. tel tel dökülüp her yere dağılan saçlarım bir de.
geriye konuşacak hiçbir şey kalmadı. yine de doğup batan güneşe karşı -biraz da ele güne karşı- bir umut var içimde. her şeyin çok güzel olacağına dair...
yine gözler değecek birbirine, bazı sözler dökülecek bazıları itilecek. biliyorum değişecek, eskisi gibi olmayacak hiçbir şey.
ne olduğunu bilmediğim ama gerçekleşeceğinden emin olduğum bilinmeyen, başka, o "şey"e ağır ağır yaklaşıyoruz. Ben, sen, o... Biz, siz, onlar... Hepimiz, noktada da virgülde de beraberiz.

Ağustos 21, 2010

son zamanlarda en çok dinlediğim üç şarkıdan üç cümle alıntılayacak olursam bence ruh halimi başkalarının yazdığı kelimelerle de olsa gayet net bir şekilde ifade edebilirim.
başlayalım o halde...

i may be dumb but i'm not stupid in love (1)
since i met you, i’ve got everything to lose (2)
i could really use a wish right now (3)


(tıp)

Ağustos 18, 2010

sadece uyumak istiyorum masallardaki gibi. uyuyabilmek.

Ağustos 16, 2010

bazen kendimi çok şanslı hissediyorum hepsi bu.

Ağustos 14, 2010

gözlerimi kapattığımda bir arabanın ön koltuğundayım aslında... camdan dışarıya sarkan elimi yalayan ve yüzüme çarpan rüzgar yüzünden eminim böyle olduğuna. yanımda hep çok sevdiklerim. hiç toza bulanmamışız daha, hiç hayal kırıklığımız olmamış hatta. hepimizde pür neşe...
pür türkçesi, pure ingilizcesi, pur fransızcası, puro italyancası.
bir şekilde benziyor kelimeler birbirine değil mi?
o halde neden aşk ve sevgi olarak ikiye ayırdığımız şeyin karşılığını bulamıyorum başka dillerde?
ya da neden birbirinden çok farklılarmış gibi onyıllar önce ayrılmışlar bizde?
belki anadilimizden ileri geliyor bu bölüp parçalama, kılıflara sokup etiketleme isteğimiz ve alışkanlığımız. belki de doğamızda olanı dilimize yansıtmışız.
ama böyle olunca ben hiç hoşlanmıyorum ki...
hiç bulanmasın istiyorum sular
hiç dalgalanmasın
hep sakin kalsın ki huzur rahatsız olmasın.


yazıp yazıp sildiğim şeyler var, hatırladıkça unuttuklarım da. rica ediyorum sevgili evren, sahip olduğum -azıcık- huzur bozulmasın.

Ağustos 10, 2010

İnsansoğlu doyumsuz ya hani... Ağzından çıkanı da çıkmayanı da kulağı duymuyor bazen. Elim değmişken'lerden hoşlanmıyorum ben, özensiz yapılan şeyleri de sevmiyorum. Bir şey öylesine yapılacaksa hiç yapılmasın daha iyi. Onun hesabı ayrı bir şey. Çünkü hayat böyle. Ne ekiyorsan onu biçiyorsun er ya da geç. Bazılarıysa "içinden gelerek" yapıyor bir şeyleri. Sonra yan yana geliyor bu ikili. Biri neresinden tutsan elinde kalırken öteki içini ısıtıyor, yüzünü gülümsetiyor, resmen hayat enerjini veriyor sana sevgisiyle.

İyisi mi ne sen daha fazla zorla beni ne de ben "-miş gibi" yapmaya devam edeyim.

Ağustos 04, 2010

insan en büyük acısına bile hissizleşebiliyorken, bir şeylerin sonsuza kadar süreceğine inanmak ne büyük aptallıkmış.
bazen gerçekten burnunun ucunu bile göremiyorsun acıdan ve umutsuzluktan. sonra O geliyor, çeneni tutup yavaşça başını kaldırıyor. göz göze geliyorsunuz ve kemanlar giriyor araya, viyolonsellerin eşlik ettiği. dünyanın tüm yaylı çalgıları sarıyor dört bir yanı. sonra filmler geliyor, en sevdiğiniz karakterler sizin için rollerini tekrarlıyor. bazılarının başrolleri size veriliyor hatta. azınlık olmak böyle bir şey, herkes sizi çok seviyor.
beraber bir kitap yazmaya başlıyorsunuz, son sayfayı düşünmeden... biriniz gündüzü alıyor eline biriniz geceyi...
dünyada sizin zamanlarınız yaşanıyor, yarını kimse sormuyor.
peki bu yaşananların adı ne oluyor?

Ağustos 01, 2010

çok güçlü ve kirletici bir duygu olsa da engelleyemiyorum ve sanırım senden nefret ediyorum.

Temmuz 30, 2010

hep çok neşeli olacağım çünkü hala kötü şeyler oluyor. hadi hep beraber beni görmezlikten gelelim.
söz veriyorum çok güzel güleceğim. mükemmel olacak hatta. içten, en derinden.
önce kendimi bulmam lazım yalnız. neredeyim gören, bilen?

Temmuz 26, 2010

Temmuz 13, 2010

oysa kar yağsın isterdim ben, her şeyi örtsün. öyle soğuk olsun ki kanım akamasın damarlarımda. hareketlerimdeki ağırlık omuzlarımdaki yüke bağlanmasın. acı çektiğim bu denli anlaşılmasın.
yaz ortasında güpegündüz kar yağsın istiyorum üstüme. ben beyazı istedikçe siyahı alıyorum. ben soğuğu özledikçe sıcaktan yanıyorum.
bir kedi uyuyor sol yanımda, o kadar bebek ki daha hiçbir şey anlatamıyorum. konuşalım isterdim ben oysa. konuşabilseydik böyle olmazdı mesela.
aranızdaki en günahkar karşısında bile utançtan yüzümü kaldıramıyorum. nasıl devam edeceğim, ben ne olacağım gerçekten bilmiyorum.
ben'ledikçe seni özlüyorum.
ben, yapamıyorum.

Temmuz 09, 2010

"fell too far this time"

Hangi romanın karakterleriysek lütfen kitabı sonuna kadar okumuş birisi neler olacağını söylesin. Zira kendimde sayfalar arasında koşturacak gücü bulamıyorum artık.

Temmuz 06, 2010


artık burada, benimle oturmuyor.

i was not afraid to die - haziran 2010

Haziran 30, 2010

bunca olan bitene rağmen hala dayanıyorsam, hala vazgeçmiyorsam, hala tutunuyorsam bir şekilde; bunun tek bir sebebi vardır.

hayatta bazen mucizeler olur
bazen hiçbir şey olmaz.

Haziran 26, 2010

"ölüm gibi bir şey oldu
ama kimse ölmedi."

Haziran 25, 2010

üç ayaklı dengesiz iskemlem, hangi yönüne ağırlık versem düşecek gibi oluyorum.

Haziran 11, 2010

hey, i'm in love.
no, it'll never stop,
my hands are in the air, yes i'm in love.

Haziran 09, 2010

Ne denli huysuz olduğumdan bahsedebilirim sizlere. Son günlerde dünyanın en gereksiz şeyleriyle nasıl savaştığımı da anlatabilirim dilerseniz. Her şeyin nasıl tek tek batmaya başladığını, umut denilen hissin ya çoğunda ya azında nasıl boğulduğumu ya da.
Koca koca adamlar, kadınlar karşısında kendimi nasıl küçücük, nasıl ufacık, nasıl minicik hissettiğimi de söyleyebilirim.
Her sabah yataktan "hadi bakalım bugün de tek başınasın yavrucum, bunu senden başka yapabilecek kimse yok o yüzden pes etmek de yok" diyerek kalksam da her gece yastığa başımı "ne için uğraşıyorsun aptal" diyerek koyduğumu da anlatabilirim.
Nasıl hissizleştirildiğimden, nasıl başkalaştırıldığımdan, nasıl kendim olmaktan çıkartılıp sıradanlaştırıldığımdan, aynaya bakarken acaba hala aynı insan mıyım diye şüphe ettiğimden...
Birkaç kelime verseniz içlerini tam anlamıyla doldurabileceğimden...
Aciz hissettiğimden,
yalnız hissettiğimden,
çaresiz hissettiğimden...
Ya da dilerseniz hiçbir şeyden. Tümüyle gurur duyduğum etrafımdakilerden...

Yine de "everyday i wake up i choose love, i choose light" diyen bu kızın ağzını burnunu kırmadan rahatlayacağımı sanmıyorum. Ama hayatım böyledir benim. En büyük ironiyi alıp tavana asar altına yatar gülümseyerek izlerim, sonra da ışığı söndürüp çıkar giderim.

Haziran 02, 2010

"perchè questo dolore è amore per te"

koca salonda tek başımayım. bütün koltuklar benim. bir uçtan diğerine gerdiğiniz bu koca perde, aslında o da benim. peki ya üzerindeki yüzler, eller, arabalar, elbiseler, evler, kollar, bacaklar... onlar da ve dahası! hatta müziği de, hepsi benim.

daha önce kendimi hiç böylesi anlatmayı denememiştim. bahçede bıraktığım izmarit diğerleriyle yan yana gelince öyle gergin ve huysuz ki, üzerindeki dudak izlerinden ve yarım kalmışlığından belli ki o da benim.

bütün hatıralarım, bütün yaşanmışlıklarım, bütün yaşanacaklarım, ellerim, gözlerim, dudaklarım, ellerim, kalbim, saçlarım, dövmelerim, ellerim, giysilerim, arkadaşlarım, ellerim, biriktirdiklerim, küpelerim, parfümlerim, sol elimdeki yüzüğüm, ellerim, ellerim. en çok da ellerim, biraz çektiklerim birazı da kelimelerim. bunların hepsi benim. gördüğün, duyduğun, hissettiğin her şey ben'im.
ve ben ya her şeyi bıraktım ya da her şeyi sırtladım
yalnızca sana geldim.
çünkü ben seninim.
çünkü ben -en az aynadaki akisin kadar- sen'im.

Haziran 01, 2010

o koluma dokundu, ben yanağını okşadım.
mutlu olduk.

Mayıs 21, 2010

Mayıs 03, 2010

tren garının üzerinden geçiyoruz. otobüste yan yanayız. o şarkı çalıyor, yeni keşfettiğim(iz) zamanlar. ağladığımda, kendince birkaç neden sıralıyorsun. hiçbiri gerçek değil. yine de kılıf olarak çok uygunlar aslında. hep kılıfları doldurarak yaşamak, yormadı mı hala?
ne zamanını hatırlıyorum yaşananların, ne adlarını insanların. kelimeleri unutmadığımdan bahsediliyor bazen, onlara güvenip zorluyorum ama gelmiyor cümleler saklandıkları yerlerden. gelmesinler de zaten, unutulsun geçmişte kaldığı için unutulacaksa yaşanan her an. hissettirdikleri ya da hayal meyal hatırlanmaları da yeter zaman zaman.

ve siz, öyle güzelsiniz ki her anınızla, ne adınızı unutmak isterim bir gün ne de vücudunuzun herhangi bir ayrıntısını. madem ki kelimelerdir, hislerdir, olaylardır bana yaşananlardan arta kalan, o halde belki de bu yüzdendir bu denli fotoğraf çekmem, anlık görüntüleri kaydetme çabam.

Nisan 04, 2010

"The reason I forgive you is because you are not perfect.
You are imperfect, and so am I."

Nisan 02, 2010

sia'nın yeni albümü we are born kadar tatlı şeyler yazacağım, önce birazcık daha yüklensin ama anlaştık mı?

Mart 30, 2010

bugünlerde olmuyor. ne ellerim devriliyor ne cümlelerim evriliyor. öyle bir durma hali ki, nasıl tekrar ittireceğimi bilmiyorum. ben sana güzellikler diyorum, bahar diyorum, güneş açıyorum; sen dudaklarında belli belirsiz bir şarkı mırıldanıp ellerini gözlerine siper ediyorsun.
belki de uzun zamandır kedi görmediğim içindir.

Mart 27, 2010

selam sevgili okuyucu, naber? iki tek atıp temizlenelim mi?

Mart 24, 2010

Madem bugüne böyle güzel bir maille başladım o halde bir istisna yapıp her zaman yazılanların aksine küçücük ama kocaman bir teşekkür yazabilirim buraya. Çünkü onlar inançları ve bağlılıkları yüzünden en büyük teşekkürü hak ediyorlar.
Bunlardan birisi mesaj yollayan arkadaşın, diğeri sensin takvim değiştirip tekrar başlayan... İyi ki geri geldin, benim gibi.
Bir de entelektüel sohbetlerimizle -canım benim- birbirimizi büyüleyip bardakları tokuşturduğumuz, mısırları hep benim yememe izin veren var ki...
Öncelikle sadece üçünüze, sonra bilmediğim hepinize çok çok çok teşekkürler.

Mart 21, 2010

kaç pazarı senle geçirdim, kaç pazar sensiz geçti... durup bunları saymak istiyorum mesela. o denli büyük bir akılımı yitirmişlik hissi. odamın kapısını hiç açmasam aslında. arkasına bütün hatıralarımı yığsam, ki bir kısmını artık daha fazla taşıyamayacağım için doğum günümde çöpe attım. doğum günlerinde hatıraları çöpe atmak... dışarıdan baktığında o kadar "oldurulmuş" bir sahne gibi gözükse de hey! sen, içi kötü olan. ben bunu yaptım. neyse. şimdi hiçkimseye ve hiçbir şeye sinirlenmeme zamanı. tüm dünyayı oluruna bırakma... dünyayla bir derdim var fark etmeyen olduysa şayet şimdiye kadar bunu açık açık söylemem gerekiyor demektir. demek ki sen de benim kadar aptalsın sevgili farkında olmayan kişi. hiç üzülme. yalnız değiliz, bizden daha akıllılarla bir arada yaşıyoruz. tek eksiği zihnimizde zannediyorlar oysa ki eksikliğin en büyüğünü kalbimizde hissettiğimizden mütevellit, bakidir aptal halet-i ruhiyemiz ve mevcudiyetimiz.

şimdi durup desem: öyle güzel kahvaltılarımız oldu ki. farklı desenlerdeki çarşaf, yastık ve yorgan kılıfı öbeğinden sıyrıldıktan sonra, hep birimiz gitti un tradition sésame alıp geldi. evde kalan diğeri o sırada sobanın üstündeki masaya, boyası biz kullana kullana kabaran, yer yer soyulan, her anımıza evdeki diğer tüm eşyalar gibi şahit o dört ayaklı kapaksızlığından kutu demeye dilimin varmadığı masaya bir bir sevdiklerimizi getirdi, bıraktı. masada iki tabak, iki çatal. evde iki sandalye. birinde sen birinde ben. bazı zamanlar birinde ikimiz birden...

sessiz anlar. hiç sevmiyorum öylesini. yatağın içindeyim, dışarıda önce sen, sonra oda, sonra şehir. kulağımdan içeri geliyorlar. yorgan yetmiyor -ki duyuyorum. duymamayı tercih etmeye çalıştığım anlar. gereksizce uyuyorum. içimde çıt çıkmıyor. herkes köşeleri kapmış ne yapılacak acaba diye birbirine bakıyor. pişmanlık, çaresizlik, acınma isteği, sevilme isteği, dokunma/dokunulma isteği. en içte, öylesine büyük ki. insanlığımdan öleceğim. aslında büyük fırtınalar. dışımda her şey süt liman. dudaklarım kenetlenmiş gibi. içimde çıt yok. dışımda çıt yok. ah! bir "çıt" etsem, bütün büyü bozulacak sanki, bize bir vakit daha verecekler, ah bir "çıt" etsem bütün gerekliliklerden kurtulup senin olacağım sanki.
bu dünyada biriyle olmaktan daha güzel bir şey varsa şayet o da onun da sizinle olmasıdır herhalde.

kafam çok dolu olduğunda yapamıyorum. savaş anlarında sus pus olan veletler, eksiklik anlarında hep ortalıkta koşturuyorlar. beynimin içinde kırk tilki, kuyruğu birbirine değmeden dolaşıyorlar. sağa dönsem aynı sensizlik, sola dönsem bi'şey değişmiyor...
hani yapmayayım diyorum, bahsetmeyeyim diyorum sevgilim ama, burada günler senin adınla başlayıp senin adınla bitiyor...

Mart 18, 2010

dünyayı, dünyada dönen olayları ve en önemlisi içinde yaşadığı kaba böylesi zarar veren insanları anladığım zaman öyle büyük bir aydınlanma yaşayacağım ki, aydınlıktan öleceğim herhalde.
mutluluğunun kıymetini bilmeyen insanlar sürüsü, ağzınızı hem hiddetle hem de sakinlikle -ikisi bir arada nasıl barınacak bilmesem de- ayıptır söylemesi kırmak istiyorum.
en nefret ettiğim ve tiksindiğim yanınız da -ki hepinizde garip bir şekilde ortaktır bu- "aa canım n'oldu ki n'aptım ki ben şimdi?" şaşkınlığınız ve asla tutmayacağınızı ezberlettiğiniz halde utanmadan defalarca aynı sözleri verebilme aptallığınız.
bari size değer verenlerin hayatından çalmayıp varsa kendiniz gibilerin toplandığı bir komunite, gidip orada mutlu mesut yaşayınız. yeter ki size benzemeyen -ki "hassaslar topluluğu" diyebiliriz onlara rahatça- insanları rahat bırakınız.

Mart 16, 2010

hayatta bazı anlar olur asla dönülmek istenmeyen, içinde sonsuza kadar yaşanılmak istenenlerin aksine.
bazı kişiler olur bir de yüzünü bir daha asla görmek istemediğiniz, sonsuza kadar ayna misali bakmak istediklerinizin tersine.

sadece birkaç hafta sonra, birkaç bilet sonra, yine özlediğim her şeyin hayatımın ortasına yerleşecek olması ne kadar güzel diye sorarsanız şayet, ne ben cevap verebilirim ne de siz anlayabilirsiniz.
ben size muzu ne kadar sevdiğimi anlattıkça, siz elmayı neden sevmediğime takılırsanız bu iş cidden olmaz.
şimdi ortak noktada buluştuysak, bütün planları yapıp karnımızı da doyurduysak, evden çıkmadan önce dişlerimizi fırçalamaya gidiyoruz biz. geceleri de üşüyen dilimize kazak giydiriyormuşuz zaten. öyle bir sevgi hali ki neresinden tutsam daha da büyüdüğünü/büyüdüğümü hissediyorum.
oluyor mu öyle?

Mart 13, 2010

şimdi burada olsan gözlerinin içine bakıp seni ne kadar çok sevdiğimi söylerdim. burada değilsin ve ben sadece ağlamak istiyorum.

Mart 10, 2010

öyle tatlı bir hayat ki her sabah dışarı çıkıp gökyüzüne bakıp teşekkür ediyorum. insanın sahip olduklarının farkında olması ve sahip olamadıkları için üzülmeyi kenara bırakması ne güzel bir şeymiş meğer...

Şubat 22, 2010

biliyorum ve inanıyorum ki her şeyin daha temiz, masum ve basit olduğu zamanlar vardı.
daha sonra insanlar doyumsuzluk ve yalanla tanıştı. her şeyin dengesi değişti, ilişkiler çürümeye, kopmaya başladı, bozuldu.
belki kaos da tam böyle bir şeydir.
dünyanın eskisine oranla daha hızlı yok olduğu bir ortamda, yaşadığı dünyayı yok edebilecek denli kör, cahil ve bencil insanlara güvenmek pek de akıl karı değildir.
yine de bir şey ya siyahtır ya da beyaz.
bu noktada size ait olan tek şey seçimlerinizdir.

sahi insan denilen aç varlık neyle yaşar? neyle beslenir? neyle yetinir?

Şubat 19, 2010

insanın hayatında bazı isimler olur, ne kadar duymak istemese de sürekli karşısına çıkar. en yakın arkadaşlarının o isimde biriyle ilgili anlatacak hatıraları olur, onların sevgililerinin eski sevgililerinin ismi mutlaka bu olur, yeni sınıfında mutlaka o isme sahip bir kişi olur ve arkadaş olmak zorunda kalırsınız gibi gibi...
hayatımdaki bu ismin tüm dünya barışı adına yasaklanmasını diliyorum.

Şubat 16, 2010

when you gonna come home?
i just gotta know
when you gonna come home?
i never know when you'll return.
i'm in love with a robot

cümleleri ile beni benden alan canım röyksopp şarkısından sonra başıma gelendir: ön iki dişi sivri ve keskin hatlarla bitmek yerine yuvarlak olanlar var ya, canımsınız. hep de öyle kalacaksınız.

Şubat 13, 2010

Did you say it?
"I love you. I don't ever want to live without you. You changed my life."

Did you say it?

Make a plan.
Set a goal. Work toward it, because this is it.

It might all be gone tomorrow.



Bunun farkına vararak yaşadığımdan beri hissettiğim her şeyin boyutu, türü değişti aslında. Benim gibi büyüdü sanki bütün duygularım.
Hayat biraz da böyle bir şey sanırım, hem içinin hem dışının birbirine değmeden büyüdüğü...

Şubat 12, 2010

kafamın içinde dönüp duran, odamın duvarları arasında çalıp duran çok sevdiğim şarkının sözlerini internette bulamadığımda nasıl çaresiz hissediyorsam kendimi, o kadar çaresiz hissediyorum şu an.

it's right here.

Şubat 10, 2010

ki ben size dünyanın en mükemmel sevgilisiyle, dünyanın en güzel şehrinde hayatımın en güzel günlerini geçirdim desem, hadi canım abartma diyebilirsiniz.
bu yüzden ne ben bu cümleyi -size- kuruyorum ne de siz bana böyle bir cevap veriyorsunuz, anlaştık mı?

Ocak 29, 2010


my knees are shaking baby
my heart, it beats like a drum.

it feels like,
it feels like i'm in love!

Ocak 28, 2010

dance in the dark için okuduğum aşağıdaki tanımı buraya almamak olmazdı.

"bir lady gaga şarkısını analiz etmekle kaç kişi uğraşır bilinmez ama yazalım bulunsun:

(bkz: marilyn monroe)
(bkz: judy garland)
(bkz: sylvia plath)
(bkz: prenses diana)
(bkz: jonbenet ramsey)

tanım: aslında olağanüstü olduğu halde hayatlarındaki öküz erkekler nedeniyle özgüveni yerlerde gezen/bir şekilde bu erkekler yüzünden hayatını kaybetmiş kadınları anlatır/onlara adanmıştır."


sözlerde geçen marilyn, judy, sylvia, ramsey ve diana bu yüzdenmiş demek ki.
holi fak. ummadık taş yine baş yarıyor.
bir gün kedim olacak benim de. uzun kuyruğu, tüyleri, yumuşacık karnı olacak. uyurken benimle uyuyacak uyandığımda mama kabına doğru giderken ben, oraya benden önce koşup miyavlamaya başlayacak.
veterinere gideceğiz beraber, siz de kalın içeride o zaman huysuzluk yapmıyor diyecekler, patisini tutacağım.
gerçekten bir gün minicik bir kedim olacak benim hiç terk etmeyeceğim ve her zaman çok seveceğim.
peki o güne kadar böyle kimsesiz yaşamaya nasıl devam edeceğim?
çok içimden taştı bugün, bir kedi olsun, benim olsun. adı sanı, soyu sopu önemli değil yeter ki her sabah yanımda olsun.

diyen bünye için geliyor,
bisiktirgitallaşkına.


less is more.

Ocak 26, 2010

o kadar yorgunum ki parmaklarımı kıpırdatacak halim yok.

http://trenchmaker.deviantart.com/art/Kittehmoticons-151814210

linkteki resmin üstüne tıklarsanız kocaman olur, mükemmel olur.

Ocak 25, 2010

Her şeyi bir tek kişi için yapmak istediğiniz anlar olur hayatınızda. Sadece onun yanında güvende hissedersiniz kendinizi ya da sadece onu korumak istersiniz dünyanın tüm kötülüklerinden. Geriye kalanlar zaten bir şekilde devam ediyorlardır ama konu O'na geldiğinde, hiç incinmesin, yaralanmasın diye dönüp durursunuz etrafında.
Tüm bunları yaparken çok şeyden vazgeçebilirsiniz, pek çoklarını ihmal edebilirsiniz ama gün geçtikçe, bitiş çizgisine yaklaştıkça o kadar heyecanlanırsınız ki, kalbinizin ters döndüğünü, midenizin artık ayağa kalktığını, gözlerinizin titrediğini söylersiniz. Saçmalarsınız ama olanlar tam da bundan ibarettir, bir şey yapamazsınız.
Bazen kendiniz için sonsuza kadar susar, sadece onun için ölene dek konuşursunuz. Öleceğinizi sandığınız her an yeniden doğarsınız. Dünyanın aranıza girmesine izin vermemek için sımsıkı sarılırsınız ve hiç ayrılmayacağınıza inanırsınız.
Hayatınızın aşkını bulduğunuzda, onun O olduğunu bildiğinizde ve yanılmadığınızda her şeyin mümkün olduğunu hisseder ve hiç durmadan sabrınızı sınarsınız.



İki kadeh sıcak şarap, karşı sandalyenizde onun varlığı ve küllükte birkaç sigara için, o mükemmel anın her saniyesini tekrar yaşamak ya da hatırlayabilmek için... Sayısız hatıralarınıza yenilerini eklemek için... Bütün olup tamamlanana kadar parçalar halinde yaşamaya devam edebilmek için... Kötü şeylerin olduğu bu koskoca dünyada kendinizi evinizde hissettiğiniz tek yere tekrar dokunabilmek için, her şey ne kendiniz ne de onun için, her şey aslında birbiriniz için...
ve seni sevdiğimi, hep seveceğimi bildiğin için...

Ocak 23, 2010






"but, if you lose your love,
if you think you're losing your love...
well,
then suddenly, nothing else matters."

Ocak 22, 2010

"insanın başkasına söyledikleri kendi duymak istedikleridir.
yazdıkları, okumak istedikleridir.
sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir."


gecenin 3'ünde -en zorlu geçen final döneminde- o kadar iyi oldu ki bunu okumam ve bir kez daha "dan dan dan" sesini kafamın en derininde duymam...

insanın biraz şaşırmak istemesi şımarıklıkla özdeşleştirilebilir mi? gerçekleşmesini çok istediğim ufacık sürprizler -belki bir gün- gerçekleşir mi? insanlar bir gün beni ablukaya almayı keserler mi? kaybettiğim güven ve özgüven ikilisi eski yerlerine dönerler mi? cevabını bildiğim şeyleri durmadan sorsam, zihnimdeki her şey tükenir mi? dünya, nasıl olsa yapacak, beni daha çabuk tüketebilir/öğütebilir mi?

Ocak 21, 2010

ki en sevdiğim şarkılarıdır,
"rüyalar olmasın diye
gözlerim açık her gece, şimdi."

ben bu yorganın altında kafamı yumuşacık yastığıma dayamış duvar kağıdımın üstündeki çizgileri tek tek incelerken ve hepsini daha da içimde hissetmek için hepsine tek tek parmak uçlarımla dokunurken ki parmak uçlarımdan -ilk defa- bir yazıda bahsediyorken, dışarıda bir dünya vardı ve, dönüyordu.
ve'den sonra virgül olmaz. (oysa durup soluklanalım istemiştim, neyse)
iki artı iki de her zaman dört etmez derlerdi.
oysa kütüphane koltuğunda iki büklüm olup kitap okuyan o sakin ve korunmasız haldekiyle bugün burada duranın aynı insan olması garip.
dışarıda kuşlar ötüyor, saat sabahın 5'i. bugün "iki küçük kuşu öldürdüler" cümlesini fransızcaya çevirdim. çalışmadığım yerden sormadığınız sürece hazırım.
peki, dışarıda neden kuşlar ötüyor? saat neden 5'e yaklaşıyor?
içimde sevgiler var, içimde düşünceler var.
içimde allahın belası korkular var.

freud'dan çok güvendiğim ve sevgi dışında değerler de yüklediğimin söylediği gibi;
tiens-moi parce que je suis rien.

alors, tu vais tenir moi?

Ocak 19, 2010

"+ i love you
- you do?
+ i do.
- i love you too."


en güzeli de güç dengelerinin değişimlerine şahit olup bundan bile haz almak herhalde. sevginin kalıcı olduğunu hissederek yenilenmek.
ve sen o'sun diyerek gülümsemek. her zaman cevap almasa da rahatlatır insanı, hayatındakinin "o" olduğunu bilmek. bilerek sevmek, severek öğrenmek.

Ocak 18, 2010

bir uçurtmam olsa mesela. saatlerce koşturarak onu uçursam, kuyruğuna kırpılmış gazetelerden ilaveler yapsam ki daha da yükseklere çıkabilsin. tamamını rengarenk boyasam, bana ait olmayan gökyüzüne bıraksam, önce gevşek sonra sıkı. çok sert çekersem çakılacağını bilsem. bildiklerimi unutmasam. sevdiklerimi itmesem. gitmesine izin vermesem, gitmeyi hiç istemesem.
keşke birkaç gün içinde yeniden ağlayabilsem.

Ocak 16, 2010

"Tüm hayatımızı gelecek için endişelenerek geçiririz. Gelecek için plan yaparak, geleceği tahmin etmeye çalışarak...
Sanki geleceği bilmek darbenin etkisini azaltacakmış gibi...

Ama gelecek her daim değişir.

Gelecek, en derin korkularımızın yaşadığı yerdir. Ve en vahşi umutlarımızın.
Ama tek bir şey kesindir. Sonunda kendini gösterdiğinde kesinlikle hayal ettiğimiz gibi değildir."

Ocak 14, 2010

"Hayatının en büyük gününü tanıyamazsın, tam ortasına gelmeden olmaz.
Bir şeylere ya da birilerine, bağlandığın gün.
Kalbini kırdırttığın gün,
ruh eşinle karşılaştığın gün.
Sonsuza kadar yaşamak istediğin için yeterince zamanının olmadığının farkına vardığın gün...
En büyük günler bunlardır.
Mükemmel günler.

~ for anything for everything"

Ocak 13, 2010

it's humiliating because here i am begging.
so pick me.
choose me.
love me.

c'est tout.

Ocak 12, 2010

Ocak 10, 2010

TDK sayesinde seçtiğim günün en anlamlı kelimesini paylaşıyorum,


Günü: Zamanından önce doğan yavru.

Ocak 06, 2010

daha uzun nefesler alıp verdiğim zamanlar bunlar. şarabı kadehte unuttuğum, kitabın sayfasından çok daha ötede bir noktaya gözümü dikip dakikalarca hiçbir şey yapmadan oraya bakarak durduğum zamanlar mesela.
kocaman aynalı, mavi beyaz taşlarla kaplanmış küçük pencereli bir banyoyu düşündüğüm otobüs yolculukları aslında. kendimi her sabah aynadan alıp her gece dişlerimi fırçaladıktan hemen sonra yine aynı yere, aynaya bıraktığım el alışkanlıkları ya da.
kelimelerin kökenlerinden öte, kelimelerin harflerinden öte, kelimelerin söylenişlerinden en çok da yazılışlarından yazılışlarından ve yazılışlarından öte, hissettirdiklerinin önem kazandığı zamanlar. suskunluk anları.
birbirimize çok kızdığımız ve günümüzün kötü geçmesine sebep olduğumuz bir anı geride bırakıp zamana bırakıp her neyse geçmesi gereken ona bırakıp günler sonra tam da bugün karşılaştığımızda sımsıkı sarılıp öpüştüğümüz anlar aslında. ya da ellerinin ellerimi tuttuğu, benimle konuşurken gözlerinin dolduğu, belki benim de senden hemen sonra ağladığım...
belki bir yağmur bulutundan hazırlıksız düşermiş gibi, londra'da...
ansızın güzel bir kelime, her şeye rağmen. (ki her şey derken?)
sizden ya da senden gelen.

Ocak 02, 2010

dün ihtiyacım olan her şeyin gerçekleştiğini bilerek uyanmak o kadar güzel ki...
günümün en sevdiğim cümlesini az önce okudum, hem de dişlerimi fırçalayıp american boy'a eşlik etmeye çalışırken, bazen içimdeki kanye west'e dur diyemiyorum.
"life is good when you risk it all for a feeling"

bugün güzel bir gün. dünden en büyük farkı da bu.
hier, il m'a sauvé la vie.
salut!

Ocak 01, 2010

biri karşıma otursun, elimi sımsıkı tutsun. sonra saçlarımı okşayıp başımı omzuna yaslasın ama hiç konuşmasın. yorganı açıp beni yatağımın en derinine soksun ve üstümü örtsün. gözlerimin içine, en derinime dimdik baksın ve sonra beni öpsün.
her şeyin daha güzel olacağına inanmak için buna ihtiyacım var sanırım.