Eylül 30, 2011

Yazılarımdan hoşlanmadığımı söylemişsindir belki. Sinirine dokunmaya başlamıştır her şey. Yaptıklarım, yazdıklarım, davranışlarım. Hatta varlığım.

Bugünlerde en çok bu fotoğrafa takılıp kalıyor gözlerim. Belki sol gözümün bu denli sancıması bundan. İnsanın solunda olan hiçbir şeyin iyi olduğuna inanmıyorum artık. Paltosu saçlarına inat simsiyah. Gece gibi. Geceyi üzerine giymiş de gündüze çıkmış gibi. Elleri tam göğüslerinin altında, belki kemerini sıkılaştırıyor. Üşümüş dahi olabilir, önündeki kadında ise palto altı mini etek var. Zaten kalabalık onunla ilgileniyor. Sayılarından emin değilim. Tam göremesem de dört olabilirler. Çok önemli bir mesele hallediyor gibi hararetliler. Yüzleri önlerine dönük. Geceyi giymiş kadın ise bana bakıyor. Suratındaki ifadeden ürküyorum. Saçları ya dağınıkça başının arkasında toplanmış ya da bir kadına yakışmayacak denli kısa.

Kulağıma eğilip defalarca beni nasıl sevdiğini fısıldamışsındır belki. Kalbini ısıtmaya başlamıştır her şey. Yaptıklarım, yazdıklarım, davranışlarım. Hatta yalnızca odadaki, yanındaki varlığım.

Uçsuz bucaksız görünen bir binanın önünde duruyorlar. Belki bir müze çıkışındalar. Grup halinde gördükleri sanat eserlerini tartışıyorlar. İçeride notlar aldı mini etekli olan. Evine gidince kitaplığındaki koca koca ansiklopediler arasında kaybolup araştıracak. Saçları uzun. Kadın gibi kadın dedikleri cinsten. Dizlerinin altında biten çizmeleriyle bir ayağını geride bırakarak daha alımlı olduğunu düşündüğü bir pozisyonda duruyor. Adamlar arasındaki kadın. Kalabalıktaki aksini arıyor. Saçları kısa olanın üzerine pus düşmüş. Paltosunun eteklerinden itibaren ayaklarına kadar bir siyahlık. Sanki dumandan varolmuş gibi yerle bağı görünmez olmuş. Yüzündeki ifadeyi seviyorum. Tiksinerek bakar gibi. Hayattan ve insanlardan bir adım geride durmayı öğrenecek ve tercih edecek kadar çok görmüş geçirmiş, belli. Ellerini kendine dolamayı, yalnızca kendinden medet ummayı öğrenmiş.

Diyeceğim o ki, hepimiz insanız aslında bir yerlerde. İçimizde, sağımızda, solumuzda, dışımızda. Benim içimde de, senin içinde de. Var olduk, olabildik bir şekilde. Bana şöyle yapmamı söylediler, böyle yapmamı söylediler. Kendime şöyle yapmamı da söyledim böyle yapmamı da söyledim. Gidilebilecek her yolu gittim gittim, yine de buraya geldim. Sanırım her şeyin hep kusursuz olmasını istedim. Beceremediğimde biraz direndim. E mukadderat, önünde sonunda ben de öğrendim. Ne acıtır ne ısıtır bundan sonra varlığım seni. Tıpkı benim ne iteceğim ne de seveceğim gibi seni.

Bugünlerde en çok bu fotoğrafa bakıp durduğum için, gözlerim takılıp kaldığı için, belki de her şeyin fazlası zarar olduğu ve hayat bana bunu bu yolla öğretmek istediği için, belki de, sol gözüm acıyor.
Sol yanım melanet ama sanma ki sağ yanım cennet. İyisi mi sen hiçbir şey söylemedim farz et.

Eylül 26, 2011

Öyle güzel cümleler ki sanki daha önce hiç yazmadıklarım... Hiç düşünmediklerim... Hatta hiç hissedip içimde taşımadıklarım. Ancak gel gör ki şimdi ben bunları kime söyleyeyim?
Bazı şarkıların canlı versiyonlarının albüm kayıtlarından daha içe işler olması gibi, öylesine yeni, öylesine canlı, öylesine ürkek ve telaşlı, bazen.
Yine de gel gör ki şimdi ben bunları sana nasıl söyleyeyim?

Eylül 25, 2011

Sonra ansızın* fark ettim ki, aslında bu dairenin içinden çıkmak hiç de zor değildi. Bir adımımı dışarı attığım an diğeri de peşinden gelecekti. O halde daha fazla zaman kaybetmenin hem anlamı hem de hiçkimseye yararı yoktu.
Adımlarımı dışarı attığımda, bir aralık sudan çıkmış balığa döndüğüm gerçeğini saklayacak değilim. Yine de böyle olmasını beklemiyordum.
Çocuk kahkahaları, güneşin yüzümde parlaması, çimenlerin beni bağrına basıp saçlarımı koklaması... Sıralamasını hatırlayamadığım dünyevi güzellikler. Yine de dünyanın bütün hazlarını tatmaya yönelik açlığımız hiç geçmeyecek değil mi?

(...)

Ve ben susmuştum başlarda. Konuşmayı denemiştim sonrasında hatırlarsın. Artık o denli eminim ki sustuklarımdan. Çünkü yoruldum konuştuklarımın anlaşılmamasından. Dudaklarımdan dökülen basit kelimelerin kulaklarına dolup zihnine ulaştığında bambaşka varlıklara, öcülere, cinlere, karabasanlara, kabuslara dönüşmesinden. Ve gözlerinden çıkan, çıktıkça üzerime yapışan etiketler(in)den.

(...)

* "Hatıra gelmeyen bir sırada, ani, anide, aniden, ansız, apansız, apansızın, birden, birdenbire, dangadak, defaten, durup dururken, fücceten, gürpedek, larp, larpadak, patadak, pattadak, rappadak, şakkadak, şapadanak, şappadak, şırakkadak, bedaheten, fücceten, nagehan, vehleten"



ve hala ısrarla, ilk ve ikinci anlamıyla, ben yeterince anlatamadıysam diye sana, sözlüklerdeki anlamlarını bulup çıkartıp getirdim karşına. Bu da son parmağımı kıpırdatışım olsun, yalnızca senin hatırına;
"yalnız olma durumu, kimsesizlik. Kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık"


~

Artık sus, lütfen.

Eylül 22, 2011

"are we gonna sink or swim?"

diye sorduğunda yine tırnaklarımı avcuma geçirip sıkmaya başlamışım fark etmeden. Gergin olduğumda sürekli dudaklarımın içini ısıra ısıra kanatmam gibi, vazgeçemediğim tatlı alışkanlıklarım.

"it's about to get worse, before it gets better"

dediğinde yine yüzümü göğe dönüp bulutları izlemeye başladım. Uzun zamandır kaybettiğim -bir şekilde uzağıma düşmüş- cümlelerimi bulmuştum. Yavaş yavaş hepsini içime işledim. Cümlelerim olmadan bir hiç olduğumu düşünüp hiçliğime sevindim.

"it's just a feeling, a feeling"

dediğinde bir film izlemek üzereydim. Sonunu başından bildiğim. Film boyunca söylediklerini düşündüm. Grace'in bir köyü nasıl yerle bir edebileceğini. Kendisine yapılan kötülüklere karşılık dökülecek kanın ona ne denli iyi gelebileceğini. İntikama inanmadığım için, belki de, yenildim.

"daha yüksek sesle ve sık sık tekrar edebilmek için: hayatım ve hayatıma olan sevgim adına yemin ederim ki, hiçbir zaman bir başkası için yaşamayacağım ve başkasından da benim için yaşamasını istemeyeceğim. "

cümlelerini okuduğumda ise zaten çoktan ağlamak üzereydim. Kalktım, sana ait her şeyi. İnanır mısın gerçekten de her şeyi, önce yırttım sonra yaktım ve çöpe attım. Her şey böylece bitti. Ya da ben biteceğine inandım. İşte orasını bilmiyorum sevgilim, bekleyip göreceğiz o yüzden.

"i hope it gets better"

'cause

"i'm gonna win a prize tonight if i don't cry"