Ocak 30, 2007

Mavi Gömlekli Bey ve Oğulları

Beni bugün askere almadılar.
Sabahın en erken vakitlerinde kalktık, yola çıktık. Önce kahvaltı için Kızlar Ağası Hanı'na gittik. Biliyor musun abim senin oturduğun yere oturdu. Senle yaptığımız gibi önce çay içip kahvaltı yaptık ardından kahvelerimizi içip "bu telveden de amma fal çıkar, fal bakan da yok ki" diyerek hayıflandık. Daha fazla geç olmadan kalktık ve ikametimize en yakın askerlik şubesine gitmeye başladık.
Beni bugün askere almadılar.
2 gün önce traş oldum, çektirdiğim vesikalık fotoğraftan 8 adet aldım. Dün gece tekrar traş oldum ve yattım. Askerlik şubesine girmeden önce piercinglerimi çıkarttım. Kulağımdakini çıkartırken ucu çamura düştü, bulamadım. Onu kulağımdan senelerdir çıkartmadığım ve bugün ucunu kaybettiğim için çok üzüldüm ama yine de çaktırmadım. Korka korka şubeye girdim.
Beni bugün askere almadılar.
Masada oturan bayan "mavi gömlekli beye öğrenci durum belgeni vereceksin" dedi. Mavi gömlekli beye gittim. Belgemi uzattım. Senin devrelerin askere gitti, sen yoklama kaçağı olmuşsun, dedi. Çok korktum, bir an o binadan hiç çıkamayacağım sandım. Fakat bunun yersiz bir şaka olduğunu, genelde acemi olanlara hep yapıldığını biraz sonra anladım. Öğrenci durum belgemi alıp fotoğraflarımı almadıkları için çok bozuldum ama kimseye çaktırmadım. Öğrenim hayatım bitene kadar askerliğimi tecil ettirdim.
Beni bugün askere almadılar.
Eve geldim fırın makarna yedim ve kendime iğrenç bir neskafe yaptım. Çamura benzeyen ya da ucuz şehirlerarası otobüs şirketlerinde verilen bu kahveyi tiksinerek, Sıtarbaks'a gideceğimiz günlerin hayalini kurarak içtim.
Beni bugün askere almadılar ve ben bugünün öncesinde bana yapılan tüm söylemlerin düpedüz yalan, korkutmaca olduğunu anladım, yeniler neden korkutmaya çalışılır anlamadım.

Evet, ben bugün askerliğimi tecil ettirdim ve İzmir'deki son önemli işimi de böylece bitirmiş oldum. 15 Şubat 2007'de Ankara'nın bilmem hangi semtinde mutlu ve karlı olacağım günü iple çekmeye başladım.

Ocak 29, 2007

Cevdet Bey ve Sorgulama

Cevdet Bey ve Oğulları bitti. En çok kimi benimsedim, kimi sahiplendim, kimden nefret ettim henüz bilmiyorum. Sanırım biraz sindirmem gerekiyor.

~

Soğuk.
Hava tenine milyonlarca iğne ucu gibi batıyor. Korunmak için atkısını çekiştirip dışarıda kalan ellerini cebine sokuyor. Sürekli elleri cebinde dolaşmasının pskiolojide nasıl bir açıklaması olabilir acaba? Son zamanlarda bunu merak etmeye başladı. Belki de hiçbir açıklaması yoktur, diyor kendi kendine. Zaten kurduğu pek çok cümle hep kendine. Hareketlerinin açıklamalarını neden merak ettiğini bilmese de bildiği bir şey var. Dış göz olarak ona bakan insanlar farkında olarak veya olmayarak yaptığı şeylere anlamlar yüklüyorlar. Bunların çoğuna katılmamakla beraber yine de sorguluyor. Hala eskiden olduğu gibi hayatı ve şimdilerde olduğu gibi kendini.

Ocak 28, 2007

Ben Nazım Hikmet

Dün çok uzun bir aradan sonra tiyatroya gittik. Burnumuzun dibine kadar gelen muhteşem oyun kaçırılmazdı. Hatta oyun da değildi bu. Bambaşka bir şeydi. Bir sunum denebilir mi acaba, bilmiyorum.

Oyuna yarım saat kala Konak Devlet Tiyatrosu'na ulaştık. Yer bulacağımızdan adımız kadar emin gişeye yaklaştık ama sonuç hüsran. Merdivende otursak, ayakta dursak, dememiz de fayda etmedi yine de yılmadık. Sigaralarımızı sinirden yer vaziyette bahçede beklemeye başladık. Umut fakirin ekmeği, karnımızı doyurduk. Böyle anlarda hep bir kurtarıcı olur ya, yine oldu. Fazladan bileti olanlardan biletlerimizi aldık, koltuğumuza yerleştik.
55 dakika boyunca adeta gözlerimi kırpmadım, nefes almadım, ses çıkartan herkese içimden küfür ettim. Ben böyle bir oyun izlemedim.
Eğer izlemediyseniz bu oyunu takip edin, Nazım'ın sesinden kendi mısralarını dinleyin, hiç görmediğiniz fotoğraflarını görün, Olcay Poyraz'ın hissettiği her cümleyi size de hissettiriyor oluşuna hayret edin, şaşın, apışın ve salondan benim hissettiklerime yakın duygularla ayrılın.
Ağlamamak için kendimi tutmayacağım artık.


"Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!"


oyunla ilgili link

Ocak 26, 2007

Bohem Hayata Giriş AA

Önümüzdeki 2 hafta boyunca ne istersem yapmak istiyorum. Tabii ki hayır, finallerim bitti diye çok eğlenecek, deliler gibi alkol tüketecek, bar bar dolaşacak değilim. Sakin bir kafayla film izleyecek, kitap okuyacak, dergi okuyacak, sokağa çıkacak -hepimiz biliyoruz ki sokakta hayat var-, fotoğraf çekecek ve bol bol uyuyacağım. Evet bohem bir hayata doğru yelken açacağım.
Geçtiğimiz 2 hafta boyunca ya günlerce uyumadım ya da gündüzleri uyuyarak geceleri ders çalışarak geçirdim. Takdir edersiniz ki geçirdiğim final şokunun etkisini üzerimden atmak için kendiliğimden uyanana kadar uyumam lazım. Uyandığımda herkes burada olacak mı? Söz verin?

~


... ayaklarını yataktan sarkıttı. Yer çok soğuktu. Sessizliğe bakılırsa evdeki herkes uyumuştu. Acaba hangi evdeyim, diye düşündü biraz. Yatağın yüksekliğine ve yorganın yumuşaklığına bakılırsa kendi evindeydi. Zaten kaç tane evde kalmıştı ki...
Gözleri karanlığa alışabileceği kadar alıştığında ayağa kalktı. Zaten küçük olan odasında iki adım attıktan sonra kapıya ulaşmıştı. Koridorda sağındaki çerçevelere çarpmamaya ve solundaki aynalı sehpayı devirmemeye dikkat ederek yürüdü. Mutfağa girdi, en büyük bardağı seçti ve doldurduğu suyu ışığa yükselen sigara dumanının yavaşlığında içti.

Ocak 25, 2007

Final Finali

Herkesin dilinde "şu sınavı da atlatayım da..." şeklinde başlayan ve farklı eylemlerle sonuçlanan cümleler var. Benimkisi şöyle:
Şu sınavı atlatayım da çok eğlenmek istiyorum, çok gezmek, görmek, okumak, yazmak, dinlemek, dinlenmek, çekmek, gitmek, gelmek...
Şu sınavı da atlatayım da bir dönem daha büyümek...

not: İnsan Hakları'ndan geçmişim eyo.

Ocak 22, 2007

Hrant Dink

Söyleyeceklerimin tamamı neredeyse söylendi.
Adını hatırlamadığım bir kitaptan bir cümle not almıştım kenara;

"Ömrümüzü uzatmak için, ölmemiz gerekmektedir."

Ocak 19, 2007

..yorum

Alttan dersim kalırsa, 2. sınıftan bazı dersleri alamam, 3. sınıfta 2. sınıftan gelen dersleri alırım, 4. sınıfta 3. sınıfta alamadığım dersleri alırım, okulum bitmesi gerekirken uzar mantığını kurabilecek birisiyim. Acaba kaç dersten kalacağım, hiç bilmiyorum.
Sabah ezanından korkuyorum. Uyuyamıyorum. Uyumuyorum. Okumuyorum. Yazmıyorum. Çekmiyorum. Dayanamıyorum. Konuşmuyorum. Susmuyorum. Çelişiyorum. Çelişiyorum. Çelişiyorum. Çelişiyorum.
Dayanamıyorum...

Bitmesini istediğim şeyler isteğime rağmen daha çok uzuyor. Bir saat varsa eğer 24'te bitmiyor. Sayılar sonsuza uzanıyor. Bir gün bir duvar saati kadarsa ve duvar saati 24'te bitmiyor, sonsuza uzanıyorsa o gün de sonsuza uzanıyor demektir. Hiç uyunmayan bir hayat bir gün mü demektir? Ne gerek var ki?

~

Pencerenin önündeki tele takıldı külleri, nefesi telleri aşarken. Boşlukta bir güvercin asılmıştı, ona bakıyordu. Gözleri ne kadar da hızlı çarpıştı... Fırında saklanmış bir kek, yatağında uyuyan kağıtlar, masasında yazmadığı satırlar... Gidecek bir yerim yok, dedi. Bu cümleyi söylediğinde her zaman gittiği yerdeydi. Gidecek bir yeri daha olsun istedi; diledi, yıldız kaymadı; diledi, güneş açmadı; diledi, yağmur yağmadı; diledi. Hep diledi. Dileklerini duvar saatinden aşırdı, akrep ve yelkovanı karıştırdı, bulutları çakıştırdı.

Ocak 18, 2007

Ebelenmeyen Sobe

Remedikos adlı bayan'ın sobesi üzerine döktürüyorum. Bu açıklamalar ile siz benim "en gizli top 5'im"i öğreneceksiniz ve ben yeni sırlar bulmak zorunda kalacağım zira gizem yaratmak benim en zevk aldığım şeylerden biri.

1) Belki de en büyük takıntım burunlardır. Bir insanın önce burnuna bakarım. Burnu güzel olmayan ya da yüzüne uymayan -bana göre- insanları beğenmem, çekici bulmam. Hatta çok sevdiğim bir insan bu huyuma "burun faşisti" lakabını takmıştır. Elimde değil, vazgeçemiyorum.

2) Ailemden kimsenin tabağından yemem, bardağından içmem. Arkadaşlarımın bazılarıyla ortak olabilirim. Bu çok kötü bir takıntı duruma aile tarafından bakıldığı zaman.

3) Dolmuşlarda "müsait bi yerde" demeden önce mideme kramplar girer, hep benden önce birinin söylemesini beklerim, kimse söylemezse utancımdan öle öle ben söylerim.

4) Fotoğraf ve yazı en büyük ilgi alanlarımdır. Hayatı fotoğraf kareleriymiş, cümleleri bir roman/şiir/deneme/öykü vb. alıntılarıymış gibi takip etmekten çok büyük zevk alırım. Hele ki fotoğraf makinem yenilendikten sonra fotoğrafın bende takıntı halini almaması beklenemezdi.

5) Aklınıza gelebilecek her şeyi saklama potansiyeline sahibim. Elbise dolabımın üzerinde sayısız ayakkabı kutusu ve normal kutular içerisinde fişler, notlar, mektuplar, şişe mantarları, tokalar, saçlar, boş kolonyalı mendil jelatinleri, boş jelibon jelatinleri, dersanedeki deneme sınavı sonuçlarım, bugüne kadar çeşitli yerlerde çıkmış yazılarımın, fotoğraflarımın olduğu gazeteler/dergiler, boş cd'ler, dolu cd'ler ve daha neler neler... Bit Palas'ı okuduktan sonra saklama takıntımdan ürkmedim değil ancak yine elimde değil, vazgeçemiyorum. Sizin değersiz görebileceğiniz şeylere hatıra yaftası yapıştırmadan duramıyorum.

Kısa maddeler halinde en mahrem şeylerimden bahsettim belki de.
Sobelediğim insanlar; Gözen, Cul&Meng, cevaplarıyla bizi çok şaşırtacağından emin olduğum için 029ur'dur.

Başarılar.

not: finallerim iyi geçiyor sanırım. tek problem uyuyamıyor oluşum. 2 gündür uyumuyorum ve birazdan Bilgisayar finalime girmek üzere okula gideceğim. inanması çok güç ancak Word'de uyduruk bir tablo hazırlamak için -hem uykusuz hem de sabah sabah- onca yolu tepeceğim. finallerden sonra görüşelim. öptüm. stop.

Ocak 15, 2007

Sıtarbaks

Hiç Starbucks tecrübesi yaşamamış biri olarak Starbucks mug'ını ilk gördüğümde "beyaz, üzerinde de yeşil bir amblem falan ne menem bişey ki bu?" diye düşünmüştüm. Hatta onu abimden aşırmak yerine kendi fincanlarımı, kupalarımı daha bi'çok sevmiş içten içe "ahaha salak mug sonunda kalemlik oldun" demiştim.

Fakat geliyorum ve görüyorum ki Starbucks kimileri için çok önemli bir yer. Çok meşhur, çok pahalı, çok ciks mekanı, çok gösteriş delisi tıklımı, çok seveni olan bir yer. Tabii ki içimden keşfe gitmek geliyor. Ancak İstiklal'de önünden geçerken "ıyy tiplere bak puhahah" yaptığım bir yere bugün gidip "pardon teftiş yapacaktım, belki devamlı müşteriniz olurum zira bir hanımefendiden karamel şurubunuz olduğunu duydum, biliyor musunuz ben karamele bayılırım!" demeyi kendime yediremiyorum. Belki de Starbucks'a benimle gidecek bir arkadaş bulamıyorum.

Eğer benimle beraber teftişe gelmek isteyen olursa, söz hesap benden.


not: bu teklife Ankara'da bulunacağım vakitler dahil değildir. Hiç heyecan yapmayın hanımlar.

Ocak 13, 2007

Tam Bir Kar!

Aklında onlarca soru varsa ve bu soruları yanıtlayacak kişileri bulamıyor, onlara ulaşamıyorsa; biraz karnı ağrır önce. Ardından peş peşe sigara içer ve kusacak gibi olur. Oturduğu yerde duramaz; ya ayağını sallar ya ellerini ovuşturur, elleri birazcık da terler hem de buz gibiyken! Otobüste veya metroda yanına oturan iri cüsseli insan tarafından sıkıştırılmış gibi hisseder kendini. Uyuyamaz ya da uyanamaz.

Aklındaki tüm soruları yavaş yavaş soruyor ve aldığı yanıtlar onu tatmin ediyorsa kendine güveni yerine gelmeye başlar. Adımları daha sert ve hızlı, yüzü daha berrak ve tatlı olur. Gözlerinde ben diyeyim flaş patlaması siz deyin şimşek çakması -ki aynı şeyler bence- şeklinde parıltılar vuku bulur. Otobüste veya metroda yanına iri cüsseli biri oturursa dirseğiyle oturan kişiyi ittirir, hakkını arar ve ne olursa olsun alır.

~~~

Tersköşe günlerdir aklındaki onlarca soruya cevap bulamıyor sıkım sıkım sıkılıyor, horul horul uyuyamıyordu. Dün gece sabaha kadar oturup bugün gözünü kırpmadan okuluna geldi. Metroda yanına oturan adam gazetesini okurken onu çok rahatsız etti. Önce dersine girdi birkaç sorunun cevabını orada aldı, diğer sorularıysa koridorda bulduğu arkadaşlarına/öğretmenlerine/asılmış kağıtlara sorarak veya bakarak cevaplattı.
Şimdi Tersköşe tüm sorularından kurtulmuş, Ankara'da kar yağdığını duyunca "tam bir karım!" diyebilecek potansiyelde yola çıkacak, yürürken dinlediği müziğin de etkisiyle ayaklarını yere daha sağlam basacak ve gündüz olduğundan gözlerinde çakan şimşekleri/flaşları göremeyeceksiniz ama onlar hep orada olacak.
Bindiği otobüste yanına iri cüsseli birinin oturmasını diliyor en çok da!

Yok yok, kesin asi bu çocuk.
7 Ocak 2007 tarihinde yazılmış olması muhtemel yazı.

Ocak 10, 2007

15 - 25 Ocak Finaller

Uyuyamadığım geceler birbiri ardına devam ederken yaklaşan final tarihlerimi ajandama geçirdim. Hayatım boyunca hiç bir zaman planlarını, randevularını, sınavlarını ve daha birçok şeyi ajandasına not eden böylece hiçbir şeyi unutmayan/karıştırmayan, her yere vaktinde yetişen biri olmadım. Bu yöntemin sonuçlarını bunca yıl gözledikten sonra biraz da planlı, programlı yaşayan biri olmayı deneyeceğim. Bunun için ilk adımı ttku'nun hediyesi Cadılar Ajandası 'na küçük notlar alarak başladım. Umarım devamı gelir ve sonuçları daha iyi olur zira plansız bir öğrenciyken girdiğim vizelerden sonra hocalarıma "ben şimdi n'apıcam?" diye sorar oldum.
İletişim Bilimi Giriş dersi hocamın yolladığı cevap mailini hep beraber okuyalım ve kara kara düşünmek yerine içimizi ferah tutalım çünkü "I have 15 days to study" ayrıca "46 diye vize mi olur ahahaha" diyenin alnını karışlayabilme potansiyeline sahibim.
"Dear Çağdaş,
The 46 is your vize grade. It is worth 40%.
The final test is worth 60%.
In order to pass you need about 71-72 grade minimum. Come to class tomorrow.
We will be reviewing all material after the vize test.
Listen and take notes. You have 15 days to study. Our test is 25 Ocak.
If you have questions come to my office.
I will write my office hours on the door. See you. And good luck."
türkçe meali: Sevgili Çağdaş vizeden aldığın 46 %40 etkili final ise %60. Yani geçmek için 71'e falan ihtiyacın var. Yarın sınıfa gel faydalı bişeyler yapıcaz. Salak değilsen bence dersi dinle ve not al. Çalışmak için 15 günün var, sınavımız 25 Ocak'ta. Eğer sorun varsa ofisime gel, saatler kapıda yazıyor biliyorsun ki ben bir Amerika'lıyım ve oda yerine ofis kullanıyorum. Si ya! ve bol şans çünkü şansa çok ihtiyacın olacak, bence sen ayvayı yemişsin.

Ocak 05, 2007

Biz Kızı Etkilemeliyim

"Bir kız neden etkilenir?" sorusunun cevabını bilsem şimdiye dek çoktan "bir kız" olan kişiy etkilerdim.
Bu sorunun cevabı bende değil Google'cılar belki yorumcularda vardır...
Ama kızına göre de değişir kimi el yapımı kadehten, kimi lipton ice tea'den, kimi lahmacun dürümden, kimi kareli her şeyden falan..

Ee ne diyorsunuz, neden ya da nelerden etkilenir?

Ocak 03, 2007

Dd

2007'nin üçüncü günü. Sanırım değişen hiçbir şey yok. Noel Baba -çok yaşa- yine ıska geçmiş beni.
Bazen diyorum ne kadar yalnızım. Kimi yeteri kadar anlayabiliyorum ya da kime yeteri kadar kendimi anlatabiliyorum, anlaşılmama izin veriyorum. Ne gerek var bir sürü soru... Hem de hepsi cevapsız! Telefonumda hiç görmediğim "cevapsız çağrı"lar kadar cevapsız her biri. Görmüyorum çünkü sessizde bile olsa titremesini zil sesi bellemiş olan kulaklarım yüzünden anında uçuyorum telefona. Zaten bu da çok nadir oluyor.
Anneannemin "bir" sese muhtaçlığını çok daha iyi anlamak istiyorum ya da başkalarının yüzyıllıkyalnızlıklarını... Anlayışımı açtıkça "anlayacak" insan bulamıyorum.
Ellerimle sarıldığım mermer soğuk, boyanmış gülü yer yer solmuş ve cebime aldığım birkaç taşı dolduruyorum. Gözlerimi kapayıp bir öpücük konduruyorum o taşa, aslında tüm o öpücükler yanağına...
Eğer gerçekten yıldızlardan izliyorlarsa bizi devam etsinler, yok izlemiyorlarsa söylediklerimi işitsinler.
"Ben çok büyüdüm ve seni çok özledim."

Daha yeni başladım, devam edeceğim.