Oyuna yarım saat kala Konak Devlet Tiyatrosu'na ulaştık. Yer bulacağımızdan adımız kadar emin gişeye yaklaştık ama sonuç hüsran. Merdivende otursak, ayakta dursak, dememiz de fayda etmedi yine de yılmadık. Sigaralarımızı sinirden yer vaziyette bahçede beklemeye başladık. Umut fakirin ekmeği, karnımızı doyurduk. Böyle anlarda hep bir kurtarıcı olur ya, yine oldu. Fazladan bileti olanlardan biletlerimizi aldık, koltuğumuza yerleştik.
55 dakika boyunca adeta gözlerimi kırpmadım, nefes almadım, ses çıkartan herkese içimden küfür ettim. Ben böyle bir oyun izlemedim.
Eğer izlemediyseniz bu oyunu takip edin, Nazım'ın sesinden kendi mısralarını dinleyin, hiç görmediğiniz fotoğraflarını görün, Olcay Poyraz'ın hissettiği her cümleyi size de hissettiriyor oluşuna hayret edin, şaşın, apışın ve salondan benim hissettiklerime yakın duygularla ayrılın.
Ağlamamak için kendimi tutmayacağım artık.
"Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!"
oyunla ilgili link