Nisan 24, 2011

Kendimi şeffaf hissedene kadar yoğurdum, yoğurdum, yoğurdum. Sadece ben, sadece kendi kendimle. Çünkü bildiğim tek şeydi, benim derdim yine benimle.
Sonra günler günler önceydi, aylar aylar önceydi, hatta yıllar yıllar önceydi belki.... Zaman kavramını hiç kesinleştiremedim, mekanları da karıştırdığım gibi. Bir aralık, belki aylardan da Aralık, emin değilim. Bir bulut sanki üstümde, üzerimde. Ben adım atsam o da atıyor bir tane. Geri gitmeye kalksam o da geriliyor yine. Bulutun rengi var mı? Bulutun rengi yok.
Her şey karışık birbiriyle. Her şey iç içe geçmiş. Her şey vıcık vıcık. Tı. O zamanlar.
Sonra benim hayatımda depremler oldu mesela. Japonya'da tsunami yarattı artçıları.
Olduğum yerde durup yediye kadar saydım sonra. Yedi hep çok uğurlu, hep çok bereketli, hep çok kutsal.
Yedi kapıdan geçtim, kendime yedi insan seçtim.
Kaybettiklerim de oldu tabii ki, anlatmaya başlasam susmam hatta. Kalanlar daha azdır hep gidenlere nazaran. Bana göre işin ironisini de bu oluşturdu hep. Parmak hesabı yaptım, yetmedi kağıt kaleme gittim. Ölçtüm, biçtim. Yaptım, yok ettim.

Bir balkon vardı mesela, yaza doğruydu yine. Hava tıpkı bugün gibiydi. Aynı göktü, aynı maviydi, aynı rüzgardı ayaklarımızın üzerinde hissettiğim. Bir mindere kıvrılmış yatıyorduk, burnuma saksıdaki çiçeklerin kokusu geliyordu. O kadar emindim ki kendimden, ölene dek orada yaşayacaktım.
Oysa kalktım buraya geldim.
Hepimiz çocuktuk bir zamanlar.
Ben hala çocuğum çoğu zaman, hiç inkar etmedim. Edemem.
Ama itiyat haline gelse de yavşaklığın geçici, verdiği zararınsa baki olduğunu bilecek kadar büyüdüm yine de.
Benim teşekkür ettiğim şeylere teşekkür etmediğin için sana kızacak değilim. Çünkü bir yolsa üzerinde yürüdüğümüz, ben o yoldan daha önceleri geçtim. Tıpkı benim yolumdan senin de geçtiğin, diğerlerinden de geçeceğin gibi.
Hayat bu kadar da zor bir şey değil aslında, içinde insanları olmadıkça. İşte tam da bu yüzden -ve diğerleri ile- insanları hiç sevmedim. Sevemedim.

Oysa sen elimden tutmuştun benim, gözlerimin içine bakıyordun. Yanımda susuyordun ama. Uzağımda uyuyordun. Ama ben gidelim diyordum, gidiyorduk. Kalalım diyordum, kalıyorduk. Sen bana tabi oluyordun ben gitmeyi seçtim. Şimdi ben sana yoksunuyorum en çok. Mesela nasıl gittiğimizi hatırlamadığım o yerde yaptığımız kahvaltıyı hatırlıyorum. Çocukluğumdu o taşlarda sana gösterdiğim, o denizdeydi benim kokum... Farkına varıyorum ki ben o gün hayatımı önüne sermiştim. Güneşti her yer, hiç yalan yoktu, hiç pislenmemişti daha hatıralarımız.
Bugün pirüpak olduğuma bu denli inanıyorsam şayet, hepsi sadece benim yüzümden. Ve kurduğum hayaller. Sen hepsine inandın. Ben seni çok sınadım. Ama bakalım.
Zaman, çünkü. Önceleri ben çok emindim. Sonra bir tokat yedim. Öğrendim. Bazı anlarda insanlara tokat atılması gerektiğini de öğrendim beraberinde.

Ben seni bulalı kaç yıl oldu bilmiyorum. Sana hadi gidelim demek istiyorum, saçların yine öyle parlasın, ben olalım, sen olalım, biz olalım demek istiyorum. Kelimeleri bıraktığımı hatırlıyorum sonra. Bu yüzden susuyorum, susuyorsun, susuyoruz.

Peki.


"İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir"

*sükut-u hayal
ve sukutuhayal arasındaki farka gizlendim bu sefer.