Mayıs 28, 2011

Hayatın kendisi yeterince zor değilmiş gibi, bir de şarkılar var üstelik. Akıp giden hayatı durduran. Anı'ları hatırlatıp, ortalama dört dakika içinde, kısa film şeridi gibi tüm olan biteni göz önünden geçirten, an'ı donduran.
Bu kadar derime işlemeseydi de bu denli bağlanabilir miydim, bu kadar geçirgen olmasaydım da sevebilir miydim diye sorguluyorum bugünlerde. Seni sevmek gibi, yeşili sevmek gibi, kedileri sevmek gibi. Bir insanı, bir eşyayı, evin sadece bir duvarını, bir kitapta sadece tek kelimeyi sevmek gibi hatta. Koskoca kitabın yüzlerce sayfası arasında, yarama, işte bak tam burama, en çok dokunanı seçip sevmek gibi. Seni sevmek de böyle bir şeydi aslında. Diğer kelimeleri ben ekledim yanına. Ufacık bir kelimeydin bana geldiğinde, dokundun, sevdim. Sevdin, sevdim. Sevmedin, sevdim. Geldin, sevdim. Gittin, sevdim.
Zamanımız geçmiş oldu artık... Ne yazıktır ki etrafına eklediğim kelimeleri senden daha çok sevdiğimi fark ettim.
Evin o tek duvarını. Sokaktaki o tek kediyi. Yeşilin sadece tek bir tonunu.
Sen o duvara hiç değmedin aslında, o kediyi hiç okşamadın, yeşilin o tonunu hiç kullanmadın. Sen hiç var olmadın. Hepsi zihnimdeydi bunların, ben başlattım, ben inandım, ben yıprandım, ben ağladım. Ve artık* inanmayı bıraktım.
Hepiniz adına konuşmaktan, işte bak buramı sana ayırmıştım, senin yerinse tam şuradaydı, bu cümlemi sana, diğeriniyse ona yazmıştım... demekten,
ölesiye
sıkıldım.


*artık kelimesinin hem "bir şeyin harcandıktan sonra artan bölümü, mesela ilişkimizden sonra artığın ben olması gibi" hem de "bundan böyle, bundan sonra mesela bugünden itibaren adını hiç söylemeyeceğim gibi" anlamına geldiği bir dile hapsolmak ne garip.