"Bir yandan sevinmek gerekir ki insan dışarıdan bakınca görülmüyor. İçindeki sürekli kramp, yüze bir nevroz ifadesi verse de ne olduğu anlaşılmıyor. Kaldı ki o nevrotik ifadeyi bile neyse ki anlayan pek az. 'İnsanlar bir şey görmüyor, anlamıyor' diye şikayet edene şaşarım, kim görülmek anlaşılmak ister ki, gördüğünü kucaklayabilecek kim var ki, bir de görülmekten söz edilebiliyor. Böyle bir hayalet gibi, hiç olmadığın şekillerde algılanıp geçip gitmek, içinde gizli, sonsuz bir ağrıyla yaşamak... başka çaresi var mı? Güneşin parlaması ya da hafif bir rüzgar acı verir, merdivenler ve gülüşen gençler, bir müzik sesi, bir ilaç şişesi, bir yiyecek kokusu, durmadan bu kalabalığa katılanlar ve ayrılanlar, katılanın çiğ şaşkınlığı ile ayrılanın bitmemiş şaşkınlığı, olgunluk denilenin de incindiği, kırıklık duyduğunu, haksızlığa uğradığını belli etmemek, insanın erişeceği olgunluğun saklanabilmek, saklayabilmek olduğu yerde, kim görülmek ister ki, ben mi?"
s. 25-26