Aralık 31, 2009

saint antoine ve santa maria draperis'teki dileklerimi yenilemeyeceğim. zaten ne istediği az çok tahmin edilebilir biri haline geldim. ya zırhlarımdan kurtuldum ya da daha çok kabuk tuttum, hangisi oldu emin değilim. yine de, iyiyim.
kendimi sıksam yeni yıldan bir elin parmağını geçmeyecek kadar beklentim çıkar. hepsi çok basit şeyler, o yüzden kabul etmemezlik yapmayalım, anlaştık mı?
très bien, merci.
d'accord, j'accepte que je m'ennui un peu ce soir,
mais s'il tu plaît ne me laisse pas ici, tiens-moi de conclure.
whatever, bonne année.

Aralık 24, 2009

insanlara yapmalarını istediğim şeyleri zorlanarak ve arada sırada söylesem de -kıyasladığımda- neredeyse hiç, yapmamalarını istediğim şeyleri söyleyememişim.
hepimizin istisnaları var tabii. önemli olan öyle kalabilmek aslında.
bir zamanlar aklına gelen her şeyi yaz demişti bana, bütün cümleleri. birbiriyle bağlantılı olmasın, saçmalık olsun, ne olursa olsun sen sadece yaz demişti. belki de hala onun sözünü dinlediğim için yazıyorum. hırkalarının, kazaklarının uçlarını çekiştirip dururdu. anlamsız detayların şu an oluyormuş gibi gözümün önünde canlanması. garip.

son günlerde en çok izzie ile beraberken ağladığımı söylemiş miydim?

Aralık 23, 2009

"i see you,
you see me,
differently
i see you,
you see me,
differently."

ve sonra yaylılar giriyor ya hani. işte tam orası.

ve sonra hayat giriyor ya hani. işte bak, tam burası desem.
bu su boyumu aşacak.
biliyorum.

you'll.
never.
be.

Aralık 22, 2009

Aralık 19, 2009

"i’m not a saint but i’m not a sinner."

kendini bilmek, tanımak en önemli meziyetlerden biri hayatta. artık iyice eminim bundan.
birbirimizi kandırmayalım, kandırmaya çalışmayalım.
hepsi bu kadar.

Aralık 14, 2009

zaman.

yumurta, süt, şeker, un, yağ, kabartma tozu, vanilya, kakao, önceden ısıtılmış 160 derece. bazen beyaz bazen siyah. bazen dalgalı, bazen çikolatalı.
dünyanın en güzel renkli kalıpları, yıldız dışındakilerin eşleri var. kalpten çıkanlar dağılır. unutmamak lazım.

zaman.

40 - 50 dakika arasında bir yerlerde. üstü kızarınca, içi de pembeleşen. çoğunlukla kalabalıkta ama tercihen yalnızlıkta.

zaman.

Aralık 09, 2009

"it's not about geography
or happenstance."

insanlara gönül rahatlığıyla "siktir" diyebilme lüksü istiyorum.
bir de linkteki videoyu çok sevsem de sana armağan ediyorum. evet bunu yaptım, yapıyorum, yapacağım da. sıkıyosa izle dememe gerek yok, kahrola kahrola izleyeceksin biliyorum. ve işte bunu inanılmaz çok seviyorum.


http://www.youtube.com/watch?v=g5TfAc6s0e4

rachael'e not: yavrum n'aptın sen? hem de 9 dakikalık versiyonuna? çok pis canını yakarım haberin olsun.

Aralık 07, 2009

"we are animals by any other name"

canım benim.

Aralık 06, 2009

içimden o kadar çok geldi ki, bir kadeh kırmızı şarap. camında dudak izleri.

Aralık 04, 2009

insan kendini beğenmez bazen, aynadakinden nefret eder.
çirkinim.

Aralık 02, 2009

"and in the afternoon then maybe we'll talk
i'll be exhausted so i'll probably sleep
and we'll get a chinese and watch tv"

şarkı bu kadar tatlı olduğu için mi yoksa biz hep böyle şeyler yaptığımız için mi bu kadar seviyorum bilmiyorum ama hayallerimin hepsini, hayallerimizin hepsini seninle gerçekleştirmekten inanılmaz keyif alıyorum. öyle tatlı bir hayat ki ikimizin yaşadığı neresine dokunsam havaya şekerden bulutlar uçuyor.
ayrıca ona söylemeyi unuttum, bir de en çok saçlarını seviyorum. özellikle parmaklarımın ya da dudaklarımın arasında. hatta nefesinle boynumda.

Kasım 24, 2009

"bak bu köşede gözlerin
eksiltiyorum ruhumu her fırçada

çal, çalsana kapımı
ister uykulu, ister uykusuz

bak burada beyaz ellerin
biraz eksik sarıyorsa belimi
görmemiş der geçerim
şeffaf çizdim ben zaten kendimi

çal, çalsana kapımı
ister hüzünlü, ister hüzünsüz

sonra bir ev boyadım sana
kapısı mavi, zili deniz
içinde yaşasak ikimiz
geç bunları demeden şimdi

çal, çalsana kapımı
ister huzurlu, ister huzursuz."

Kasım 23, 2009

"we could make this easy
easy love
easy"

oysa ki fikri ve zikri birbirine benzeyen bir insan oldum ben hep. yine de böyle anlaşılmış olmak garip tabii. orada, burada ya da şurada hiç fark etmez "dur" diyebilme hakkımı kullanabilmeliyim dedikçe daha çok susuyorum.
selam, ben genişlemek istiyorum? ama o kadar buruşmuşum ki açıldığımda izlerim belli olacak diye korkuyorum.
insanın canını en çok acıtanlardan biri "seni anlamıyorum" dediğinde gerçekten de anlamıyor olması. geçiştirmek için, basite kaçmak için ya da saçma sapan başka bir şey için değil gerçekten en basit anlamıyla ve özünde "anlamaması"
üç dört cümlelik bir şeyim aslında, atla deve değil şunun şurasında.
en büyük kurtarıcılarım olan hadi bakalım, öyle işte ve neyse üçlüsünden duruma en uygun olanını yardıma çağırıyorum şimdi...

neyse.

Kasım 22, 2009

"my heart is beating like a jungle drum"

dün güne çok güzel başlayıp çok güzel bitirdim. belki de bu yüzden yüzümde kocaman bir gülümsemeyle uyandım bugün. ya da nihayet yakamı bırakıp çoook uzaklara giden kabuslarımın yerini alan bulut gibi hafif rüyalarım yüzündendir bu gülümseme. emin değilim.
önce güneş vardı yüzümde ve ellerimde, sonra yerini çok güzel kelimeler ve gözler aldı. asla unutamayacaklarım arasında ilk sırada çocuk gibi kahkaha atıp dakikalarca yürüyüş yapmamız vardı.
insanın hayatını bu denli etkileyen kişilere bu kadar yakın olması ürkütüyor beni bazen. yine de karşı koyamıyorum. pişmanlıklardan hoşlanmadığım için sanırım.

yaklaşık bir aydır ha oldu ha olacak derken, sürekli gün sayarken ve bu gün sayısı mütemadiyen değişirken eninde sonunda birinde sabitlendik ve ayrı geçirilecek vakti nihayet tükettik.

iki'deyim şimdi tekrar "bir" olabilmek için.

Kasım 20, 2009

"i need your love right now, now, now, now"

Dün gece Z. ile kısacık sohbet ettik. Aklımda "konuşmak ve yapmak" üzerine söylediği minicik bir cümle kaldı. Hani bazı anlar olur insanın hayatında, uzun zamandır aradığın cümleyi bulmuş gibi sevinir ve sahiplenirsin bir şeyi duyduğunda ya da okuduğunda. Benimki de o hesap. Asla unutmayacağım o cümleyi benim kadar sahiplenecek biri daha varsa bu dünya üzerinde o da sahibi, yani Z.'nin kendisidir herhalde.

Bugün okulda sincap gördüm, mutlu oldum. Eve gelip iki ay önce aldığım anahtarı yerine koydum. Saçma sapan "acaba bugün mü oyunları"mı bozdum ve artık daha huzurluyum.

kendime not: kabus görmekten vazgeç ve bir ara dinlen, lütfen.

Kasım 19, 2009

Kasım 18, 2009

"ve aynada, bu aynada yine kimse yok,
yine kimse yok.

silah sesleri geliyorlar içimden, hiç yokken
şüphe ediyorum ellerimden,

ellerimden..."


dediğinde çok haklıydı aslında. o halde buz gibi kapıları sabırla, sabırla ve sabırla kapatıyorum ben de.

c'est dommage...
bencil insanlardan nefret ediyorum. bencil insanlar midemi bulandırıyorlar ve yine aynı bencil insanlar beni farkında olarak ya da olmayarak kendilerinden tiksindiriyorlar.
bencil insanları istemiyorum. bencil insanlardan uzak durmak istiyorum ama yapabildiğime inanmıyorum.
bir gün hassaslık kabuğundan sıyrılıp bencil insanların tümüne birkaç cümle söylemek için her gece yatağıma yattığımda tilki kuyruklarına asılmış düşünceleri kovalıyorum. tabii ki kendimi sizin önemsediğinizden daha fazla önemsiyorum ama hatayı nerede yaptığımı -aslında burada yapmadığımı- yavaş yavaş daha iyi anlıyorum.
bencil insanlar, sevgili canım bencil insanlar; sizi sevmiyorum ve bu kadar hayal kırıklığına yol açmışken sevebileceğimi de sanmıyorum. o yüzden ben diyorum ki siz bencil kalmaya devam edin ama bir gün sakın bencilliklerim yüzünden beni suçlamaya kalkmayın çünkü ne "sen de zamanında bunu demiştin/yapmıştın" diyecek kadar çirkinleşeceğim ne de bir şeyleri değiştirmek için çaba göstereceğim.

kendime not: bencil olmadan yaşanmıyor ve her koyun, tam da bayram öncesi, kendi bacağından asılıyor.

Kasım 16, 2009


daha önce onun da dediği gibi;
il pense que je suis un petit chat et c'est ça.

Kasım 12, 2009

upuzun kızıl saçlarını ve alnına düşen kâküllerini istiyorum ondan, bilmiyorum... çok şey mi istiyorum acaba hayattan?

kendime not: bir ve sıfır arasındaki dengeyi unutmamam lazım.

Kasım 11, 2009

hayatımın en huzursuz uykusunu uyurken dışarısı da yıkılmak üzereydi. öyle çok gürledi ki gökyüzü, birilerini çok kızdırmış olduğumu düşündüm. çocukken de inanmazdım tanrı'nın flaşla fotoğraf çektiğine ama birilerini kızdırmış olabileceğim fikrini hiç sorgulamadım, tereddüt etmeden aldım, zihnimin en tozlanmayan köşesine bir güzel kazıdım. bu yüzden her gök gürlediğinde kime ne yaptım acaba diye düşünürüm ben.
düşünmek demişken, son zamanlarda o kadar çok düşünüyorum ki uyumuyorum bayılıyorum adeta yatakta. ama bundan şimdilik bahsetmeyeceğim.

dudaklarım kanıyor ısırmaktan, öpsene?

Kasım 09, 2009

"dersin 'bugün'
her gün aynı..."


konuşmak gerek aslında, bol bol anlatmak gerek.
hem de bir ömür boyu yetecek kadar suskunluk varken içimde.
hatta senin için de.
ya da senin içinde?

Kasım 06, 2009

Bonjour Hava!
J'arrive a Paris. C'est dommage! Il pleut et j'oublie mon parapluie. Je vais a la biblioteque parce que je travaille le français. J'achete un chat! J'aime beacoup les cafes, les rues, les enfants, La Tour Eiffel... J'ai horreur des cafards.
Ma date de retour est le lundi. Je veux toujours rester a Paris avec mon ami...
Ecris-moi.
Tchao!

Çağdaş.

Kasım 04, 2009

uyumayı ve yolculuk yapmayı çok severim. yağmur yağarken camda sigara içmeyi bir de. konuşmayı da çok severim ama sustuğumda daha rahat hissederim. ellerini severim aslında en çok, benim ellerimin üzerinde ya da içinde...

Kasım 02, 2009

"Birinin her şeyini merak etmeye başlamak, aşkın ilk göstergesidir bana göre."

O halde ben dört aydır aşığım, çok aşığım hem de...

Ekim 31, 2009

"there is so much i can't take.
but i will understand,
i will open my hand.
you can be happy"

elmanın zamanla çürüyerek eski sertliğinden eser kalmayacak derecede yumuşayabilmesi gibi. kötü kokan, yapışkan ve vıcık vıcık. kelimelerimin tümünü odamın duvarlarına yazmak istedim bugün, içimi daha fazla açmak için. daha görünür ve anlaşılır olmak için. neysem o olayım istedim. bakmak ve görmek arasındaki farkın yediyi aştığı bu dünyada bir de yanlış yerden bakılmakla ya da hatalı kısmımın görülmesiyle gerçekten uğraşamazdım.

birkaç fotoğraf gördüm, birkaç cümle okudum, biraz fransızca çalıştım. yapmam gereken alıştırmaların açıklayıcı cümlelerini anlayamadığım için zorlandım ama bırakmadım.
aslında ben kafasına koyduğu her şeyi yapan biri değilim. pek çok şeyden çabucak sıkılırım. ama haklısın, bunu sana hiç yansıtmadım. yansıtmayacağım.

önce parmaklarını hissediyorum, hemen ardından sesin geliyor. gözlerimi açılmasınlar diye daha da sıkıyorum ve kıpırdamadan duruyorum. battaniyenin altında seninle olmak öyle güzel ki, insanların korktuğunda saklandıkları yerlere ben seninle başbaşa kalabildiğim için resmen balıklama dalıyorum.

kendime not: balıklama dalmak çok uygunsuz oldu ama idare et. dün gördüğün rüyayı da unut.

Ekim 28, 2009

hangi sokağın göremediğim köşesinde bekliyorsan artık önüme çık, bu kaybolmuşluk hissinden çok yoruldum.

Ekim 25, 2009

"please be honest mary jane
are you happy
please don't censor your tears" dediğinde fark ettim, biri bana mutlu musun diye sormayalı ya çok uzun zaman olmuş ya da her zamanki gibi ben unutmuşum.
insanın unutkanlığı hastalık gibi yaşaması işte bir de bu yüzden kötü, başkalarına kendinden daha fazla güvenmek zorunda kalıyorsun ve hiçbir şeyden tamamen emin olamıyorsun.
hı bir de tadı ve kokusu kötü pembe haplar kullanıyorsun.
korkuyorsun.

Ekim 21, 2009

onun dudakları yerleşmek istediğim,
ve
onun elleri
onun gözleri
onun mimikleri
kelimeleri
onun teni
onun kokusu zorlayan hafızamı
ve onun mutluluğu yüzümde oluşan gülümsemenin sebebi
sadece düşündüğümde bile adını...
ki bir süredir sadece hayal ediyorum varlığını
ve ona adıyorum ömrümün geri kalan her anını...

Ekim 17, 2009

zaman öyle ya da böyle geçiyor. sanırım hayattan en çok aciz hissettirdiği anlarda soğuyorum. oysa canımızı sıkmasa, öyle tatlı çocuklarız ki biz, gecenin ikisinde ninni falan söylüyoruz.

Ekim 15, 2009

genellikle eşyaların da hisleri olduğuna inanıyorum. onları kırmamaya, üzmemeye, sıkmamaya çalışıyorum. en güzel anlarımı anıya çevirecek şeylerin birer parçası oldukları için onları sürekli biriktirip saklayıp duruyorum. bazen kutuların kapağını açıp aralarında zamanı unutarak vakit geçiriyorum. özellikle böyle anlarda günler sürecek düşünme periyotlarımı başlatmış oluyorum.

doğum günümde yüzlerce kağıt parçası, mektup, hediye, hatıra ve benzeri şeyi içim hiç acımadan ve tereddüt etmeden çöpe attım.
zaman zaman eşyalar kadar bile ruhum olduğuna inana mı yorum.

Ekim 12, 2009


ve bir yaş daha büyürken durduğum bu eşikten geriye dönüp baktığımda, büyümeye çalıştığım pek çok anda aslında daha da küçüldüğümü görmek canımı acıtsa da hayatımın en huzurlu hediyesini zaten bir haziran günü almış olmanın mutluluğuyla gülümsüyorum ve iyi ki doğdum diyebiliyorum.
bana "iyi ki" dedirten hayatımdaki herkese teşekkür ediyorum bir de...

Ekim 07, 2009

eskiden çok güzel pastalar yapardım. girip girebileceğiniz en karanlık odalarda en sevdiğim şarkıları dinleyerek çektiğim filmleri yıkar en beğendiğim fotoğrafları basardım. eskiden çok güzel mektuplar yazardım. tek başıma yürüyüşler yapıp arada sırada sadece gelip geçenleri izlemek için oturur defterime birkaç cümle yazardım. eskiden çok güzel hayaller kurardım. aklıma ne zaman esse, içimden ne zaman gelse eşyalarımı toplayıp yanlarına gidebileceğim insanlar olduğunu bilir ve böyle anlarda asla yerimde durmazdım. eskiden çok güzel duvarlar kurardım. saatlerce yatağımdan çıkmaz arka arkaya filmler izler ya da kütüphaneye gidip koca koca raflara dizilmiş irili ufaklı kitaplar arasında kaybolurdum ve bundan hiç yorulmazdım. eskiden minik kavanozlarda biriktirdiğim yağmur sularıyla saçlarımı yıkardım. boğulacağımı hissettiğim her an halıya yatıp tavanı izlerdim ve düşüncelerimin tümünü sıraya koymaya çalışıp nefes alırdım. eskiden çok güzel geçmiş günleri düşünürdüm ve kendimden aslında hiç bıkmazdım. yaşadığım her yerde kendimden bir şeyler bırakırdım.
eskiden kendimi hep güvende hisseder yapmadıkları şeyler yüzünden insanları suçlamazdım. benim dışımda her şey değişse de ben hep aynı kalırdım.
günlerdir tüm bu rüzgarın ortasında oturmuş günlerin geçmesini, tortunun dibe çökmesini bekliyorum ve yaşıyorum.
ve yaşlanıyorum.
kuruyup kuruyup ıslanıyorum.
ve hiç durmadan teşekkür ediyorum.
şimdi eskiden yaptığım gibi gözlerimi kapıyorum ve ne zaman açacağımı bilmiyorum, açıkçası merak da etmiyorum.
18 şubat 2009'dan bu yana değişen çok şey olsa da yine bir şeyler yazacak olsaydım sana, aynı cümleleri saçardım buraya.

"Sen beni bilirsin ben seni bilirim ve bu yeter sanmıştık. Her şey değişiyor dünyada. Virgülü beklerdik ama noktaya hiç inanmamıştık."

demişim mesela. Gerçekten de her şey değişiyor dünyada...
Gittiğim her yere benimle geleceksin, zaman zaman cümlelerimden, gözlerimden, ellerimden döküleceksin...
Tek isteğim unutma. Benim gibi ol, arada sırada hatırla ve o gün geldiğinde lütfen lütfen ve lütfen tek bir soru bile sorma.

Ekim 06, 2009

female vocalists, indie ve downtempo etiketleriyle birleşmiş, bütünleşmiş şarkıları dinlemekten inanılmaz keyif alıyorum.
müziğin eşlik ettiği, yatağımın yumuşatıp sakinleştirdiği ve eiffel'in göz kamaştırdığı böyle anlarda en çok seni düşünüyorum. sonra kırmızı bir çarpı koyuyorum biten günün üstüne.
senin için gülümsüyorum.

Ekim 04, 2009

valizimi boşaltırken fark etmiştim. beraber içtiğimiz ve benim sakladığım shot bardaklarından biri yoktu...
bugün pantolonlarımı yerleştirirken birinin içinden yere düştü. kırılmadı.
(la fate ignoranti)

hani ellerimle götürmüş olmasam seni havaalanına gerçekten inanmayacağım gittiğine.
aslında durup düşününce aslında gitmedin ki hiçbir yere...

Ekim 03, 2009

uyandım.
şehrin üzerindeki bulut hala gitmemiş, oysa geçen gün konuştuğumuzda gideceğini söylemişti. sözünü tutmayanları sevmem. açıkçası bozuldum ama çok da üstünde durmadım.
kendime kahvaltı hazırladım. hayır hazırlamadım. kahve yaptım ve günün ilk sigarasını yaktım. sen yokken kahvaltıları anlamsız bulduğumu daha fazla saklayamazdım.

vasilis ayaklarıma dolanınca ona yemek vermediğimi hatırladım, mama kabıyla işimi bitirdikten sonra gelir gelmez pencereye koyduğum saksıyı bugün bir kez daha suladım. hala yeşilin hiçbir tonunun filizlenmemiş olmasına şaşırdım.
telefonu alıp birkaç rakama bastım. "daha mutlu olmak için 1'e basın" dedi telefondaki ses, "daha huzurlu olmak için 2'ye, daha çok sevmek için 3'e..." şeklinde devam edip "hepsini aynı anda istiyor ancak ne yapacağınızı bilemiyorsanız lütfen ahizeyi kapatın" dedi. kapattım.
vasilis'e dönüp "höf be kedicik yine yapamadım" dedim, anlamadan yüzüme baktı. hay aksi! kediye türkçe öğretmeyi unuttuğumuzu bir kere daha hatırladım.
küllüğü bol su ve sabunla yıkadım. evin buram buram sigara kokmasına daha fazla dayanamazdım.

cennet'i yatağımızın altına yerleştirdim, araf'ı camdan eiffel'e fırlattım, cehennem'i lavaboda yaktım. yanımda olsan belki çok kızardın belki de umursamazdın, emin olamadım. "everything in its right place, there are two colours in my head" diye mırıldandım.

anahtarı buzdolabına saklayıp evimize son bir kez baktım. vasilis'in tasmasını takıp kapıyı kapattım. merdivenlerde pakistan'lı arkadaşlarımla karşılaşıp konuşmaya çalıştım anlaşamayacağımızı fark ettiğimde şansımı daha fazla zorlamadım.

parka gidip saate baktım. yıllar önce büyükada'da geçirdiğimiz günü bir dakikalık saygı duruşu ve eşsiz bir gülümseme eşliğinde andım. ağaçlara göz kırptım.

dünyanın tüm ülkelerinin ve özellikle onların sevimli başkentlerinin bizim için beraber uzandığımız bir banktan farksız olduğunu düşünüp gelmene kaç saat kaldığını hesapladım.
geldiğinde, ki gördüğüm en sıcak ve en parlak güneştin sen aslında, bıraktığın yerde durmuş seni bekliyordum önce hiç ayrılmayacakmışız gibi sarıldım. sonra kollarında uyuyakaldım.

sen yokken, paris'te ya da izmir'de hiç fark etmez, sadece uyudum arada sırada uyandım.
henüz evimi bulamadım... belki oraya ulaştığımda gerçekten huzurlu olabilirim, merak etmeyin size de haber veririm.

Ekim 01, 2009

insanoğlu her gün pilav yemez, yememeli.

Eylül 29, 2009

aylar önce bir gece deniz kenarında tek başıma oturuyordum. kucağımda kararlarım vardı ve çantam yanımdaydı. kararlarımdan bazılarını, çantamdakilerin bazılarını çıkartıp tek tek denize attım. bir sigara yakıp arındım. o an gerçekten de arındım. tek başımaydım.
şimdi aylar sonra bir sabah odamda yine tek başıma oturuyorum. kucağımda yeni kararlarım. neredeyse hepsini, daha önce defalarca kullandığım için tekrar başlamak zorunda olduğumu biliyorum. onlar aslında benim çocuklarım. sadece hangisine başlayacağıma karar veremiyorum.

Eylül 28, 2009

onu gülümsetebilmenin mutluluğu, paha biçilemez.

uyumadan önce kafama üşüşen kelimeler ve cümleler tam buradan size sesleniyorum: iki dakika rahat verir misiniz? teşekkürler.

Eylül 26, 2009

eğer sevdiğiniz insan yanınızda değilse her sabah yalnız uyanmaya alışırsınız. köşeyi döndüğünüzde karşınıza çıkma olasılığı olmadan yaşamaya başlarsınız. saat farklarını dert etmemeye, sizinle olmasa da birlikteymişsiniz gibi davranmaya çalışırsınız. beklemekten başka bir şey yapamayacağınızı fark ettiğiniz anda bol bol küfredeceğinizi sanıp yanılırsınız, arkadaşlarınızın yanında, ailenizin yanında, anlamsızca ve tek başınıza yürüdüğünüz sokaklarda -ki aslında koşmak istersiniz çoğu zaman- daha çok susarsınız.
yalnızlığınızın büyüklüğünü kıyaslayacak kimse bulamazsınız. zaman zaman ışıldar çoğunlukla içinize kapanırsınız.
iki kişiye çıkarttığınız hayatınızı tek kişi yaşayıp yine de mutlu olmaya çalışırsınız. çünkü beraber olmuşsunuzdur, beraber olacaksınızdır ki o zaman her şey çok daha güzel olacaktır, o zaman her şey tam olacaktır, o zaman hayatınız "tam" olacaktır ve diğerleri... hiç bitmek bilmeyen o "beraber olduğumuzda" ile başlayan ve sonsuza uzanan cümleler... inanırsınız.
kaçamazsınız.
saklanamazsınız.
yok olamazsınız.
var da olamazsınız.
nefes alırsınız.
"nefes" alamazsınız.
sıkışırsınız.
sıkışırsınız.
akrep ile yelkovanı birbirine bağlarsınız.
daha çok sıkıştırılırsınız.
vakit geçmez. günler geçmez.
geç
mez
geeeeeeç
meeeeeeez.
günler bitmez.
anlar gelmez.
anılar gitmez.
beklersiniz.
hayat tarafından bekletilirsiniz ki sıranız aylarca gelmez.
devam edilir.
ya da devam edilmez.
ama kaybolan
bu günleri
hiçkimse
bir gün çıkıp
size geri vermez.
çünkü veremez.

bu yazılanlar aslında uzar, daha çok uzar ama ne yazdıklarım ne de okuduklarınız size kalbimi göstermez.
çünkü elimden çıkan kelimeler cümlelerle kalbimi vermez.
veremez.

Eylül 23, 2009

a, b ve c kümesinden bahsetmiştik hatırlarsın, sana aşık olduğum akşamdı, c kümesinde durduğumu görüyor musun?

Eylül 20, 2009

ben bu hissi biliyorum, hatta sevdiğim bir şarkının da sözlerinde geçen durumun aynısını yaşıyorum ve bundan hiç hoşlanmadığımı bir kez daha söylüyorum.
alacağım cevap "yapacak bi'şey yok" olsa da, bu böyle.
gerçekten de
seni geçtim, ben kendi içimden bile gelmiyorum.

"Sometimes you need to get away. Sometimes you wonder why you stayed away so long."

Eylül 16, 2009

"but i don't want to skip all the drama.
that's life.
that's everything.
that's relationships!"

dediğinde bir an için derin bir nefes alıp gülümsedim. Bazı çakışmalar can acıtıp körüklese de bazıları böyle gülümsetici olabiliyor. Bana da sadece odamdaki en rahat yere uzanıp "play"e basmak düşüyor.
Ayrıca itiraf etmeliyim ki; bunca zamandır "pause" ve "stop" arasında gidip gelmiş bünyeye üst üste bu kadar çok "play" mükemmel geliyor.

Eylül 15, 2009

"After all, seasons change.

So do cities.

People come into your life and people go.

But it's comforting to know
the ones you love are always in your heart...

and, if you're very lucky...

a plane ride away."

Eylül 13, 2009

ingilizce'deki nefret ettiğim tek kelime olan "pretend"i barındıran bir şarkıyı, aylar sonra bu denli sevebileceğim tabii ki ilk dinlediğimde aklımın ucundan bile geçmezdi.

"would you be my friend for a while
would you please pretend that you don't lie
would you keep me warm if the sun won't shine
tonight,
under the city light.

...

would you treat me right if I am kind
would you like me more if I can smile
would you set on tears if I start to cry
would you take me there last one more time
tonight,
under light."

kısmından hareketle sözlerin tamamına ulaşabilirsiniz, şarkının kendisine ulaşabilirsiniz, şarkının klibine ulaşabilirsiniz ya da bu kadarıyla yetinip sayfadan çekip gidebilirsiniz. paşa gönlünüz nasıl isterse gerçekten aynen öyle olsun.

Eylül 11, 2009

ve durmaya devam ediyorum...

hiçbirini toparlayamadığım kelimeler var
ve onlar
vücudumun her yerinden kaynar
sular
gibi dökülüyorlar.
durdum.

Eylül 09, 2009

ne diyeceğini bilemediği zamanları olur insanın. böyle anlarda yapılması gereken en iyi şey susmaktır. hele ki sustuğunda seni anlayan insanlar "hep" yanında olanlarsa...


"...
kuşaklar gelir kuşaklar geçer ama dünya sonsuza kadar kalır" yazıyordu o sayfada. insanlar gelir insanlar birbirinin hayatlarından geçer ama aralarındaki sevgi sonsuza kadar kalır yazsın o halde şimdi bu sayfada da...

Eylül 07, 2009

boş, dağınık ve siyah beyaz yatak fotoğraflarından çok etkilendiğimi fark ettim bugün, tanrım ne büyük aydınlanma!
soon we'll be found'un klibinde yaşamak istiyorum, sonsuza kadar...

Eylül 05, 2009

kilo fazlasını geçtim, gereken neyse öderim de asıl aklıma takılan şey sahip olduğum eşyalar; fazlalıklar, hatıralar, ihtiyaç duyulanlar... nereye ait tüm bunlar?
her şeyi tam burada bıraksam ve hiç bilmediğim bir yere gitsem, yolu ben olmadan da bulup ait oldukları yerlere tek tek ulaşır mı acaba sahip olduğum çoraplar, minik bardaklar, kitaplar, kokular, gömlekler, tshirtler ve diğerleri ve unutulmaması gereken pantolonlar...
tam bu odada aslında istediğim her şeye sahipken hem de, hiçbir şeyim olmadığını düşünüyorum. sanki her şey bana sahip olmuş gibi aslında. her şeyimi toplayıp hiçbir yere gidesim var gibi bir şey yazmıştım bir seferinde... hiçbir şeyi toplamayıp bir yere gitmek istiyorum bu sefer ama kaybolmuş gibiyim, ne nerede başladığını biliyorum yolun, nereye varmam gerektiğini ne de...

Eylül 04, 2009

ister alışkanlık densin, ister yoksunluk... kelimelerin anlamlarına baktığımda ruh halimi "özlemek"ten daha iyi anlatan bir başkasına rastlayamadım henüz.

"özlemek: Bir kimseyi veya bir şeyi görmeyi, kavuşmayı istemek, göreceği gelmek..."

içinde kavuşmak geçen bir cümle özneleri ancak sen ve ben olduğumuzda daha da anlamlı...

Ağustos 30, 2009

Ağustos 28, 2009

gözyaşımı tutarken, çenemi tutarken, kendimi tutarken ki dağılmaya bu kadar da yakınken... tek parça kalmaya çalışmak yeterince zorken...
lütfen.

yine de ileriye dönük not olarak belirtmeden geçemeyeceğim yegane cümledir:

"someone call the ambulance"

Ağustos 25, 2009

"I've been waiting for you all of my life" dediğinde "why don't you let me love you" diyorum ve gülümsüyorum.
İkimizin de çocukluğuna ait olan bu şarkının sözlerini kendi sevgimiz için kullanıyor olmamız gülümsetiyor beni çünkü.
Sanki hep berabermişiz gibi...
Aynı eşikte olmak böyle bir "yaşa-n-mışlık" hissi katıyor sanırım. Yine de emin olana kadar geriye kalanları kendime saklayacağım.

Bu arada Duman öldü mü?

Ağustos 19, 2009

"üzgünüm, üzgünüm" diye tekrarladı adam.
"hayır" dedi diğeri.
"hayır, yapma!"

Ağustos 17, 2009

insanlar hep "o an"da sahip olmadıklarını isterler dediğinde ne kadar haklıymış meğer...

Ağustos 16, 2009

Ağustos 12, 2009

kendine güvenince insan gerisi çorap söküğü gibi geliyor gerçekten. ve sonuç -her zaman olmasa da genellikle- muazzam güzellikte oluyor.

"ben bugün sevgilime brownie yaptım."

Ağustos 10, 2009

işte tam da bu noktada kelimeler biter. sonra bir şarkı başlar, göz bu elbet -bir anlığına bile olsa- kapanır. açıldığında sonsuz bir beyaz ve ona eşlik eden düşme hissi.

anlamlandıramıyorum.

Ağustos 06, 2009

Nereye ait olduğumu hiçbir zaman bilmediğim hayatımda belki de ilk defa bu kadar şiddetle eve dönmek istemiyorum. Sanırım ben şu an sadece buradan kalkacak uçağa binip onunla "evimize" gitmek istiyorum.

Temmuz 28, 2009

"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum" yazıyor kitabın arka kapağında. Hayatımın en mutlu anlarını yaşıyorum ve bunu biliyorum. Yanımdaki kitapla aramızdaki tek fark bu sanırım.

Temmuz 22, 2009

minik ve puci'yi aynı cümlede geçiriyorum:

minik ve puci çok mutlular, çok huzurlular ancak istanbul'da kalmak istediklerinden emin değiller. özellikle istiklal'de güpegündüz kalbinden bıçaklanarak öldürülen adam yüzünden puci çok huysuz. bir de minik'i evde bırakıp işe gitmek istemiyor. hep yan yana dursunlar istiyor. canım benim.

Temmuz 19, 2009

minik, puci ve istanbul'un aynı cümlede geçmesini istiyorum.
minik ve puci istanbul'da çok mutlular, gibi mesela.

Temmuz 17, 2009

İçimdeki korkuların tümünden 7 tane stephen king romanı çıkar, yine de "fairytale" tadında yaşıyorum.

Temmuz 14, 2009

"here i am, hopeful again
i can’t say when
i wasn’t this way

don’t need to worry about me

that’s what i say
it’s not what i mean
that’s what i say
it’s not what i mean"

Temmuz 12, 2009

Temmuz 10, 2009

Temmuz 08, 2009

"they share a heart and lots of love"

cümlesini okumam bugün başıma gelen en güzel olaydır.
Ç kişisi der ki: Daha 20 saniye var, uf çok sıkıcı!
P kişisi der ki: Ya sus, daha 10 gün var ona bakarsan...

Temmuz 05, 2009



onu alıp oraya koyunca, bunu alıp şuraya koyunca odada yer açılıyor. biz yaşarız ki. ayrıca evet yasemori çok tatlı gülümsüyor. konser olsa da minik adımlarla gitsek.

Temmuz 04, 2009

karaköy vapur iskelesinde hayatımla ilgili kararları almanın eşiğine gelip sonunda yaşımı -artık- yeterli bulup kararları aldım. şimdi bu aldıklarımı nereye koyacağımı biri bana söyleyebilir mi? teşekkürler, ben de aynen öyle düşünmüştüm.

Temmuz 01, 2009

sana anbean aşık olmak dünyanın tüm sevdiğim şarkılarını aynı anda dinlemek gibi...

Haziran 29, 2009

Öyle güzel bir İstanbul günü ki, insanın kıvrılıp mırıldanası geliyor. Ayrıca büyüyünce hayalci olmaya karar verdim. Evet biraz fazla romantiğim.
Kelimelerin ilk anlamlarıyla vakit kaybeden insanlarla uğraşmaktan ne denli yorulmuşum meğer...

Haziran 25, 2009

festivaller gelir festivaller geçer ama fotoğraflar sonsuza dek kalır...




"mesela" ile "ya da" arasındaki yedi farkı bulmaya yoğunlaştığım şu günlerde, İstanbul'un bu denli sıcak olması canımı sıkmıyor diyemem.

Haziran 23, 2009

bazen an'ları en güzel kelimeler anlatır bazen de sadece fotoğraflar...



yaşadıklarımdan nefret ettiğim bir "an"da uzaklaştığım bu yere, yaşadıklarımdan duyduğum huzuru borçlu olduğum tek kişiye ithafen, dönüyorum.
hoş bulmak gibi bir derdim yok, sıkıntı olmasın yeter.

Mart 27, 2009

bazen sanki hayatınızın belli bölümlerini anlatmışsınız da onlar sizin yerinize yazmışlar, söylemişler gibi hissedersiniz. şarkılarında, şiirlerinde ya da yazılarında kelimeye dönüştüremediklerinizi gördüğünüzde ürkersiniz. yalnız olmadığınız hissi kendinize getirmeye yetmese de yine de -artık- yalnız olmadığınızı bilirsiniz.
benim için bunu yapabilen çok çok az insan var bu yüzden bozulmuş plak gibi aynı cümleleri dinliyorum o çok sevdiğim seslerden. ve hayır söyleneni hiçbir zaman yapmayacağım, kulaklarımı ya da gözlerimi asla mahrum bırakmayacağım bu denli sevdiğim şeylerden.

"you touched my hand
i felt a force
you called it dark
but now i'm not so sure"

Mart 26, 2009

gerisini isteyen istediği gibi tamamlamakta elbette ki özgür.

Mart 23, 2009

bir gün ben de bize açtığın bu yolda güle oynaya yürüyerek sana geleceğim. o zamana kadar özlediğin oğlunu kucakla, kokusunu içine çek hatta ki hiç gidemesin. ben geldiğimde sarılıp uyuyacağız üzerimizde gökyüzü, üzerimizde bu dünyada sevmediğimiz şeylerin o kirli, adi ve ucuz örtüsü...

ayaklarımın altındaki toprak sensin,
vücudunun karıştığı her şeyi gözlerimi kapayıp öpüyorum
içimde "ben, ben, ben" diye haykıran aslında senin sesin
bileklerime dolanan gözlerin, bırakıp gidemiyorum

~

S. seni sevdikçe aslında tanrı'yı küçültüyorum
yine de bundan vazgeçmeyeceğim, söz veriyorum.
bulutları seviyorum.

Mart 20, 2009

Sen gördüğüm en güzel rüyaydın ve ben artık uyandım.

Mart 18, 2009

"işte tam burası" derdim eskiden, öperdin ve geçerdi.
dün, bugün ve yarın. biliyorum, biliyorum, biliyorum... yarın; yarım.
işte tam burası... işte, tam burası!

bazen tamam çok daha anlamlıdır diğer kelimelerden ve hayatın tam da kendisidir zaman zaman insanı delirten.

Mart 01, 2009

"i have your photographs.
and the sun on your face
i'm freezing that frame..."

Şubat 28, 2009

çok az kaldı.

"çok" ve "az" arasındaki mükemmel uyum.

Şubat 27, 2009

Bana bir ayna verip çekilebilirsiniz, gerisini ben hallederim.

Şubat 26, 2009

Yürüyen merdivende yürüyen insanlardan hoşlanmıyor olsam da hiç uyumadığım gecelerin sabahında, buz gibi havada, sigara içerken yaşadığım aydınlanmalara adeta tapıyorum. Fark ettim ki en güzel cümleleri hep bu sabahlarda aklımdan geçirip sonrasında unutuyorum. Unuttuklarımı hatırlayabilmek için hatırladıklarımı unutmam mı gerekiyor, bir bilsem.
B-12 eksikliği, e zor tabii.

Şubat 25, 2009

Sezen Aksu, rakı, sigara, canın yanında.
Peki başka?
Bu kadar işte, çünkü artık ağzına kadar doldu kota.
Yine de...

"yok olmak zamanı şimdi."

Şubat 24, 2009

Şubat 22, 2009

"Dikiş atılması gerekebilir."

21.2.9

Şubat 20, 2009

O elmayı ısırabilecek kadar aptal olduğun için senden nefret ediyorum Pamuk Prenses!

Şubat 19, 2009

birkaç şarkının, birkaç cümlesini unutmamak için buraya not alayım diyordum. sonra vazgeçtim.

ne gerek var?
Uyudukça uyuşuyorum, uyuştukça uyuyorum. Her gece güneş doğana kadar yatağımda kendimi parçalara ayırıyorum. Bu parmaklarla olmaz, bu eli zaten hiç sevmemiştim, burnum kalabilir ama kulaklarımdan memnun değilim diye diye bedenimi söküyorum. Uyandığımda gözlerinin önünde paramparçayım, yataktan kalkabilmem için toplanmam lazım. Ayırdığım her parçayı tekrar yerine takmaya çalışıyorum. Ellerim titriyor, toplanamayacağım diye korkuyorum, heyecanlandıkça tekrar dağılıyorum, tekrar tekrar tekrar p a r ç a l a n ı y o r u m. Bazen vazgeçip uyumaya devam ediyorum. Ama gözlerim yerine parmaklarımın ıslanması komik oluyor bu yüzden yine hepsini yerine yerleştiriyorum. Vücudum eskisi gibi görünüyor. Her şey yolunda. Evet şimdi bir bütünüm, ayağa kalkıp güne başlayabilirim diyorum. Saate bakıyorum. Gün ben yatağımdayken çoktan bitmiş. Ne desem bilmiyorum... Kendimi o güvenli kollara bırakıyorum. En azından uyurken ağlayamıyorum.

"i was here
i was here."

Şubat 18, 2009

Kahve makinesinin tuşuna basıp "yumuşak içimli" filtre kahvemin olmasını bekliyorum. Çünkü sabaha kadar -yine- uyumadım ve h i ç b i r ş e y yemedim. Bu yüzden sert olanı değil diğerini seçtim. Vücudumun kahve dışında pek çok şeye ihtiyacı olduğuna eminim. Yine de lütfen biri gözümün önünden geçenleri kaydediyor olsun.
Mermer soğuk, mutfak soğuk, duvarlar soğuk. Sen de hep kahve içerdin. Bir de çok çok çok sigara. Sonra öksürüklerin başladı. Sonra kavgalarımız başladı. Sonra duvarlar yıkıldı, her şey açığa çıktı. "Sis ışığa" mı "sis açığa" mı diye konuşmuştuk bir başkasıyla.
O sabah, oraya gittiğimiz tek sabah, gözlerinde gördüğüm, gözlerimde gördüğün. Yanılıyor olamazdım. Yanılıyor olmamalıydım. Yanılmıştım.
Biliyorsun huzurdan başka bir şey istemem ben. Gittiğinden beri -ne senin yüzünden ne de bir başkasının yüzünden- aradığım şeyi çok da bulamıyorum. Garip bir şekilde bu sabah anlatmak istedim bunları sana. Sabahın 07.07'si olmuş. Biliyorsun 7'yi çok severim.
Ellerin temizdi. Ellerin beyazdı. Ellerin karla ovulmuş kadar çatlaktı. Zaman zaman kanardı. Ellerine üzülürdüm. Ellerine ağlardım. Ellerine dokunmadım. Ellerine dokunamazdım.
Artık her şey yeşil. Artık hiçbir şey yeşil değil. Biliyorsun yeşili çok severim.
Sen beni bilirsin ben seni bilirim ve bu yeter sanmıştık. Her şey değişiyor dünyada. Virgülü beklerdik ama noktaya hiç inanmamıştık.

O sabah, oraya gittiğimiz tek sabah, ellerin beyazdı, gözlerin beyazdı, saçların beyazdı, sen beyazdın ve ben beyazdım.
Bu sabah, burada tek başıma oturup bunları yazdığım bu tek sabahta, ellerim beyaz, yüzüm beyaz, sen...
Benim için bir renk seç şimdi, üçe kadar sayacağım aynı anda söyleyelim. Eğer tutturabilirsek hep hayalini kurduğumuz şeyi yapalım. Terk edelim...


not: dünyanın en güzel lastfmarşivine sahip olduğumu daha önce söylemiş miydim?
not 2: hep hayalini kurduğumuz şeyin "terk etmek" değil "..." olduğunu ben de biliyorum, ama onu buraya yazamazdım. zaten bunları yazdığım için bile yeterince şaşkınım. sanırım tanışmamızın bilmemkaçıncıgündönümü yaklaştı ya da yakın bir zamanda geçti. sahi kaç yıl oldu? hesaplasam ya bir. neyse iyi ol. bu da aylar sonra senden bahsettiğim tek yazı olsun o halde.

Şubat 13, 2009

çok sigara, çok muhabbet, alkol.
sen, yoksun, yok musun?
uyku.

3 eylül 2007'deki o soru kafamda dönüp dönüp duruyor. anlatamıyorum. sen fark etmiyorsun ama ben sürekli yutkunuyorum.
neyse.

Şubat 10, 2009



bulut olduk.
ben düşüyordum, "sen" tuttun.
minnetimi anlatacak kelimem kalmadı...
şimdi hepimiz sezen aksu - pişman olduğun zaman adlı şarkıyı açıp bir kez dinliyoruz. sonra da susmaya devam ediyoruz. iyi ki ne kadar acıdığını tartışmaya kalkmayacak kadar sınırlarımıza saygı duyuyoruz.

Şubat 09, 2009

"sözler geri dönmez
geri dönmez bakışlar
kuşlar geri uçmaz
geri konmaz aşklar."
körüm, sağırım, dilsizim.

sunday afternoon / "leave or stay"
leave?
ona da peki.

Şubat 08, 2009

"sen de mi? aklıma sığmıyor, sen de mi?"

bazen hepimiz susarız. soruların hepsi dilimizin ucuna kadar gelir, yutarız. öncesini tuzlar sonrasını da limonlarız hatta.
aklıma sığmayan her şeyi bir kenara bırakabilsem ya da birazcık uyuyabilsem keşke. gözümü kapatıyorum soru işaretleri gözümü açıyorum soru işaretleri...
beni alıp bir yere bıraktılar, neresi olduğunu bilmiyorum, tek başımayım ve korkuyorum.
teşekkür ederim.
madem susacağız, hepimiz susalım "bu sefer" ki bir anlamı olsun.
birikiüç"tıp"ozaman.

Şubat 07, 2009

şimdi benim bir sürü bir sürü bir sürü cümlem var,
ama...

Şubat 04, 2009

"cennetin göbeğindeyim" dediğinde sen, kudra, ne güzel diye geçirmiştim içimden.
ne güzel diye geçirebilirsin şimdi sen de içinden.

öyle bir huzur ki hangi harfe dokunsam ellerim adını yazıyor.
çıt sesi.

Şubat 02, 2009

minik bir oyundu bu. o şarkı ile başlayan... sesi sonuna kadar açtım, başımı öne eğdim. birkaç omuz yedim, hayır hiçbirine pardon demedim. ben, dün, daha fazla sana ait olmayan yüz görmek istemedim. bir şarkı boyunca adım atan ayaklarımı izledim. bir arabanın farlarıyla irkilip kenara geçtim. merdivenlerin başladığı yere geldim, her merdivende içimden adını söyledim. şarkı bitti, gözlerimi yukarı kaldırdım, karşımda olacaksın sanmıştım, yanılmışım, seni yine göremedim.

gözlerimin ardında senden başka h i ç b i r ş e y yok.


"if only you
if only now" - buruk bir gülümseme. başka bir şarkı sadece.
O şarkıyı açıp saatlerce gözlerine bakıyorum, sen beni görmüyorsun.


"birdenbire
yenilenir hayat
beklemeden birdenbire
yağmur yağar
güneş açar
açar birdenbire
aşk gelir alıp gider
alıp gider seni
güneş açar
açar birdenbire"
- bu da başka bir şarkıdan, zaten biliyorsun.

Ocak 30, 2009

yutkunurken acıyor, hayatımda olanlar bu aralar çok batıyor.

Ocak 29, 2009

yutkunamadıklarım, anlatamadıklarım, dokunamadıklarım ve uzaklaşamadıklarım...
oysa ben o kadar yorgunum ki bulduğum ilk huzurun koynunda yüz yıllık uykulara dalıyorum, uyanıp seni öpüyorum uyumadan ellerine dokunuyorum.
ilk defa kağıtların dili olsa da konuşsa diyorum, duyacaklarıma katlanamayacağımdan yüzünün olmadığı fotoğrafını elimden düşürmüyorum.
ellerimde bir kağıt, gerisi öyle işte...

unutmadan;
"you're a tragedy starting to happen"

Ocak 16, 2009

bir gün hepsi bitecek ve biz daha aydınlık hatta belki de gülümseyen gözlerle bakmaya başlayacağız.
ama önce atlamamız gereken eşiklerden uykugetirenkoyunlar misali teker teker atlayıp hatta yer yer yalpalayıp çamura bulanıp tekrar tekrar tekrar kalkıp bitiş çizgisine ulaşmalıyız.