saint antoine ve santa maria draperis'teki dileklerimi yenilemeyeceğim. zaten ne istediği az çok tahmin edilebilir biri haline geldim. ya zırhlarımdan kurtuldum ya da daha çok kabuk tuttum, hangisi oldu emin değilim. yine de, iyiyim.
kendimi sıksam yeni yıldan bir elin parmağını geçmeyecek kadar beklentim çıkar. hepsi çok basit şeyler, o yüzden kabul etmemezlik yapmayalım, anlaştık mı?
très bien, merci.
d'accord, j'accepte que je m'ennui un peu ce soir,
mais s'il tu plaît ne me laisse pas ici, tiens-moi de conclure.
whatever, bonne année.
Aralık 24, 2009
insanlara yapmalarını istediğim şeyleri zorlanarak ve arada sırada söylesem de -kıyasladığımda- neredeyse hiç, yapmamalarını istediğim şeyleri söyleyememişim.
hepimizin istisnaları var tabii. önemli olan öyle kalabilmek aslında.
bir zamanlar aklına gelen her şeyi yaz demişti bana, bütün cümleleri. birbiriyle bağlantılı olmasın, saçmalık olsun, ne olursa olsun sen sadece yaz demişti. belki de hala onun sözünü dinlediğim için yazıyorum. hırkalarının, kazaklarının uçlarını çekiştirip dururdu. anlamsız detayların şu an oluyormuş gibi gözümün önünde canlanması. garip.
son günlerde en çok izzie ile beraberken ağladığımı söylemiş miydim?
hepimizin istisnaları var tabii. önemli olan öyle kalabilmek aslında.
bir zamanlar aklına gelen her şeyi yaz demişti bana, bütün cümleleri. birbiriyle bağlantılı olmasın, saçmalık olsun, ne olursa olsun sen sadece yaz demişti. belki de hala onun sözünü dinlediğim için yazıyorum. hırkalarının, kazaklarının uçlarını çekiştirip dururdu. anlamsız detayların şu an oluyormuş gibi gözümün önünde canlanması. garip.
son günlerde en çok izzie ile beraberken ağladığımı söylemiş miydim?
Aralık 23, 2009
Aralık 19, 2009
Aralık 14, 2009
zaman.
yumurta, süt, şeker, un, yağ, kabartma tozu, vanilya, kakao, önceden ısıtılmış 160 derece. bazen beyaz bazen siyah. bazen dalgalı, bazen çikolatalı.
dünyanın en güzel renkli kalıpları, yıldız dışındakilerin eşleri var. kalpten çıkanlar dağılır. unutmamak lazım.
zaman.
40 - 50 dakika arasında bir yerlerde. üstü kızarınca, içi de pembeleşen. çoğunlukla kalabalıkta ama tercihen yalnızlıkta.
zaman.
yumurta, süt, şeker, un, yağ, kabartma tozu, vanilya, kakao, önceden ısıtılmış 160 derece. bazen beyaz bazen siyah. bazen dalgalı, bazen çikolatalı.
dünyanın en güzel renkli kalıpları, yıldız dışındakilerin eşleri var. kalpten çıkanlar dağılır. unutmamak lazım.
zaman.
40 - 50 dakika arasında bir yerlerde. üstü kızarınca, içi de pembeleşen. çoğunlukla kalabalıkta ama tercihen yalnızlıkta.
zaman.
Aralık 09, 2009
"it's not about geography
or happenstance."
insanlara gönül rahatlığıyla "siktir" diyebilme lüksü istiyorum.
bir de linkteki videoyu çok sevsem de sana armağan ediyorum. evet bunu yaptım, yapıyorum, yapacağım da. sıkıyosa izle dememe gerek yok, kahrola kahrola izleyeceksin biliyorum. ve işte bunu inanılmaz çok seviyorum.
http://www.youtube.com/watch?v=g5TfAc6s0e4
rachael'e not: yavrum n'aptın sen? hem de 9 dakikalık versiyonuna? çok pis canını yakarım haberin olsun.
or happenstance."
insanlara gönül rahatlığıyla "siktir" diyebilme lüksü istiyorum.
bir de linkteki videoyu çok sevsem de sana armağan ediyorum. evet bunu yaptım, yapıyorum, yapacağım da. sıkıyosa izle dememe gerek yok, kahrola kahrola izleyeceksin biliyorum. ve işte bunu inanılmaz çok seviyorum.
http://www.youtube.com/watch?v=g5TfAc6s0e4
rachael'e not: yavrum n'aptın sen? hem de 9 dakikalık versiyonuna? çok pis canını yakarım haberin olsun.
Aralık 02, 2009
"and in the afternoon then maybe we'll talk
i'll be exhausted so i'll probably sleep
and we'll get a chinese and watch tv"
şarkı bu kadar tatlı olduğu için mi yoksa biz hep böyle şeyler yaptığımız için mi bu kadar seviyorum bilmiyorum ama hayallerimin hepsini, hayallerimizin hepsini seninle gerçekleştirmekten inanılmaz keyif alıyorum. öyle tatlı bir hayat ki ikimizin yaşadığı neresine dokunsam havaya şekerden bulutlar uçuyor.
ayrıca ona söylemeyi unuttum, bir de en çok saçlarını seviyorum. özellikle parmaklarımın ya da dudaklarımın arasında. hatta nefesinle boynumda.
i'll be exhausted so i'll probably sleep
and we'll get a chinese and watch tv"
şarkı bu kadar tatlı olduğu için mi yoksa biz hep böyle şeyler yaptığımız için mi bu kadar seviyorum bilmiyorum ama hayallerimin hepsini, hayallerimizin hepsini seninle gerçekleştirmekten inanılmaz keyif alıyorum. öyle tatlı bir hayat ki ikimizin yaşadığı neresine dokunsam havaya şekerden bulutlar uçuyor.
ayrıca ona söylemeyi unuttum, bir de en çok saçlarını seviyorum. özellikle parmaklarımın ya da dudaklarımın arasında. hatta nefesinle boynumda.
Kasım 24, 2009
"bak bu köşede gözlerin
eksiltiyorum ruhumu her fırçada
çal, çalsana kapımı
ister uykulu, ister uykusuz
bak burada beyaz ellerin
biraz eksik sarıyorsa belimi
görmemiş der geçerim
şeffaf çizdim ben zaten kendimi
çal, çalsana kapımı
ister hüzünlü, ister hüzünsüz
sonra bir ev boyadım sana
kapısı mavi, zili deniz
içinde yaşasak ikimiz
geç bunları demeden şimdi
çal, çalsana kapımı
ister huzurlu, ister huzursuz."
eksiltiyorum ruhumu her fırçada
çal, çalsana kapımı
ister uykulu, ister uykusuz
bak burada beyaz ellerin
biraz eksik sarıyorsa belimi
görmemiş der geçerim
şeffaf çizdim ben zaten kendimi
çal, çalsana kapımı
ister hüzünlü, ister hüzünsüz
sonra bir ev boyadım sana
kapısı mavi, zili deniz
içinde yaşasak ikimiz
geç bunları demeden şimdi
çal, çalsana kapımı
ister huzurlu, ister huzursuz."
Kasım 23, 2009
"we could make this easy
easy love
easy"
oysa ki fikri ve zikri birbirine benzeyen bir insan oldum ben hep. yine de böyle anlaşılmış olmak garip tabii. orada, burada ya da şurada hiç fark etmez "dur" diyebilme hakkımı kullanabilmeliyim dedikçe daha çok susuyorum.
selam, ben genişlemek istiyorum? ama o kadar buruşmuşum ki açıldığımda izlerim belli olacak diye korkuyorum.
insanın canını en çok acıtanlardan biri "seni anlamıyorum" dediğinde gerçekten de anlamıyor olması. geçiştirmek için, basite kaçmak için ya da saçma sapan başka bir şey için değil gerçekten en basit anlamıyla ve özünde "anlamaması"
üç dört cümlelik bir şeyim aslında, atla deve değil şunun şurasında.
en büyük kurtarıcılarım olan hadi bakalım, öyle işte ve neyse üçlüsünden duruma en uygun olanını yardıma çağırıyorum şimdi...
neyse.
easy love
easy"
oysa ki fikri ve zikri birbirine benzeyen bir insan oldum ben hep. yine de böyle anlaşılmış olmak garip tabii. orada, burada ya da şurada hiç fark etmez "dur" diyebilme hakkımı kullanabilmeliyim dedikçe daha çok susuyorum.
selam, ben genişlemek istiyorum? ama o kadar buruşmuşum ki açıldığımda izlerim belli olacak diye korkuyorum.
insanın canını en çok acıtanlardan biri "seni anlamıyorum" dediğinde gerçekten de anlamıyor olması. geçiştirmek için, basite kaçmak için ya da saçma sapan başka bir şey için değil gerçekten en basit anlamıyla ve özünde "anlamaması"
üç dört cümlelik bir şeyim aslında, atla deve değil şunun şurasında.
en büyük kurtarıcılarım olan hadi bakalım, öyle işte ve neyse üçlüsünden duruma en uygun olanını yardıma çağırıyorum şimdi...
neyse.
Kasım 22, 2009
"my heart is beating like a jungle drum"
dün güne çok güzel başlayıp çok güzel bitirdim. belki de bu yüzden yüzümde kocaman bir gülümsemeyle uyandım bugün. ya da nihayet yakamı bırakıp çoook uzaklara giden kabuslarımın yerini alan bulut gibi hafif rüyalarım yüzündendir bu gülümseme. emin değilim.
önce güneş vardı yüzümde ve ellerimde, sonra yerini çok güzel kelimeler ve gözler aldı. asla unutamayacaklarım arasında ilk sırada çocuk gibi kahkaha atıp dakikalarca yürüyüş yapmamız vardı.
insanın hayatını bu denli etkileyen kişilere bu kadar yakın olması ürkütüyor beni bazen. yine de karşı koyamıyorum. pişmanlıklardan hoşlanmadığım için sanırım.
yaklaşık bir aydır ha oldu ha olacak derken, sürekli gün sayarken ve bu gün sayısı mütemadiyen değişirken eninde sonunda birinde sabitlendik ve ayrı geçirilecek vakti nihayet tükettik.
iki'deyim şimdi tekrar "bir" olabilmek için.
dün güne çok güzel başlayıp çok güzel bitirdim. belki de bu yüzden yüzümde kocaman bir gülümsemeyle uyandım bugün. ya da nihayet yakamı bırakıp çoook uzaklara giden kabuslarımın yerini alan bulut gibi hafif rüyalarım yüzündendir bu gülümseme. emin değilim.
önce güneş vardı yüzümde ve ellerimde, sonra yerini çok güzel kelimeler ve gözler aldı. asla unutamayacaklarım arasında ilk sırada çocuk gibi kahkaha atıp dakikalarca yürüyüş yapmamız vardı.
insanın hayatını bu denli etkileyen kişilere bu kadar yakın olması ürkütüyor beni bazen. yine de karşı koyamıyorum. pişmanlıklardan hoşlanmadığım için sanırım.
yaklaşık bir aydır ha oldu ha olacak derken, sürekli gün sayarken ve bu gün sayısı mütemadiyen değişirken eninde sonunda birinde sabitlendik ve ayrı geçirilecek vakti nihayet tükettik.
iki'deyim şimdi tekrar "bir" olabilmek için.
Kasım 20, 2009
"i need your love right now, now, now, now"
Dün gece Z. ile kısacık sohbet ettik. Aklımda "konuşmak ve yapmak" üzerine söylediği minicik bir cümle kaldı. Hani bazı anlar olur insanın hayatında, uzun zamandır aradığın cümleyi bulmuş gibi sevinir ve sahiplenirsin bir şeyi duyduğunda ya da okuduğunda. Benimki de o hesap. Asla unutmayacağım o cümleyi benim kadar sahiplenecek biri daha varsa bu dünya üzerinde o da sahibi, yani Z.'nin kendisidir herhalde.
Bugün okulda sincap gördüm, mutlu oldum. Eve gelip iki ay önce aldığım anahtarı yerine koydum. Saçma sapan "acaba bugün mü oyunları"mı bozdum ve artık daha huzurluyum.
kendime not: kabus görmekten vazgeç ve bir ara dinlen, lütfen.
Dün gece Z. ile kısacık sohbet ettik. Aklımda "konuşmak ve yapmak" üzerine söylediği minicik bir cümle kaldı. Hani bazı anlar olur insanın hayatında, uzun zamandır aradığın cümleyi bulmuş gibi sevinir ve sahiplenirsin bir şeyi duyduğunda ya da okuduğunda. Benimki de o hesap. Asla unutmayacağım o cümleyi benim kadar sahiplenecek biri daha varsa bu dünya üzerinde o da sahibi, yani Z.'nin kendisidir herhalde.
Bugün okulda sincap gördüm, mutlu oldum. Eve gelip iki ay önce aldığım anahtarı yerine koydum. Saçma sapan "acaba bugün mü oyunları"mı bozdum ve artık daha huzurluyum.
kendime not: kabus görmekten vazgeç ve bir ara dinlen, lütfen.
Kasım 18, 2009
bencil insanlardan nefret ediyorum. bencil insanlar midemi bulandırıyorlar ve yine aynı bencil insanlar beni farkında olarak ya da olmayarak kendilerinden tiksindiriyorlar.
bencil insanları istemiyorum. bencil insanlardan uzak durmak istiyorum ama yapabildiğime inanmıyorum.
bir gün hassaslık kabuğundan sıyrılıp bencil insanların tümüne birkaç cümle söylemek için her gece yatağıma yattığımda tilki kuyruklarına asılmış düşünceleri kovalıyorum. tabii ki kendimi sizin önemsediğinizden daha fazla önemsiyorum ama hatayı nerede yaptığımı -aslında burada yapmadığımı- yavaş yavaş daha iyi anlıyorum.
bencil insanlar, sevgili canım bencil insanlar; sizi sevmiyorum ve bu kadar hayal kırıklığına yol açmışken sevebileceğimi de sanmıyorum. o yüzden ben diyorum ki siz bencil kalmaya devam edin ama bir gün sakın bencilliklerim yüzünden beni suçlamaya kalkmayın çünkü ne "sen de zamanında bunu demiştin/yapmıştın" diyecek kadar çirkinleşeceğim ne de bir şeyleri değiştirmek için çaba göstereceğim.
kendime not: bencil olmadan yaşanmıyor ve her koyun, tam da bayram öncesi, kendi bacağından asılıyor.
bencil insanları istemiyorum. bencil insanlardan uzak durmak istiyorum ama yapabildiğime inanmıyorum.
bir gün hassaslık kabuğundan sıyrılıp bencil insanların tümüne birkaç cümle söylemek için her gece yatağıma yattığımda tilki kuyruklarına asılmış düşünceleri kovalıyorum. tabii ki kendimi sizin önemsediğinizden daha fazla önemsiyorum ama hatayı nerede yaptığımı -aslında burada yapmadığımı- yavaş yavaş daha iyi anlıyorum.
bencil insanlar, sevgili canım bencil insanlar; sizi sevmiyorum ve bu kadar hayal kırıklığına yol açmışken sevebileceğimi de sanmıyorum. o yüzden ben diyorum ki siz bencil kalmaya devam edin ama bir gün sakın bencilliklerim yüzünden beni suçlamaya kalkmayın çünkü ne "sen de zamanında bunu demiştin/yapmıştın" diyecek kadar çirkinleşeceğim ne de bir şeyleri değiştirmek için çaba göstereceğim.
kendime not: bencil olmadan yaşanmıyor ve her koyun, tam da bayram öncesi, kendi bacağından asılıyor.
Kasım 14, 2009
Kasım 12, 2009
Kasım 11, 2009
hayatımın en huzursuz uykusunu uyurken dışarısı da yıkılmak üzereydi. öyle çok gürledi ki gökyüzü, birilerini çok kızdırmış olduğumu düşündüm. çocukken de inanmazdım tanrı'nın flaşla fotoğraf çektiğine ama birilerini kızdırmış olabileceğim fikrini hiç sorgulamadım, tereddüt etmeden aldım, zihnimin en tozlanmayan köşesine bir güzel kazıdım. bu yüzden her gök gürlediğinde kime ne yaptım acaba diye düşünürüm ben.
düşünmek demişken, son zamanlarda o kadar çok düşünüyorum ki uyumuyorum bayılıyorum adeta yatakta. ama bundan şimdilik bahsetmeyeceğim.
dudaklarım kanıyor ısırmaktan, öpsene?
düşünmek demişken, son zamanlarda o kadar çok düşünüyorum ki uyumuyorum bayılıyorum adeta yatakta. ama bundan şimdilik bahsetmeyeceğim.
dudaklarım kanıyor ısırmaktan, öpsene?
Kasım 09, 2009
Kasım 06, 2009
Bonjour Hava!
J'arrive a Paris. C'est dommage! Il pleut et j'oublie mon parapluie. Je vais a la biblioteque parce que je travaille le français. J'achete un chat! J'aime beacoup les cafes, les rues, les enfants, La Tour Eiffel... J'ai horreur des cafards.
Ma date de retour est le lundi. Je veux toujours rester a Paris avec mon ami...
Ecris-moi.
Tchao!
Çağdaş.
J'arrive a Paris. C'est dommage! Il pleut et j'oublie mon parapluie. Je vais a la biblioteque parce que je travaille le français. J'achete un chat! J'aime beacoup les cafes, les rues, les enfants, La Tour Eiffel... J'ai horreur des cafards.
Ma date de retour est le lundi. Je veux toujours rester a Paris avec mon ami...
Ecris-moi.
Tchao!
Çağdaş.
Kasım 04, 2009
Kasım 02, 2009
Ekim 31, 2009
"there is so much i can't take.
but i will understand,
i will open my hand.
you can be happy"
elmanın zamanla çürüyerek eski sertliğinden eser kalmayacak derecede yumuşayabilmesi gibi. kötü kokan, yapışkan ve vıcık vıcık. kelimelerimin tümünü odamın duvarlarına yazmak istedim bugün, içimi daha fazla açmak için. daha görünür ve anlaşılır olmak için. neysem o olayım istedim. bakmak ve görmek arasındaki farkın yediyi aştığı bu dünyada bir de yanlış yerden bakılmakla ya da hatalı kısmımın görülmesiyle gerçekten uğraşamazdım.
birkaç fotoğraf gördüm, birkaç cümle okudum, biraz fransızca çalıştım. yapmam gereken alıştırmaların açıklayıcı cümlelerini anlayamadığım için zorlandım ama bırakmadım.
aslında ben kafasına koyduğu her şeyi yapan biri değilim. pek çok şeyden çabucak sıkılırım. ama haklısın, bunu sana hiç yansıtmadım. yansıtmayacağım.
önce parmaklarını hissediyorum, hemen ardından sesin geliyor. gözlerimi açılmasınlar diye daha da sıkıyorum ve kıpırdamadan duruyorum. battaniyenin altında seninle olmak öyle güzel ki, insanların korktuğunda saklandıkları yerlere ben seninle başbaşa kalabildiğim için resmen balıklama dalıyorum.
kendime not: balıklama dalmak çok uygunsuz oldu ama idare et. dün gördüğün rüyayı da unut.
but i will understand,
i will open my hand.
you can be happy"
elmanın zamanla çürüyerek eski sertliğinden eser kalmayacak derecede yumuşayabilmesi gibi. kötü kokan, yapışkan ve vıcık vıcık. kelimelerimin tümünü odamın duvarlarına yazmak istedim bugün, içimi daha fazla açmak için. daha görünür ve anlaşılır olmak için. neysem o olayım istedim. bakmak ve görmek arasındaki farkın yediyi aştığı bu dünyada bir de yanlış yerden bakılmakla ya da hatalı kısmımın görülmesiyle gerçekten uğraşamazdım.
birkaç fotoğraf gördüm, birkaç cümle okudum, biraz fransızca çalıştım. yapmam gereken alıştırmaların açıklayıcı cümlelerini anlayamadığım için zorlandım ama bırakmadım.
aslında ben kafasına koyduğu her şeyi yapan biri değilim. pek çok şeyden çabucak sıkılırım. ama haklısın, bunu sana hiç yansıtmadım. yansıtmayacağım.
önce parmaklarını hissediyorum, hemen ardından sesin geliyor. gözlerimi açılmasınlar diye daha da sıkıyorum ve kıpırdamadan duruyorum. battaniyenin altında seninle olmak öyle güzel ki, insanların korktuğunda saklandıkları yerlere ben seninle başbaşa kalabildiğim için resmen balıklama dalıyorum.
kendime not: balıklama dalmak çok uygunsuz oldu ama idare et. dün gördüğün rüyayı da unut.
Ekim 28, 2009
Ekim 25, 2009
"please be honest mary jane
are you happy
please don't censor your tears" dediğinde fark ettim, biri bana mutlu musun diye sormayalı ya çok uzun zaman olmuş ya da her zamanki gibi ben unutmuşum.
insanın unutkanlığı hastalık gibi yaşaması işte bir de bu yüzden kötü, başkalarına kendinden daha fazla güvenmek zorunda kalıyorsun ve hiçbir şeyden tamamen emin olamıyorsun.
hı bir de tadı ve kokusu kötü pembe haplar kullanıyorsun.
korkuyorsun.
are you happy
please don't censor your tears" dediğinde fark ettim, biri bana mutlu musun diye sormayalı ya çok uzun zaman olmuş ya da her zamanki gibi ben unutmuşum.
insanın unutkanlığı hastalık gibi yaşaması işte bir de bu yüzden kötü, başkalarına kendinden daha fazla güvenmek zorunda kalıyorsun ve hiçbir şeyden tamamen emin olamıyorsun.
hı bir de tadı ve kokusu kötü pembe haplar kullanıyorsun.
korkuyorsun.
Ekim 21, 2009
onun dudakları yerleşmek istediğim,
ve
onun elleri
onun gözleri
onun mimikleri
kelimeleri
onun teni
onun kokusu zorlayan hafızamı
ve onun mutluluğu yüzümde oluşan gülümsemenin sebebi
sadece düşündüğümde bile adını...
ki bir süredir sadece hayal ediyorum varlığını
ve ona adıyorum ömrümün geri kalan her anını...
ve
onun elleri
onun gözleri
onun mimikleri
kelimeleri
onun teni
onun kokusu zorlayan hafızamı
ve onun mutluluğu yüzümde oluşan gülümsemenin sebebi
sadece düşündüğümde bile adını...
ki bir süredir sadece hayal ediyorum varlığını
ve ona adıyorum ömrümün geri kalan her anını...
Ekim 17, 2009
Ekim 15, 2009
genellikle eşyaların da hisleri olduğuna inanıyorum. onları kırmamaya, üzmemeye, sıkmamaya çalışıyorum. en güzel anlarımı anıya çevirecek şeylerin birer parçası oldukları için onları sürekli biriktirip saklayıp duruyorum. bazen kutuların kapağını açıp aralarında zamanı unutarak vakit geçiriyorum. özellikle böyle anlarda günler sürecek düşünme periyotlarımı başlatmış oluyorum.
doğum günümde yüzlerce kağıt parçası, mektup, hediye, hatıra ve benzeri şeyi içim hiç acımadan ve tereddüt etmeden çöpe attım.
zaman zaman eşyalar kadar bile ruhum olduğuna inana mı yorum.
doğum günümde yüzlerce kağıt parçası, mektup, hediye, hatıra ve benzeri şeyi içim hiç acımadan ve tereddüt etmeden çöpe attım.
zaman zaman eşyalar kadar bile ruhum olduğuna inana mı yorum.
Ekim 12, 2009
ve bir yaş daha büyürken durduğum bu eşikten geriye dönüp baktığımda, büyümeye çalıştığım pek çok anda aslında daha da küçüldüğümü görmek canımı acıtsa da hayatımın en huzurlu hediyesini zaten bir haziran günü almış olmanın mutluluğuyla gülümsüyorum ve iyi ki doğdum diyebiliyorum.
bana "iyi ki" dedirten hayatımdaki herkese teşekkür ediyorum bir de...
bana "iyi ki" dedirten hayatımdaki herkese teşekkür ediyorum bir de...
Ekim 07, 2009
eskiden çok güzel pastalar yapardım. girip girebileceğiniz en karanlık odalarda en sevdiğim şarkıları dinleyerek çektiğim filmleri yıkar en beğendiğim fotoğrafları basardım. eskiden çok güzel mektuplar yazardım. tek başıma yürüyüşler yapıp arada sırada sadece gelip geçenleri izlemek için oturur defterime birkaç cümle yazardım. eskiden çok güzel hayaller kurardım. aklıma ne zaman esse, içimden ne zaman gelse eşyalarımı toplayıp yanlarına gidebileceğim insanlar olduğunu bilir ve böyle anlarda asla yerimde durmazdım. eskiden çok güzel duvarlar kurardım. saatlerce yatağımdan çıkmaz arka arkaya filmler izler ya da kütüphaneye gidip koca koca raflara dizilmiş irili ufaklı kitaplar arasında kaybolurdum ve bundan hiç yorulmazdım. eskiden minik kavanozlarda biriktirdiğim yağmur sularıyla saçlarımı yıkardım. boğulacağımı hissettiğim her an halıya yatıp tavanı izlerdim ve düşüncelerimin tümünü sıraya koymaya çalışıp nefes alırdım. eskiden çok güzel geçmiş günleri düşünürdüm ve kendimden aslında hiç bıkmazdım. yaşadığım her yerde kendimden bir şeyler bırakırdım.
eskiden kendimi hep güvende hisseder yapmadıkları şeyler yüzünden insanları suçlamazdım. benim dışımda her şey değişse de ben hep aynı kalırdım.
günlerdir tüm bu rüzgarın ortasında oturmuş günlerin geçmesini, tortunun dibe çökmesini bekliyorum ve yaşıyorum.
ve yaşlanıyorum.
kuruyup kuruyup ıslanıyorum.
ve hiç durmadan teşekkür ediyorum.
şimdi eskiden yaptığım gibi gözlerimi kapıyorum ve ne zaman açacağımı bilmiyorum, açıkçası merak da etmiyorum.
eskiden kendimi hep güvende hisseder yapmadıkları şeyler yüzünden insanları suçlamazdım. benim dışımda her şey değişse de ben hep aynı kalırdım.
günlerdir tüm bu rüzgarın ortasında oturmuş günlerin geçmesini, tortunun dibe çökmesini bekliyorum ve yaşıyorum.
ve yaşlanıyorum.
kuruyup kuruyup ıslanıyorum.
ve hiç durmadan teşekkür ediyorum.
şimdi eskiden yaptığım gibi gözlerimi kapıyorum ve ne zaman açacağımı bilmiyorum, açıkçası merak da etmiyorum.
18 şubat 2009'dan bu yana değişen çok şey olsa da yine bir şeyler yazacak olsaydım sana, aynı cümleleri saçardım buraya.
"Sen beni bilirsin ben seni bilirim ve bu yeter sanmıştık. Her şey değişiyor dünyada. Virgülü beklerdik ama noktaya hiç inanmamıştık."
demişim mesela. Gerçekten de her şey değişiyor dünyada...
Gittiğim her yere benimle geleceksin, zaman zaman cümlelerimden, gözlerimden, ellerimden döküleceksin...
Tek isteğim unutma. Benim gibi ol, arada sırada hatırla ve o gün geldiğinde lütfen lütfen ve lütfen tek bir soru bile sorma.
"Sen beni bilirsin ben seni bilirim ve bu yeter sanmıştık. Her şey değişiyor dünyada. Virgülü beklerdik ama noktaya hiç inanmamıştık."
demişim mesela. Gerçekten de her şey değişiyor dünyada...
Gittiğim her yere benimle geleceksin, zaman zaman cümlelerimden, gözlerimden, ellerimden döküleceksin...
Tek isteğim unutma. Benim gibi ol, arada sırada hatırla ve o gün geldiğinde lütfen lütfen ve lütfen tek bir soru bile sorma.
Ekim 06, 2009
female vocalists, indie ve downtempo etiketleriyle birleşmiş, bütünleşmiş şarkıları dinlemekten inanılmaz keyif alıyorum.
müziğin eşlik ettiği, yatağımın yumuşatıp sakinleştirdiği ve eiffel'in göz kamaştırdığı böyle anlarda en çok seni düşünüyorum. sonra kırmızı bir çarpı koyuyorum biten günün üstüne.
senin için gülümsüyorum.
müziğin eşlik ettiği, yatağımın yumuşatıp sakinleştirdiği ve eiffel'in göz kamaştırdığı böyle anlarda en çok seni düşünüyorum. sonra kırmızı bir çarpı koyuyorum biten günün üstüne.
senin için gülümsüyorum.
Ekim 04, 2009
valizimi boşaltırken fark etmiştim. beraber içtiğimiz ve benim sakladığım shot bardaklarından biri yoktu...
bugün pantolonlarımı yerleştirirken birinin içinden yere düştü. kırılmadı.
(la fate ignoranti)
hani ellerimle götürmüş olmasam seni havaalanına gerçekten inanmayacağım gittiğine.
aslında durup düşününce aslında gitmedin ki hiçbir yere...
bugün pantolonlarımı yerleştirirken birinin içinden yere düştü. kırılmadı.
(la fate ignoranti)
hani ellerimle götürmüş olmasam seni havaalanına gerçekten inanmayacağım gittiğine.
aslında durup düşününce aslında gitmedin ki hiçbir yere...
Ekim 03, 2009
uyandım.
şehrin üzerindeki bulut hala gitmemiş, oysa geçen gün konuştuğumuzda gideceğini söylemişti. sözünü tutmayanları sevmem. açıkçası bozuldum ama çok da üstünde durmadım.
kendime kahvaltı hazırladım. hayır hazırlamadım. kahve yaptım ve günün ilk sigarasını yaktım. sen yokken kahvaltıları anlamsız bulduğumu daha fazla saklayamazdım.
vasilis ayaklarıma dolanınca ona yemek vermediğimi hatırladım, mama kabıyla işimi bitirdikten sonra gelir gelmez pencereye koyduğum saksıyı bugün bir kez daha suladım. hala yeşilin hiçbir tonunun filizlenmemiş olmasına şaşırdım.
telefonu alıp birkaç rakama bastım. "daha mutlu olmak için 1'e basın" dedi telefondaki ses, "daha huzurlu olmak için 2'ye, daha çok sevmek için 3'e..." şeklinde devam edip "hepsini aynı anda istiyor ancak ne yapacağınızı bilemiyorsanız lütfen ahizeyi kapatın" dedi. kapattım.
vasilis'e dönüp "höf be kedicik yine yapamadım" dedim, anlamadan yüzüme baktı. hay aksi! kediye türkçe öğretmeyi unuttuğumuzu bir kere daha hatırladım.
küllüğü bol su ve sabunla yıkadım. evin buram buram sigara kokmasına daha fazla dayanamazdım.
cennet'i yatağımızın altına yerleştirdim, araf'ı camdan eiffel'e fırlattım, cehennem'i lavaboda yaktım. yanımda olsan belki çok kızardın belki de umursamazdın, emin olamadım. "everything in its right place, there are two colours in my head" diye mırıldandım.
anahtarı buzdolabına saklayıp evimize son bir kez baktım. vasilis'in tasmasını takıp kapıyı kapattım. merdivenlerde pakistan'lı arkadaşlarımla karşılaşıp konuşmaya çalıştım anlaşamayacağımızı fark ettiğimde şansımı daha fazla zorlamadım.
parka gidip saate baktım. yıllar önce büyükada'da geçirdiğimiz günü bir dakikalık saygı duruşu ve eşsiz bir gülümseme eşliğinde andım. ağaçlara göz kırptım.
dünyanın tüm ülkelerinin ve özellikle onların sevimli başkentlerinin bizim için beraber uzandığımız bir banktan farksız olduğunu düşünüp gelmene kaç saat kaldığını hesapladım.
geldiğinde, ki gördüğüm en sıcak ve en parlak güneştin sen aslında, bıraktığın yerde durmuş seni bekliyordum önce hiç ayrılmayacakmışız gibi sarıldım. sonra kollarında uyuyakaldım.
sen yokken, paris'te ya da izmir'de hiç fark etmez, sadece uyudum arada sırada uyandım.
şehrin üzerindeki bulut hala gitmemiş, oysa geçen gün konuştuğumuzda gideceğini söylemişti. sözünü tutmayanları sevmem. açıkçası bozuldum ama çok da üstünde durmadım.
kendime kahvaltı hazırladım. hayır hazırlamadım. kahve yaptım ve günün ilk sigarasını yaktım. sen yokken kahvaltıları anlamsız bulduğumu daha fazla saklayamazdım.
vasilis ayaklarıma dolanınca ona yemek vermediğimi hatırladım, mama kabıyla işimi bitirdikten sonra gelir gelmez pencereye koyduğum saksıyı bugün bir kez daha suladım. hala yeşilin hiçbir tonunun filizlenmemiş olmasına şaşırdım.
telefonu alıp birkaç rakama bastım. "daha mutlu olmak için 1'e basın" dedi telefondaki ses, "daha huzurlu olmak için 2'ye, daha çok sevmek için 3'e..." şeklinde devam edip "hepsini aynı anda istiyor ancak ne yapacağınızı bilemiyorsanız lütfen ahizeyi kapatın" dedi. kapattım.
vasilis'e dönüp "höf be kedicik yine yapamadım" dedim, anlamadan yüzüme baktı. hay aksi! kediye türkçe öğretmeyi unuttuğumuzu bir kere daha hatırladım.
küllüğü bol su ve sabunla yıkadım. evin buram buram sigara kokmasına daha fazla dayanamazdım.
cennet'i yatağımızın altına yerleştirdim, araf'ı camdan eiffel'e fırlattım, cehennem'i lavaboda yaktım. yanımda olsan belki çok kızardın belki de umursamazdın, emin olamadım. "everything in its right place, there are two colours in my head" diye mırıldandım.
anahtarı buzdolabına saklayıp evimize son bir kez baktım. vasilis'in tasmasını takıp kapıyı kapattım. merdivenlerde pakistan'lı arkadaşlarımla karşılaşıp konuşmaya çalıştım anlaşamayacağımızı fark ettiğimde şansımı daha fazla zorlamadım.
parka gidip saate baktım. yıllar önce büyükada'da geçirdiğimiz günü bir dakikalık saygı duruşu ve eşsiz bir gülümseme eşliğinde andım. ağaçlara göz kırptım.
dünyanın tüm ülkelerinin ve özellikle onların sevimli başkentlerinin bizim için beraber uzandığımız bir banktan farksız olduğunu düşünüp gelmene kaç saat kaldığını hesapladım.
geldiğinde, ki gördüğüm en sıcak ve en parlak güneştin sen aslında, bıraktığın yerde durmuş seni bekliyordum önce hiç ayrılmayacakmışız gibi sarıldım. sonra kollarında uyuyakaldım.
sen yokken, paris'te ya da izmir'de hiç fark etmez, sadece uyudum arada sırada uyandım.
Eylül 29, 2009
aylar önce bir gece deniz kenarında tek başıma oturuyordum. kucağımda kararlarım vardı ve çantam yanımdaydı. kararlarımdan bazılarını, çantamdakilerin bazılarını çıkartıp tek tek denize attım. bir sigara yakıp arındım. o an gerçekten de arındım. tek başımaydım.
şimdi aylar sonra bir sabah odamda yine tek başıma oturuyorum. kucağımda yeni kararlarım. neredeyse hepsini, daha önce defalarca kullandığım için tekrar başlamak zorunda olduğumu biliyorum. onlar aslında benim çocuklarım. sadece hangisine başlayacağıma karar veremiyorum.
şimdi aylar sonra bir sabah odamda yine tek başıma oturuyorum. kucağımda yeni kararlarım. neredeyse hepsini, daha önce defalarca kullandığım için tekrar başlamak zorunda olduğumu biliyorum. onlar aslında benim çocuklarım. sadece hangisine başlayacağıma karar veremiyorum.
Eylül 28, 2009
Eylül 26, 2009
eğer sevdiğiniz insan yanınızda değilse her sabah yalnız uyanmaya alışırsınız. köşeyi döndüğünüzde karşınıza çıkma olasılığı olmadan yaşamaya başlarsınız. saat farklarını dert etmemeye, sizinle olmasa da birlikteymişsiniz gibi davranmaya çalışırsınız. beklemekten başka bir şey yapamayacağınızı fark ettiğiniz anda bol bol küfredeceğinizi sanıp yanılırsınız, arkadaşlarınızın yanında, ailenizin yanında, anlamsızca ve tek başınıza yürüdüğünüz sokaklarda -ki aslında koşmak istersiniz çoğu zaman- daha çok susarsınız.
yalnızlığınızın büyüklüğünü kıyaslayacak kimse bulamazsınız. zaman zaman ışıldar çoğunlukla içinize kapanırsınız.
iki kişiye çıkarttığınız hayatınızı tek kişi yaşayıp yine de mutlu olmaya çalışırsınız. çünkü beraber olmuşsunuzdur, beraber olacaksınızdır ki o zaman her şey çok daha güzel olacaktır, o zaman her şey tam olacaktır, o zaman hayatınız "tam" olacaktır ve diğerleri... hiç bitmek bilmeyen o "beraber olduğumuzda" ile başlayan ve sonsuza uzanan cümleler... inanırsınız.
kaçamazsınız.
saklanamazsınız.
yok olamazsınız.
var da olamazsınız.
nefes alırsınız.
"nefes" alamazsınız.
sıkışırsınız.
sıkışırsınız.
akrep ile yelkovanı birbirine bağlarsınız.
daha çok sıkıştırılırsınız.
vakit geçmez. günler geçmez.
geç
mez
geeeeeeç
meeeeeeez.
günler bitmez.
anlar gelmez.
anılar gitmez.
beklersiniz.
hayat tarafından bekletilirsiniz ki sıranız aylarca gelmez.
devam edilir.
ya da devam edilmez.
ama kaybolan
bu günleri
hiçkimse
bir gün çıkıp
size geri vermez.
çünkü veremez.
bu yazılanlar aslında uzar, daha çok uzar ama ne yazdıklarım ne de okuduklarınız size kalbimi göstermez.
çünkü elimden çıkan kelimeler cümlelerle kalbimi vermez.
veremez.
yalnızlığınızın büyüklüğünü kıyaslayacak kimse bulamazsınız. zaman zaman ışıldar çoğunlukla içinize kapanırsınız.
iki kişiye çıkarttığınız hayatınızı tek kişi yaşayıp yine de mutlu olmaya çalışırsınız. çünkü beraber olmuşsunuzdur, beraber olacaksınızdır ki o zaman her şey çok daha güzel olacaktır, o zaman her şey tam olacaktır, o zaman hayatınız "tam" olacaktır ve diğerleri... hiç bitmek bilmeyen o "beraber olduğumuzda" ile başlayan ve sonsuza uzanan cümleler... inanırsınız.
kaçamazsınız.
saklanamazsınız.
yok olamazsınız.
var da olamazsınız.
nefes alırsınız.
"nefes" alamazsınız.
sıkışırsınız.
sıkışırsınız.
akrep ile yelkovanı birbirine bağlarsınız.
daha çok sıkıştırılırsınız.
vakit geçmez. günler geçmez.
geç
mez
geeeeeeç
meeeeeeez.
günler bitmez.
anlar gelmez.
anılar gitmez.
beklersiniz.
hayat tarafından bekletilirsiniz ki sıranız aylarca gelmez.
devam edilir.
ya da devam edilmez.
ama kaybolan
bu günleri
hiçkimse
bir gün çıkıp
size geri vermez.
çünkü veremez.
bu yazılanlar aslında uzar, daha çok uzar ama ne yazdıklarım ne de okuduklarınız size kalbimi göstermez.
çünkü elimden çıkan kelimeler cümlelerle kalbimi vermez.
veremez.
Eylül 23, 2009
Eylül 20, 2009
ben bu hissi biliyorum, hatta sevdiğim bir şarkının da sözlerinde geçen durumun aynısını yaşıyorum ve bundan hiç hoşlanmadığımı bir kez daha söylüyorum.
alacağım cevap "yapacak bi'şey yok" olsa da, bu böyle.
gerçekten de
seni geçtim, ben kendi içimden bile gelmiyorum.
"Sometimes you need to get away. Sometimes you wonder why you stayed away so long."
alacağım cevap "yapacak bi'şey yok" olsa da, bu böyle.
gerçekten de
seni geçtim, ben kendi içimden bile gelmiyorum.
"Sometimes you need to get away. Sometimes you wonder why you stayed away so long."
Eylül 16, 2009
"but i don't want to skip all the drama.
that's life.
that's everything.
that's relationships!"
dediğinde bir an için derin bir nefes alıp gülümsedim. Bazı çakışmalar can acıtıp körüklese de bazıları böyle gülümsetici olabiliyor. Bana da sadece odamdaki en rahat yere uzanıp "play"e basmak düşüyor.
Ayrıca itiraf etmeliyim ki; bunca zamandır "pause" ve "stop" arasında gidip gelmiş bünyeye üst üste bu kadar çok "play" mükemmel geliyor.
that's life.
that's everything.
that's relationships!"
dediğinde bir an için derin bir nefes alıp gülümsedim. Bazı çakışmalar can acıtıp körüklese de bazıları böyle gülümsetici olabiliyor. Bana da sadece odamdaki en rahat yere uzanıp "play"e basmak düşüyor.
Ayrıca itiraf etmeliyim ki; bunca zamandır "pause" ve "stop" arasında gidip gelmiş bünyeye üst üste bu kadar çok "play" mükemmel geliyor.
Eylül 15, 2009
Eylül 13, 2009
ingilizce'deki nefret ettiğim tek kelime olan "pretend"i barındıran bir şarkıyı, aylar sonra bu denli sevebileceğim tabii ki ilk dinlediğimde aklımın ucundan bile geçmezdi.
"would you be my friend for a while
would you please pretend that you don't lie
would you keep me warm if the sun won't shine
tonight,
under the city light.
...
kısmından hareketle sözlerin tamamına ulaşabilirsiniz, şarkının kendisine ulaşabilirsiniz, şarkının klibine ulaşabilirsiniz ya da bu kadarıyla yetinip sayfadan çekip gidebilirsiniz. paşa gönlünüz nasıl isterse gerçekten aynen öyle olsun.
"would you be my friend for a while
would you please pretend that you don't lie
would you keep me warm if the sun won't shine
tonight,
under the city light.
...
would you treat me right if I am kind
would you like me more if I can smile
would you set on tears if I start to cry
would you take me there last one more time
tonight,
under light."
would you like me more if I can smile
would you set on tears if I start to cry
would you take me there last one more time
tonight,
under light."
kısmından hareketle sözlerin tamamına ulaşabilirsiniz, şarkının kendisine ulaşabilirsiniz, şarkının klibine ulaşabilirsiniz ya da bu kadarıyla yetinip sayfadan çekip gidebilirsiniz. paşa gönlünüz nasıl isterse gerçekten aynen öyle olsun.
Eylül 11, 2009
Eylül 09, 2009
ne diyeceğini bilemediği zamanları olur insanın. böyle anlarda yapılması gereken en iyi şey susmaktır. hele ki sustuğunda seni anlayan insanlar "hep" yanında olanlarsa...
"...
kuşaklar gelir kuşaklar geçer ama dünya sonsuza kadar kalır" yazıyordu o sayfada. insanlar gelir insanlar birbirinin hayatlarından geçer ama aralarındaki sevgi sonsuza kadar kalır yazsın o halde şimdi bu sayfada da...
"...
kuşaklar gelir kuşaklar geçer ama dünya sonsuza kadar kalır" yazıyordu o sayfada. insanlar gelir insanlar birbirinin hayatlarından geçer ama aralarındaki sevgi sonsuza kadar kalır yazsın o halde şimdi bu sayfada da...
Eylül 07, 2009
Eylül 05, 2009
kilo fazlasını geçtim, gereken neyse öderim de asıl aklıma takılan şey sahip olduğum eşyalar; fazlalıklar, hatıralar, ihtiyaç duyulanlar... nereye ait tüm bunlar?
her şeyi tam burada bıraksam ve hiç bilmediğim bir yere gitsem, yolu ben olmadan da bulup ait oldukları yerlere tek tek ulaşır mı acaba sahip olduğum çoraplar, minik bardaklar, kitaplar, kokular, gömlekler, tshirtler ve diğerleri ve unutulmaması gereken pantolonlar...
tam bu odada aslında istediğim her şeye sahipken hem de, hiçbir şeyim olmadığını düşünüyorum. sanki her şey bana sahip olmuş gibi aslında. her şeyimi toplayıp hiçbir yere gidesim var gibi bir şey yazmıştım bir seferinde... hiçbir şeyi toplamayıp bir yere gitmek istiyorum bu sefer ama kaybolmuş gibiyim, ne nerede başladığını biliyorum yolun, nereye varmam gerektiğini ne de...
her şeyi tam burada bıraksam ve hiç bilmediğim bir yere gitsem, yolu ben olmadan da bulup ait oldukları yerlere tek tek ulaşır mı acaba sahip olduğum çoraplar, minik bardaklar, kitaplar, kokular, gömlekler, tshirtler ve diğerleri ve unutulmaması gereken pantolonlar...
tam bu odada aslında istediğim her şeye sahipken hem de, hiçbir şeyim olmadığını düşünüyorum. sanki her şey bana sahip olmuş gibi aslında. her şeyimi toplayıp hiçbir yere gidesim var gibi bir şey yazmıştım bir seferinde... hiçbir şeyi toplamayıp bir yere gitmek istiyorum bu sefer ama kaybolmuş gibiyim, ne nerede başladığını biliyorum yolun, nereye varmam gerektiğini ne de...
Eylül 04, 2009
ister alışkanlık densin, ister yoksunluk... kelimelerin anlamlarına baktığımda ruh halimi "özlemek"ten daha iyi anlatan bir başkasına rastlayamadım henüz.
"özlemek: Bir kimseyi veya bir şeyi görmeyi, kavuşmayı istemek, göreceği gelmek..."
içinde kavuşmak geçen bir cümle özneleri ancak sen ve ben olduğumuzda daha da anlamlı...
"özlemek: Bir kimseyi veya bir şeyi görmeyi, kavuşmayı istemek, göreceği gelmek..."
içinde kavuşmak geçen bir cümle özneleri ancak sen ve ben olduğumuzda daha da anlamlı...
Ağustos 28, 2009
Ağustos 25, 2009
"I've been waiting for you all of my life" dediğinde "why don't you let me love you" diyorum ve gülümsüyorum.
İkimizin de çocukluğuna ait olan bu şarkının sözlerini kendi sevgimiz için kullanıyor olmamız gülümsetiyor beni çünkü.
Sanki hep berabermişiz gibi...
Aynı eşikte olmak böyle bir "yaşa-n-mışlık" hissi katıyor sanırım. Yine de emin olana kadar geriye kalanları kendime saklayacağım.
Bu arada Duman öldü mü?
İkimizin de çocukluğuna ait olan bu şarkının sözlerini kendi sevgimiz için kullanıyor olmamız gülümsetiyor beni çünkü.
Sanki hep berabermişiz gibi...
Aynı eşikte olmak böyle bir "yaşa-n-mışlık" hissi katıyor sanırım. Yine de emin olana kadar geriye kalanları kendime saklayacağım.
Bu arada Duman öldü mü?
Ağustos 17, 2009
Ağustos 12, 2009
Ağustos 10, 2009
Ağustos 06, 2009
Temmuz 28, 2009
Temmuz 22, 2009
minik ve puci'yi aynı cümlede geçiriyorum:
minik ve puci çok mutlular, çok huzurlular ancak istanbul'da kalmak istediklerinden emin değiller. özellikle istiklal'de güpegündüz kalbinden bıçaklanarak öldürülen adam yüzünden puci çok huysuz. bir de minik'i evde bırakıp işe gitmek istemiyor. hep yan yana dursunlar istiyor. canım benim.
minik ve puci çok mutlular, çok huzurlular ancak istanbul'da kalmak istediklerinden emin değiller. özellikle istiklal'de güpegündüz kalbinden bıçaklanarak öldürülen adam yüzünden puci çok huysuz. bir de minik'i evde bırakıp işe gitmek istemiyor. hep yan yana dursunlar istiyor. canım benim.
Temmuz 19, 2009
Temmuz 17, 2009
Temmuz 14, 2009
Temmuz 08, 2009
Temmuz 05, 2009
Temmuz 04, 2009
Haziran 29, 2009
Haziran 25, 2009
Haziran 23, 2009
Mart 27, 2009
bazen sanki hayatınızın belli bölümlerini anlatmışsınız da onlar sizin yerinize yazmışlar, söylemişler gibi hissedersiniz. şarkılarında, şiirlerinde ya da yazılarında kelimeye dönüştüremediklerinizi gördüğünüzde ürkersiniz. yalnız olmadığınız hissi kendinize getirmeye yetmese de yine de -artık- yalnız olmadığınızı bilirsiniz.
benim için bunu yapabilen çok çok az insan var bu yüzden bozulmuş plak gibi aynı cümleleri dinliyorum o çok sevdiğim seslerden. ve hayır söyleneni hiçbir zaman yapmayacağım, kulaklarımı ya da gözlerimi asla mahrum bırakmayacağım bu denli sevdiğim şeylerden.
"you touched my hand
i felt a force
you called it dark
but now i'm not so sure"
benim için bunu yapabilen çok çok az insan var bu yüzden bozulmuş plak gibi aynı cümleleri dinliyorum o çok sevdiğim seslerden. ve hayır söyleneni hiçbir zaman yapmayacağım, kulaklarımı ya da gözlerimi asla mahrum bırakmayacağım bu denli sevdiğim şeylerden.
"you touched my hand
i felt a force
you called it dark
but now i'm not so sure"
Mart 23, 2009
bir gün ben de bize açtığın bu yolda güle oynaya yürüyerek sana geleceğim. o zamana kadar özlediğin oğlunu kucakla, kokusunu içine çek hatta ki hiç gidemesin. ben geldiğimde sarılıp uyuyacağız üzerimizde gökyüzü, üzerimizde bu dünyada sevmediğimiz şeylerin o kirli, adi ve ucuz örtüsü...
ayaklarımın altındaki toprak sensin,
vücudunun karıştığı her şeyi gözlerimi kapayıp öpüyorum
içimde "ben, ben, ben" diye haykıran aslında senin sesin
bileklerime dolanan gözlerin, bırakıp gidemiyorum
~
S. seni sevdikçe aslında tanrı'yı küçültüyorum
yine de bundan vazgeçmeyeceğim, söz veriyorum.
ayaklarımın altındaki toprak sensin,
vücudunun karıştığı her şeyi gözlerimi kapayıp öpüyorum
içimde "ben, ben, ben" diye haykıran aslında senin sesin
bileklerime dolanan gözlerin, bırakıp gidemiyorum
~
S. seni sevdikçe aslında tanrı'yı küçültüyorum
yine de bundan vazgeçmeyeceğim, söz veriyorum.
Mart 18, 2009
Şubat 26, 2009
Yürüyen merdivende yürüyen insanlardan hoşlanmıyor olsam da hiç uyumadığım gecelerin sabahında, buz gibi havada, sigara içerken yaşadığım aydınlanmalara adeta tapıyorum. Fark ettim ki en güzel cümleleri hep bu sabahlarda aklımdan geçirip sonrasında unutuyorum. Unuttuklarımı hatırlayabilmek için hatırladıklarımı unutmam mı gerekiyor, bir bilsem.
B-12 eksikliği, e zor tabii.
B-12 eksikliği, e zor tabii.
Şubat 25, 2009
Şubat 19, 2009
Uyudukça uyuşuyorum, uyuştukça uyuyorum. Her gece güneş doğana kadar yatağımda kendimi parçalara ayırıyorum. Bu parmaklarla olmaz, bu eli zaten hiç sevmemiştim, burnum kalabilir ama kulaklarımdan memnun değilim diye diye bedenimi söküyorum. Uyandığımda gözlerinin önünde paramparçayım, yataktan kalkabilmem için toplanmam lazım. Ayırdığım her parçayı tekrar yerine takmaya çalışıyorum. Ellerim titriyor, toplanamayacağım diye korkuyorum, heyecanlandıkça tekrar dağılıyorum, tekrar tekrar tekrar p a r ç a l a n ı y o r u m. Bazen vazgeçip uyumaya devam ediyorum. Ama gözlerim yerine parmaklarımın ıslanması komik oluyor bu yüzden yine hepsini yerine yerleştiriyorum. Vücudum eskisi gibi görünüyor. Her şey yolunda. Evet şimdi bir bütünüm, ayağa kalkıp güne başlayabilirim diyorum. Saate bakıyorum. Gün ben yatağımdayken çoktan bitmiş. Ne desem bilmiyorum... Kendimi o güvenli kollara bırakıyorum. En azından uyurken ağlayamıyorum.
"i was here
i was here."
"i was here
i was here."
Şubat 18, 2009
Kahve makinesinin tuşuna basıp "yumuşak içimli" filtre kahvemin olmasını bekliyorum. Çünkü sabaha kadar -yine- uyumadım ve h i ç b i r ş e y yemedim. Bu yüzden sert olanı değil diğerini seçtim. Vücudumun kahve dışında pek çok şeye ihtiyacı olduğuna eminim. Yine de lütfen biri gözümün önünden geçenleri kaydediyor olsun.
Mermer soğuk, mutfak soğuk, duvarlar soğuk. Sen de hep kahve içerdin. Bir de çok çok çok sigara. Sonra öksürüklerin başladı. Sonra kavgalarımız başladı. Sonra duvarlar yıkıldı, her şey açığa çıktı. "Sis ışığa" mı "sis açığa" mı diye konuşmuştuk bir başkasıyla.
O sabah, oraya gittiğimiz tek sabah, gözlerinde gördüğüm, gözlerimde gördüğün. Yanılıyor olamazdım. Yanılıyor olmamalıydım. Yanılmıştım.
Biliyorsun huzurdan başka bir şey istemem ben. Gittiğinden beri -ne senin yüzünden ne de bir başkasının yüzünden- aradığım şeyi çok da bulamıyorum. Garip bir şekilde bu sabah anlatmak istedim bunları sana. Sabahın 07.07'si olmuş. Biliyorsun 7'yi çok severim.
Ellerin temizdi. Ellerin beyazdı. Ellerin karla ovulmuş kadar çatlaktı. Zaman zaman kanardı. Ellerine üzülürdüm. Ellerine ağlardım. Ellerine dokunmadım. Ellerine dokunamazdım.
Artık her şey yeşil. Artık hiçbir şey yeşil değil. Biliyorsun yeşili çok severim.
Sen beni bilirsin ben seni bilirim ve bu yeter sanmıştık. Her şey değişiyor dünyada. Virgülü beklerdik ama noktaya hiç inanmamıştık.
O sabah, oraya gittiğimiz tek sabah, ellerin beyazdı, gözlerin beyazdı, saçların beyazdı, sen beyazdın ve ben beyazdım.
Bu sabah, burada tek başıma oturup bunları yazdığım bu tek sabahta, ellerim beyaz, yüzüm beyaz, sen...
Benim için bir renk seç şimdi, üçe kadar sayacağım aynı anda söyleyelim. Eğer tutturabilirsek hep hayalini kurduğumuz şeyi yapalım. Terk edelim...
not: dünyanın en güzel lastfmarşivine sahip olduğumu daha önce söylemiş miydim?
not 2: hep hayalini kurduğumuz şeyin "terk etmek" değil "..." olduğunu ben de biliyorum, ama onu buraya yazamazdım. zaten bunları yazdığım için bile yeterince şaşkınım. sanırım tanışmamızın bilmemkaçıncıgündönümü yaklaştı ya da yakın bir zamanda geçti. sahi kaç yıl oldu? hesaplasam ya bir. neyse iyi ol. bu da aylar sonra senden bahsettiğim tek yazı olsun o halde.
Mermer soğuk, mutfak soğuk, duvarlar soğuk. Sen de hep kahve içerdin. Bir de çok çok çok sigara. Sonra öksürüklerin başladı. Sonra kavgalarımız başladı. Sonra duvarlar yıkıldı, her şey açığa çıktı. "Sis ışığa" mı "sis açığa" mı diye konuşmuştuk bir başkasıyla.
O sabah, oraya gittiğimiz tek sabah, gözlerinde gördüğüm, gözlerimde gördüğün. Yanılıyor olamazdım. Yanılıyor olmamalıydım. Yanılmıştım.
Biliyorsun huzurdan başka bir şey istemem ben. Gittiğinden beri -ne senin yüzünden ne de bir başkasının yüzünden- aradığım şeyi çok da bulamıyorum. Garip bir şekilde bu sabah anlatmak istedim bunları sana. Sabahın 07.07'si olmuş. Biliyorsun 7'yi çok severim.
Ellerin temizdi. Ellerin beyazdı. Ellerin karla ovulmuş kadar çatlaktı. Zaman zaman kanardı. Ellerine üzülürdüm. Ellerine ağlardım. Ellerine dokunmadım. Ellerine dokunamazdım.
Artık her şey yeşil. Artık hiçbir şey yeşil değil. Biliyorsun yeşili çok severim.
Sen beni bilirsin ben seni bilirim ve bu yeter sanmıştık. Her şey değişiyor dünyada. Virgülü beklerdik ama noktaya hiç inanmamıştık.
O sabah, oraya gittiğimiz tek sabah, ellerin beyazdı, gözlerin beyazdı, saçların beyazdı, sen beyazdın ve ben beyazdım.
Bu sabah, burada tek başıma oturup bunları yazdığım bu tek sabahta, ellerim beyaz, yüzüm beyaz, sen...
Benim için bir renk seç şimdi, üçe kadar sayacağım aynı anda söyleyelim. Eğer tutturabilirsek hep hayalini kurduğumuz şeyi yapalım. Terk edelim...
not: dünyanın en güzel lastfmarşivine sahip olduğumu daha önce söylemiş miydim?
not 2: hep hayalini kurduğumuz şeyin "terk etmek" değil "..." olduğunu ben de biliyorum, ama onu buraya yazamazdım. zaten bunları yazdığım için bile yeterince şaşkınım. sanırım tanışmamızın bilmemkaçıncıgündönümü yaklaştı ya da yakın bir zamanda geçti. sahi kaç yıl oldu? hesaplasam ya bir. neyse iyi ol. bu da aylar sonra senden bahsettiğim tek yazı olsun o halde.
Şubat 13, 2009
Şubat 10, 2009
Şubat 09, 2009
Şubat 08, 2009
"sen de mi? aklıma sığmıyor, sen de mi?"
bazen hepimiz susarız. soruların hepsi dilimizin ucuna kadar gelir, yutarız. öncesini tuzlar sonrasını da limonlarız hatta.
aklıma sığmayan her şeyi bir kenara bırakabilsem ya da birazcık uyuyabilsem keşke. gözümü kapatıyorum soru işaretleri gözümü açıyorum soru işaretleri...
beni alıp bir yere bıraktılar, neresi olduğunu bilmiyorum, tek başımayım ve korkuyorum.
teşekkür ederim.
madem susacağız, hepimiz susalım "bu sefer" ki bir anlamı olsun.
birikiüç"tıp"ozaman.
bazen hepimiz susarız. soruların hepsi dilimizin ucuna kadar gelir, yutarız. öncesini tuzlar sonrasını da limonlarız hatta.
aklıma sığmayan her şeyi bir kenara bırakabilsem ya da birazcık uyuyabilsem keşke. gözümü kapatıyorum soru işaretleri gözümü açıyorum soru işaretleri...
beni alıp bir yere bıraktılar, neresi olduğunu bilmiyorum, tek başımayım ve korkuyorum.
teşekkür ederim.
madem susacağız, hepimiz susalım "bu sefer" ki bir anlamı olsun.
birikiüç"tıp"ozaman.
Şubat 04, 2009
"cennetin göbeğindeyim" dediğinde sen, kudra, ne güzel diye geçirmiştim içimden.
ne güzel diye geçirebilirsin şimdi sen de içinden.
öyle bir huzur ki hangi harfe dokunsam ellerim adını yazıyor.
ne güzel diye geçirebilirsin şimdi sen de içinden.
öyle bir huzur ki hangi harfe dokunsam ellerim adını yazıyor.
Şubat 02, 2009
minik bir oyundu bu. o şarkı ile başlayan... sesi sonuna kadar açtım, başımı öne eğdim. birkaç omuz yedim, hayır hiçbirine pardon demedim. ben, dün, daha fazla sana ait olmayan yüz görmek istemedim. bir şarkı boyunca adım atan ayaklarımı izledim. bir arabanın farlarıyla irkilip kenara geçtim. merdivenlerin başladığı yere geldim, her merdivende içimden adını söyledim. şarkı bitti, gözlerimi yukarı kaldırdım, karşımda olacaksın sanmıştım, yanılmışım, seni yine göremedim.
gözlerimin ardında senden başka h i ç b i r ş e y yok.
"if only you
if only now" - buruk bir gülümseme. başka bir şarkı sadece.
gözlerimin ardında senden başka h i ç b i r ş e y yok.
"if only you
if only now" - buruk bir gülümseme. başka bir şarkı sadece.
Ocak 29, 2009
yutkunamadıklarım, anlatamadıklarım, dokunamadıklarım ve uzaklaşamadıklarım...
oysa ben o kadar yorgunum ki bulduğum ilk huzurun koynunda yüz yıllık uykulara dalıyorum, uyanıp seni öpüyorum uyumadan ellerine dokunuyorum.
ilk defa kağıtların dili olsa da konuşsa diyorum, duyacaklarıma katlanamayacağımdan yüzünün olmadığı fotoğrafını elimden düşürmüyorum.
ellerimde bir kağıt, gerisi öyle işte...
unutmadan;
"you're a tragedy starting to happen"
oysa ben o kadar yorgunum ki bulduğum ilk huzurun koynunda yüz yıllık uykulara dalıyorum, uyanıp seni öpüyorum uyumadan ellerine dokunuyorum.
ilk defa kağıtların dili olsa da konuşsa diyorum, duyacaklarıma katlanamayacağımdan yüzünün olmadığı fotoğrafını elimden düşürmüyorum.
ellerimde bir kağıt, gerisi öyle işte...
unutmadan;
"you're a tragedy starting to happen"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)