Ekim 03, 2009

uyandım.
şehrin üzerindeki bulut hala gitmemiş, oysa geçen gün konuştuğumuzda gideceğini söylemişti. sözünü tutmayanları sevmem. açıkçası bozuldum ama çok da üstünde durmadım.
kendime kahvaltı hazırladım. hayır hazırlamadım. kahve yaptım ve günün ilk sigarasını yaktım. sen yokken kahvaltıları anlamsız bulduğumu daha fazla saklayamazdım.

vasilis ayaklarıma dolanınca ona yemek vermediğimi hatırladım, mama kabıyla işimi bitirdikten sonra gelir gelmez pencereye koyduğum saksıyı bugün bir kez daha suladım. hala yeşilin hiçbir tonunun filizlenmemiş olmasına şaşırdım.
telefonu alıp birkaç rakama bastım. "daha mutlu olmak için 1'e basın" dedi telefondaki ses, "daha huzurlu olmak için 2'ye, daha çok sevmek için 3'e..." şeklinde devam edip "hepsini aynı anda istiyor ancak ne yapacağınızı bilemiyorsanız lütfen ahizeyi kapatın" dedi. kapattım.
vasilis'e dönüp "höf be kedicik yine yapamadım" dedim, anlamadan yüzüme baktı. hay aksi! kediye türkçe öğretmeyi unuttuğumuzu bir kere daha hatırladım.
küllüğü bol su ve sabunla yıkadım. evin buram buram sigara kokmasına daha fazla dayanamazdım.

cennet'i yatağımızın altına yerleştirdim, araf'ı camdan eiffel'e fırlattım, cehennem'i lavaboda yaktım. yanımda olsan belki çok kızardın belki de umursamazdın, emin olamadım. "everything in its right place, there are two colours in my head" diye mırıldandım.

anahtarı buzdolabına saklayıp evimize son bir kez baktım. vasilis'in tasmasını takıp kapıyı kapattım. merdivenlerde pakistan'lı arkadaşlarımla karşılaşıp konuşmaya çalıştım anlaşamayacağımızı fark ettiğimde şansımı daha fazla zorlamadım.

parka gidip saate baktım. yıllar önce büyükada'da geçirdiğimiz günü bir dakikalık saygı duruşu ve eşsiz bir gülümseme eşliğinde andım. ağaçlara göz kırptım.

dünyanın tüm ülkelerinin ve özellikle onların sevimli başkentlerinin bizim için beraber uzandığımız bir banktan farksız olduğunu düşünüp gelmene kaç saat kaldığını hesapladım.
geldiğinde, ki gördüğüm en sıcak ve en parlak güneştin sen aslında, bıraktığın yerde durmuş seni bekliyordum önce hiç ayrılmayacakmışız gibi sarıldım. sonra kollarında uyuyakaldım.

sen yokken, paris'te ya da izmir'de hiç fark etmez, sadece uyudum arada sırada uyandım.