Aralık 13, 2007

Aralık 04, 2007

Kasım 30, 2007

Kasım 28, 2007

kavanozu çalkalayan eli bir bulabilsem...

Kasım 27, 2007

şimdi öyle bişey ki; nefes aldığını sanıyorsun ama alamıyorsun.
kapiş?

Kasım 25, 2007

Adın dudaklarımdan çıkarken canım acımıyor, bir şeyler oluyor içimde tutamıyorum sadece. Neden tutayım zaten, ne gerek var... -bi yerlerden hatırla bunu çapçik-

En hüzünlü şarkılar sen, en eğlenceli şarkılar sen...
Sen, ben. Ben, sen.
Matruşka mıyız ki biz birbirimizin içinden çıkıp duruyoruz...
Ne güzel her şey... Dingin.
Bir damla dalgalandırabilecekken suyumuzu, ne güzel örtüyoruz üzerini dünün ve bembeyaz örtüler seriyoruz bugüne.
İyi ki varsın demek senin bilmediğin zamanlarda, bilmediğin yerlerde, bilmediğin insanlara.
Sevmek seni hem seninleyken hem sen yokken ve içindeyken, dışındayken, nefes aldığın her köşeden dönerken ve ayağını bastığın taşlarda hala ağırlığını hissederken.
Sığınmak istiyorum sadece, sol bileğimde seni koklarken.

Kasım 22, 2007

Ne zaman yağmur yağsa canın yanacak artık biliyorsun ve zaten yenik başladığın oyuna her sabah yeni umutları ilikleyerek, ekleyerek devam ediyorsun.

Bazen canımı acıtıyorsun, yapma.

Ekim 24, 2007

Zaten yeterince ıslanmışken insan, yanında olmayan şemsiyesine küfretmemeli. Yağmur yağarken şemsiye kullandığı için kendine küfretmesi daha mantıklı bana göre.
Hava bazen ne kadar soğuk ve ben ne kadar inceyim. Becerebildiğim kadar inceldiğim ve dolayısıyla incindiğim için birçoklarına göre görünmez, birkaçına göreyse vazgeçilmezim. Ah tersköşe sen tam bir fenomensin. Fenomeni cümle içinde kullanabildiğim için kendimle gurur duyma evresini çoktan geçtim,
ehliyet almamak için ayak direttim,
bol bol karamelli dondurma yedim,
istediğim yerde uyudum ve istediğim yerde uyandım her zaman.

sorgulamalara yanımda çekiçle girdim ve yüzüme tuttukları o ucuz sarı ışığı yansıtan ampulü sapını kavradığım çekicin metal kısmıyla parçaladım
hayatın her zaman istediğim yönde gidemeyeceğini sanan sizler
hiçbir suya yatak olamamışken ve tevekkülü elden, dilden bırakamezken şu an yaşadığım şeyin istediğim hayat olmadığını nereden bileceksiniz?
velhasıl kelam 50 ykr olduğu için paket paket m&m's aldım.
yokken neredeyse hiçbirinizi okumadım. -şimdi de okuyacağımın garantisini veremem
ama bol bol dinlendim
çokça okudum
yeni bir yazarla tanıştım ve cümlelerine aşık oldum -onun kim olduğunu iyi ki bir elin parmağından daha az insan biliyor-
zaten benim için hep böyle oldu; ay battı ve güneş doğdu.
çok güzel kelimelerle alengirli cümleler oluşturabilir okuyanı hayretler içerisine düşürüp arka arkaya sigara içebilirdim.
yataktan kalkıp kağıt kalem almaya üşendiğim için hiçbirini yazmadım uyumadan önce kendime ne kadar tekrar etsem de uyandığımda hiçbirini hatırlamadım
bunu yapan herkes benim nazarımda en az benim kadar yazardır
zaten her zaman okunmak istemez sözcükler bazen gömülmek isterler. ben sözcüklerimin isteğini yaptım bi'kaç aylığına onları gömdüm ve şimdi gün ışığına çıkarttım.

~

verdiğim sözlerin hepsini tuttuğum için artık söz vermeyeceğim, siz yine de incelikli davranın.

kimseyi davet etmediğim ancak davetiye ile girilebilen blogumu tekrar halka arz etmekten dolayı ya mutluyum ya gururluyum ya da öyle bir şey adını henüz bilmiyorum.

biterken şarkı sözüne gönderme yaparcasına;
bana yeniden yeni postlar yazdıran kadın.

Ağustos 10, 2007

*yağmur dönerken kara.

Kışı özledim. Bir rüzgar esti, sesini içimde hisettim. Minik minik oyunlar. Hanginiz düğmeleri ipe dizip "teleferikçilik" oynadı ki?
Alt söylemden verdiğim hiçbir şeyi anlamadığın için bu kadar açık bu sefer. Zaten hiçbir şey bitmedi.
Hepsi sana.
Sana.

Ağustos 07, 2007

"Her uçurumdan sarktık."

Ne zaman doyacağı belli olmayan koca bir midenin girişi yine koca bir ağız gibi üzerime geliyor x, y ve z'ler.
Bu kaçıncı denklem, hangimiz en bilinmeyen bilmiyorum.
Süslü insanlarım ve parıltılı arkadaşlıklarım vardı benim. Kollarına rengarenk balonlar bağlayıp hepsini uçurdum.
Müzikle bir tarafımı tavana ve yere vura vura oynamak isterken -masallardaki korkulan yaratık benim, evet- vokal yüzünden yerime çakılıp ağladığımı sanıyorum.
Salıncakta tüm hızınla sallanır da tepe noktasından aşağıya salınırsın, ruhun yukarıda kalır içinin çekildiğini sanarsın. O duyguyu 10 -on- ile çarp ve hiçbir şeye bölme -üzgünüm komünizm- hissettiğim galiba buydu seni gördüğümde.
En çok da deprem olursa "anne" diye bağırdığımda duyamayacak olmasından korkuyorum. Bir sabahtı, kalorifer peteği üzerime düşmüştü, yatak beşik gibi sallanırken birbirimize sarılıp ağlamıştık.
Kendime sarılmaktan yoruldum.

Temmuz 26, 2007

Kafasına vura vura da anlatamayacağıma göre... Susarım ben. Her şey benimle beraber susar hem de.

Temmuz 24, 2007

Çekirdek ve posa geçirmeyen limon sıkacakları çıkmış.
Her şeyin kolayı var da...

Temmuz 23, 2007

Temmuz 21, 2007

O, ona aşık. O da ona aşık. Ama o da ona aşık.
İşte bu yüzden O, onu hiç sevmiyor. Ama onlar birbirlerini seviyorlar. Onu kimse sevmiyor.
Tüh ya.

Bir yerlerde dinleyip adını öğrenemediğim şarkıyı yıllar sonra tekrar duymak, işte bunu seviyorum.

Temmuz 16, 2007

İnsanın kendini huzurlu hissettiği yer ev midir yoksa ev mi huzur veren yerdir bilmiyorum.
Bir haftalığına eve gidiyorum.

Huzursuz edenlerden uzakta gerçekleşecek, huzura yolculuk.

Ağır gelmemeli kimse bir diğerine. Sonra atılmadığını anlar. Koltuksundur ve ağırsındır işgal ettiğin yerden daha çok batan varlığındır. Gidersin böyle olduğunda. Hem ağırlığını silersin o evden, yerden, duvarlardan kazırsın nefesini; hem de kendini taşırsın bir başka ağırlığın koynuna. Bilinmez en derin kuyuya atarsın zihnini. Taş düşse su sesi gelmez, yaş düşse kimse sileyim demez.
Koyunun ve çobanın olursun aynı anda. Herkesten çok, kendinden bir adım uzakta. Geride kalan sensindir aslında.

Temmuz 11, 2007

Bir şeylere karar vermek için hala çocuklukta yaptığım gibi "işaret" beklemek.
Dünya'nın yuvarlaklığını Şişli'den çıkıp Şişli'ye dönmemle anladım.
Adını "google" adlı büyük dünyaya yazıp aratmak kadar anlamsız.
Anlamsız.
Ama artık yok, "ne gerek var?" demek, yok.

Temmuz 06, 2007

Tüm şehirde çıplak ayakla dolaşalım.
Yağmur yağacak.
Hissettiğim her duyguyu ve aklımdan geçen kelimelerin hepsini kağıda saçmak istiyorum. Kağıt külah biçimini alsın, altını biri kıvırsın. İçinde kelimeler dökülmeden birbirine karışsın. Yere saçtığımda cam bilyeler gibi dışları saydam içleri alacalı olsun, parlasın.
Kimse mükemmel değildir derdim eğer sizleri tanımasaydım.
(gönderdim, anladın mı?)

Cep telefonu olsaydım kesinlikle mp3 çalar/kamera/fotoğraf makinesi özellikleri taşımazdım. Her işi yapacak başka insanlar ve başka aletler mevcutken "hepsini yar hepsini" bencilliğinde ve bencilliğin getirdiği eksiklikte yaşamaya didinmek ne acıdır. Ben bilirim, siz bilmezsiniz. Siz bilirsiniz, ben bilmem ya da.

Haziran 30, 2007

Ateşim var.

Fotoğraf makinesi olsaydım asla tele objektifle beraber kullanılmak istemezdim. İnsan hissedemediği hiçbir şeyden bir parça/anı almamalı. Buna hakkı varmış gibi davranmamalı.

Haziran 27, 2007

Aldığım hediyeleri sahiplerine vermeden önce söylememek için kendimi zor tutuyorum ki en güzel hediye de kitap sanırım.

Limon olsaydım kesinlikle tekila ile tüketilmek isterdim. Zira acıyı söken tek şey karşıtı değildir.

Haziran 24, 2007

sivrisinekler kanımı emerken sıcak vücuduma yapışıyor.
çıkmıyor.
çıkası da yok zaten.
bahçeniz çok güzel.


so tell the girls that i'm back in town.

Haziran 19, 2007

18 Haziran 2007.

Düşününce ne kadar kısa ama aslında ne kadar uzun.
Çirkin ördek yavrusu olsa bu kadar takamazdı kafasına. Bazen gülmek lazım, eğlenmek lazım. Mısır yerken ağız açmak, ağlarken fotoğraf çekmek muhakkak da Beşiktaş'a yürümek lazım.

Bu maskeli balo ve O'nun sahte yüzleri.


not: rembanaheaderyaptı

Haziran 16, 2007

Ben bu sabah bulut olacağım, küme küme, köpük köpük.
Kimse görmeyecek, yalnız ben bileceğim.

Geceleri 129K-T beklediğimiz yerde kuşlar dönüp duruyordu. Işığın etrafında.
Hala oradalar, balkonda martılar eksik.

Haziran 13, 2007

Yüzyıllar önce çıkmış, çıktığı dönemde popüler olmuş/olmamış sevdiğimiz şarkılar dönüp duruyor listede.

Sabah bindiğim metroyu beklerken gözümün içine bakan kız sen olsaydın eğer sağ elimin parmaklarıyla saçlarını kafanın arkasından sıkıca tutar suratını camla kaplı yangın dolabına çarpardım.
Böyle bir his var içimde. Adını duyduğumda, adımı andığında, adımı aklında dolaştırdığında aklıma geliyor.
Metrolardan uzak dur, camla kaplı yangın dolaplarının yanındayım.

Ortalamayla geçtiğimiz zamanlardan bir hatıra gibisin aslında sen. Karnenin hep "ortalama ile" şıkkı işaretli ve sağ altta, imzanın biraz yukarısında, hep o sahte "daha çok çalışmalısın" ibaresi. Bence böyle mühürleri vardı öğretmenlerimizin, çaktılar mı el yazısı şeklini alıyordu. Zira hala değişen bir şey yok benim nazarımda. Rengi bile hala aynı.

En çok da sigara söndürmeyi severdik. Bir kez denedik. İzi bile kalmadı. Adın bile kalmayacak.
Ölümü düşünmek ne kadar kötü ve rahatlatıcı zaman zaman. Sen ölüyorsun ve unutuluyorsun. Hayatların sürerliğinde hiçbir etkin yok, çarpma işlemindeki etkisiz elemandan farksızsın. Bir yerlere, başka hayatlara girip artıyorsun, çıkıp eksiliyorsun ama çarptığında hiçsin. Belki de miniciksin.

Camla kaplı yangın dolabı, uzak dur. Suratın dağılırken bileğimde sigara söndürmeyi özledim.

Haziran 11, 2007

Büyüyünce yatay, dikey, çapraz ve ultra çapraz tekelleşmeyle savaşan masal kahramanı olacağım.

Haziran 07, 2007

O fotoğrafı ben çekmeliydim, bu cümleyi ben kurmalıydım.
O fotoğrafı ben çekmedim, bu cümleyi ben kurmadım.
Hiçbir şey de yapmadım değil, öyle anlaşılmasın. Yaptıklarım yerine geçsin de istemiyorum yapmadıklarımın. Sadece kıskanmak değil de başka bir şey bu, anlayabilir misin bilmiyorum, söylemek istedim.


Gözlerimi kaparken kulaklarımı da tıkıyorum. Önce parmaklarımı çekiyorum kulaklarımdan bir gürültü doluyor içeri. Kalabalığın sesi. Sonra yavaş yavaş gözlerimi aralıyorum. Beton basamaklardan birinde oturmuş gecenin bir vakti gelip geçen insanları izliyorum. Duyduğum ve duyamadığım tüm seslerden siz sorumlusunuz! Müzik, bu müzik olmalı evet. Ayağa kalkıyorum, onlarla beraberim şimdi. Dans ediyoruz. Şarkılar söylüyoruz bilmediğimiz yerlerde dudaklarımızı oynatıyoruz anlamsızca. Hep öyle olmaz mı zaten? Eşlik edemiyor olmanın azabıyla karışık eşlik edenlerdenmiş gibi görünme çabası. İcat edilmemiş bir dille şarkılar söylemek...
Kimse kimseyi rahatsız etmiyor, hepimiz ölecek kadar rahat ve huzurluyuz.
Ölüyoruz ve biz huzurluyuz.
Huzurluyuz.
Huzursuz muyuz?

Tüm param 120 ytl ve 10 dolar. Hepsini senin için saklamıştım. Giderken bir sigara bırak, lütfen.

Haziran 05, 2007

Hayata dair o veya bu şekillerde her evrede bazı kararlar almışızdır. Bunların çoğu biraz da hayallerimizin gölgesinde kalıp uygulanmamıştır. Olsun, devam etmek lazım.

Şu sıralar en çok hayalini kurduğum şey bir an önce staj yapmaya başlamak. Yo hayır, ev/araba/para/sevgili/çocuk vb. değil gayet basit bir şey istediğim. Bunu neden istiyorum diye kendime sorduğumda aldığım cevap idiot musun dercesine bağırıyor: "Dostum sen bu mesleğin okulunu okuyorsun?"
Ama hemen kafalarımızı pratiğe çevirip bir de görüyoruz ki gazetelerin yarıdan fazlası Aydın Doğan'a ait lise tarafından tutulmuş geriye kalanlarıysa kapanmakla kapanmamak arasında gidip geliyor gözleri stajyer görmüyor. Eline bir gazete alıyorsun içi gazetecilikle uzaktan yakından alakası olmayan, tecrübesi bulunmayan, Türkçe'yi neredeyse blogunun ağzıyla konuşup yazan ve belki de sizin ya da sizin çizginizde olup bekleyenlerin çok daha iyi yapabileceği işi, yazmayı, sizin yerinize o yapıyor. Böyle durumlarla karşılaştığınızda tıpkı berbat geçen finalinizden çıktığınızda söylediğiniz gibi sinirlenip "bırakıyorum her şeyi" diyebiliyorsunuz, tabii ki öyle yapmıyorsunuz.
Ortamda yeterince zembille inmiş blog yazarından/kitap yazarından/söz yazarından/bekliyorum çok yakında bizim sokaktaki bakkaldan bozma köşe yazarı ve kendine gazeteci etiketini yapıştırmış kişi varken meydanı boş bırakmak olmaz.
En eğlencelik kısmı da ilk yazılarında yer alan "ay gastecilik -sen şimdi şuraya otur hepsi geçecek- benim çocukluk hayalimdi X amcam sağolsun -ayırsana şu kelimeyi be!- beni bu köşeye oturttu bi daha da kalkma dilediğin kadar saçmala dedi" cümleleri. Kah saç yolarak kah gülmekten ağlayarak okuyoruz köşelerinizi. Bunu da "a aa amma kıskanmış beni, neyse şekerim nazar değmesin bi tarafımızı kaşıyalım şuradan bi Tdk sözlüğü alalım da havamızı bulalım"cı arkadaşlara tüm saygı ve sevgilerimle yolluyorum.
Kusura bakmayın köşelerinizden ve gökten indiğiniz zembillerden nefret ediyorum. Ha bizde yok mu? Cep telefonumuz zembille dolu ama siz, "mankense mankenlik yapsın şarkı söylemesinci" arkadaşlar, bugün tükürdüğünüzü yalarken gazeteci olmak için çabalamak yerine başka yollara başvurmaya ne gerek var? Çetrefilli yolda ilerlemek daha eğlenceli, ileride ayağını kaydıracağımız her siz, bugünlerin "bonus"u olarak bizlere geri döneceksiniz.
Çok öptüm.

Haziran 04, 2007

Okula giderken dinleyeceğim hiçbir şarkının beni ayıltamayacağını bildiğim için ruhumu yatağımda bırakacağım. Şüphesiz ki dersler kalınmak için alınır. Amin.

Ortalıkta insanlar var ve tüm dünyayı isteklerimizin yönlendirdiğini falan söylüyorlar. Asla "hayır, olmaz" ve benzeri gibi olumsuz kelimeler kullanmıyorlar.
Sorarım sana ey bilir kişi; bir kadın, kafasında evine gitme ve mutlu mutlu televizyon izleme isteği ve bir erkek, kafasında yoldan geçmekte olan bir kadını taciz etme isteğindeyken karşılaşırlarsa, adam mı kadını taciz edecek yoksa kadın mı adamı televizyon izlemesine eşlik etmesi için evine götürecek zira olumsuz şeyler söylemeyecek ya adama... Şey diyebilir mi mesela "lütfen bunu erteleyelim, belki daha sonra" ? Bir diğer iddiası da geçtiğimiz haftalarda yaşanan ve onlarca çocuğun ölümüne yol açan trafik kazasını da aslında çocukların ve ailelerinin çağırdığı. Bu şekilde arka arkaya sıralanmış anlamsız cümleler silsilesi.
Evet teyzeciğim biri sana söylemeyi unutmuş ama senin annen bir melekti.
Saygı duyamıyorum ve üzgün de değilim.

Düşünce gücü, evren "gerçekten" istediğini almana yardımcı oluyor tamam ama, bu kadarına da pes demek istiyorum.
Tüm dünya bu şekilde mutlu olacaksa ben mutsuz olmaya çoktan hazırım.

Haziran 03, 2007

Kendimi neden bu kadar sıktığımı ve beynimi neden bu kadar zorladığımı -gelecek günleri düşünerek- anlayamıyorum.
Kişinin kendi kendine yapabileceği en büyük kötülüklerden biri bu mu? Tüm muallaktakileri gerçeklerle yer değiştirme çabası ve olacakların bilinen ve bilinmeyenlerle yapılan takası.
Yetiştiğim son metrodan inip eve doğru yürürken -hatta neredeyse koşarken- kafamda yol boyu ne olacağımı tasarladım durdum. Sanırım ayarlamadığım işlerin zamanı yaklaştıkça ben ne yapacağını bilmez ve sürekli tırnak/dudak yer bir hal alıyorum. Oysa ki sorun gayet basit: STAJ!
Kendime ait hissetmediğim bir kelimeyi evirip çevirip ve sanki İstanbul'daymış gibi çantama hırsla sarılıp eve koşar adım gelmemin neye ve kime faydası var ki? Kapı açılacak ve babam elinde tuttuğu mektupla bana staj için falanca gazetenin filanca servisinden çağırıldığımı haykırıp boynuma atlayacak. NAH! Tabii ki öyle olmayacak.

Olacakları belirleyen kuvvet ya da merkez ben olmadıkça -yo, hayır Tanrısallaşmakla bir alakası yok bahsettiğim konunun- uyuduğum uykuların hiçbirinde huzur bulamayacağım.
Huzursuz bir halde, yatağımda uyumaya çalışıp ve pazartesi günü gireceğim -henüz hiç çalışmadığım- 2, yazıyla iki, finalimi düşünüp kendimi daha çok harap edeceğim. Müzik kanallarından birinde tam da bu anda elinde tutuğu şeyin fotoğraf makinesi değil bir dürbün olduğunu sanan, "çok param var ve kendimi o kadar çok tekrarlıyorum ki, ama olsun ya ben çok mu cool'um ne" şarkıcısı yine aynı şarkıyı farklı bir melodi eşliğinde söyleyecek. Adını anmama gerek yok çünkü onu girdiği duşun altında, slow motion çekimde omzuna, dövmesine, damlayan su damlaları yüzünden bir daha asla unutamayacağız.
Ve ölen, öldürdüğümüz, ölmesine göz yumduğumuz tüm "buradan" insanları ölmeleri şerefine onurlandırdığımızı ve onları asla unutmayacağımızı sanarak ve ispatlamak istercesine saçma sapan kültür merkezlerine isimlerini verip duracağız.

~

Çöp bidonunun yanındaki tahta valize girip ölümü beklemek istedim.

Mayıs 31, 2007

Lise sondaydım. En asi olduğumuz; kollarımız bileklikten gözükmüyor, siyah giysilerimizden asla vazgeçilmiyor, mütemadiyen sarhoş izlenimi uyandırılıyor, tüm hocalarla kavga edilip derslerde itina ile uyunuyor ve içimize Teoman kaçmış gibi etrafa kısık gözlerle bakılıp garip bir ses tonuyla konuşuluyor, kısacası özlenmek ve özlenmemek arasında sıkışıp kalmış nadir zamanlar... Vakit ilerliyor, bazılarımız akıllanıyor bazılarımız şimdilerde okullarına bağlı kanallarda "kadın programları" sunup elalemin kocası, kızı, koca memeleriyle falan uğraşıyor. Durum vahim.
O yıllardan aklımda kalan en canlı hatıralardan biri; cin/ruh çağırma seanslarımız. Şu sıralar "Kadınca" adlı programı ile ekranlarda boy gösteren genç kızımız o zamanlar bol siyah makyajı, elinde fincan gelmesi için bir şeyler çağırıyor. Fincanın etrafında küçük kağıtlara yazılıp daire oluşturulmuş alfabe ve bir salon dolusu heyecanlı yeni yetme. Ne kadar da "başka işin mi kalmadı"cıyız!
Sonuç; metafizik olaylar ya da beyin gücüyle gerçekleşen ürkütücü olaylar, evde yükselen çığlıklar ve tuvalete 30 kişiyle beraber gitmeceler...

~

2 gün önce şeytan dürtmüş olmalı ki Gözen Hanım'ın evinde yeni bir seans düzenledik. Seanslarımız 2 gün boyunca devam etti. Fincan kah daireler çizdi, kah kimsenin bilmediği sorulara doğru cevaplar verip hepimizin gözlerini yuvalarından pörtletti. İtiraf ediyorum sinirden ağladığım bile oldu -ahahahah-
Gece sabah ezanı ile sonlanırken tırsmış bünyeler balkondaki çamaşırların gölgesinden ve yere düşen masa lambasından ürküp çığlıklar attı, yer yataklarına serilip kabuslardan kabus beğenip uyumaya çalıştı. 2 fincan 5. kattan atılarak kırıldı. Zarardayız. Konuyla alakalı bilinen hikayeler havada uçuştu, hep böyle olmaz mı zaten?
Hafızalarımıza özlenecek zamanlardan biri olarak yaşadığımız anlar adeta kazındı. Her şeye rağmen çok eğlenceliydi; konuyla ilgili merakı olanlar, seanslar düzenlemek isteyenler bana ulaşın. İtinayla cin/ruh çağırılır. Şirket falan mı kursam ne yapsam bilemedim.
Temiz bi dayak paklar bizi ama atan da yok ki.
Neyse, 3 kere söylerseniz geliyorlar benden söylemesi.

Mayıs 30, 2007

"Savaşa Hiç Gerek Yok" biterken Britney'den "Do Something"in başlaması tesadüf değil de nedir?

~

Dut ağacı, kırmızı top ve iki çocuktan oluşan senaryolaştırılabilecek bir öykü arıyorum.
Genellikle her şey ne kadar sıkıcı, nefret ettiğin bir şarkıyı eve gelip tekrar tekrar dinlemek ya da su akarken sakinleşmeye çalışmak gibi, anlamsız gibi görünen anlamlı cümleler.
Bilmiyorum.

Mayıs 27, 2007

Şu sıralar en hüzünlü ve en eğlenceli şarkıları söyleyen kadın, Göksel. Sesiyle ürperiyorum, sesiyle dans ediyorum.

Hiç açık hava sinemasına gitmemiştim ben, perşembe gittim. Dev gibi ekrana karşı oturduğum tahta ve rahatsız sandalyeler muhteşemdi.

Bir tarafım ağrıdıkça yeni yeni oturma stilleri buldum. Özgü Namal'ın ekrandaki kocaman gözlerine ve en saf, en doğal hallerine bayıldım. Kitabı seneler önce okumuş ve birçok yeri unutmuştum. Meğer filmde kitaba tamamen sadık kalınmamış, umursamadım. Zorlasam da hatırlayamazdım.
En melankolisi de "bu filmin adı neden Mutluluk" sorusuydu, cevap veremedim.


Bugün temizliğin dibine vurdum. Dün de uykunun dibine vurmuştum, hatırlarsınız belki.
İşe yarayan, yaramayan birçok şeyi çöpe attım. Her nesnenin tozunu aldım. Kitaplarımın yerlerini değiştirdim. Biriktirdiğim parayı tekrar tekrar saydım. 10, 20, 30. 10, 20, 30, 40. 10, 20, ...
Belki de ben balık olmuşumdur, hafızam 3 ya da 5 saniyede bir kendini yeniliyordur.

Filmli makine masamda öylece dururken ben ne çekeceğimi bilmiyorum. Renkli filmi bile dijitalden daha çok seviyorum.

en güzel wallpaper

Ne diyordum, Göksel. Sesinde bir şey var çözemedim, Kardan Adamlar* yaptım.
Birini sevmek istedikçe kendimi yitiriyorum. Yok, hayır. Ben, ben olmadan yaşayamıyorum, çift kişi olmaya ne yaparsam yapayım alışamıyorum. Üzgün ve miskinim, çünkü kardan adamlar yaptım.
Ruhum çocuktan tehlikeli suları sevdi. Bitti, bu kadar.

*allah belanı versin etkisi yapan bir şarkı bu üzerimde.

Mayıs 26, 2007

Gök bugün başıma geçti.
Bütün bulutlarla dalaştım, hepsiyle çarpıştım sonuç; sırılsıklam.

Mayıs 25, 2007

Çok sevdiğim kişilere ulaşmak isteyip ulaşamamak gibi bir şey. Ne kadar yutkunursan yutkunayım kan tadı bu, geçmiyor. İzmaritte lekesi kalmış gören kimse eskisi kadar şaşırmıyor.

Açıklanan final tarihleri bünyemde bayram etkisi yarattı. Fotokopilerin neresinden girip neresinden çıkacağım belli değilken hava hala yağmurlu. Hayret...
Balon olmuş kişilere iğneyle yaklaşmak en sevdiklerimden.
Biraz eğlensek, mesela neler yapabiliriz ki?



Neyse boşver, bitti zaten.

Mayıs 23, 2007

Saçlarıma olacak olan -çok yakında- üç ya da dört numara, işte bütün mesele burada.
Küçük odaya taşınmıştım ben. Güneş neredeyse gözüme doğuyordu ve hayat ne kadar da iğrençti.
Odalarımız yaşam alanlarımızsa içindeyken nefes alınabilmesi gerekir.
Fakat odam o kadar küçüktü ki aynı anda nefesi ve güneşi misafir etmem yerimden kıpırdamamı güçleştiriyordu. İki (2) kişi sığabilirken üç (3) imkansızı istemek oluyordu. Bu durum bir son bulmalıydı ve duvarlarını genişletme imkanı olmayan terskose, duvarlarını doldurmayı aklına getirdi. Tanrım ne kadar da yaratıcı! Önce iki küçük resim astı, ardından bir iki poster ve siyah beyaz fotoğraflar -ki onlar vazgeçilmezler. Böylece odasına ısınan, güneşi defeden genç ve zeki çocuk aklına hayran kalarak günlerce duvarlarını izledi. Bir gün gelip de onlar çocuğu terk edene kadar.
Bugünlerde fotoğraflar ve posterler birer birer düşmeye başladılar. Yapıştırıldıkları duvarı terk ederken benden de bir şeyleri alaşağı ediyorlar. Gitme mevsimi geldi geçiyor ve ben hala, çaktığım kazığımla kıt'a duruyorum. Yerimde sayma lüksüm bile elimde yokken gideceğim günleri düşünüp türlü ağıtlar yakarak apartman sakinlerini rahatsız ediyorum. Bu ağıtlar bazen Oi Va Voi bazen Hande Yener, zaman zaman Gripin zaman zaman Göksel, bolca Nil Karaibrahimgil ve asla Emre Aydın şeklinde oluyor. Tüm Türk gençlerinin aksine E. Aydın ve H. Cepkin'den şiddetle nefret ediyorum. Böylece kendimi kesecek kılıçları şimdiden bileyliyorum ve ortalığı kızıştırıyorum ki can sıkıntım geçsin.
Neyse ne diyordum ben, evet acilen buralardan gitmek lazım. Diğer gidilecekler çorap söküğü gibi ardından gelecektir. Gitmek ve gelmek tezatını da aynı cümlede kullandığıma ve tüm'ü redderek bireyselliği savunduğuma göre bir gazetede köşe yazarı olabilirim. Onlar da beni bekliyorlar ya zaten...
Ağzımızda "Kibir", uygun adım marş komutunu bekliyoruz, ellerimiz havada İstanbul'u agrandizör kadar çok seviyoruz.

Mayıs 21, 2007

Uyanır uyanmaz sandalyeme bırakılmış -yıkanmış ve özenle katlanmış- giysilerimi görmek bazen beni çok duygulandırıyor.

~

Masaya dökülen susamları parmağımın ucuyla topluyorum, baş parmağımın yardımıyla kağıda saçıyorum. Aklımdan geçen şey ve gördüğüm şey genelde hep farklı oluyor. Mesela öyle çok isterdim ki susamlar hain bir rüzgarla kağıda ulaşamadan havaya savrulsan ve o anda uçmakta olan bir kuş gelip susamların hepsini yutsun. İşte o zaman dünyadaki en mutlu insan olabilirdim. Çemberi daha da daraltacak olursak çocuk bile olabilirdim. Ne kadar çok isterim gökkuşağına yatıp güneşi izlemeyi ve güneş gözlüğünden bunca nefret ederken.
Herkesin kabul ettiği bir gerçek bu, sanırım sizinle bu ortak noktada buluşmak zorundayım, hayallerimiz ve gerçeklerimiz neredeyse her zaman birbirinden farklı. Fakat o zaman gökkuşağının altından geçersem dileklerimin gerçek olacağı ya da ucuna erişebilirsem bir küp altın bulacağım saçmalığı neden öğretildi?
Çocukluktan başlıyoruz ki hayallerle yaşamaya büyüdükçe daha çok kırıklığımız olsun. Oysa ki sen bana gerçekleri vermiş olsaydın o yaşta belki -modern- kahramanlardan biri olurdum şimdi, şu zamanda.
Kahramanlığın ve tüm kahramanların köküne kibrit suyu, yaşasın parmak-susam-kağıt kardeşliği.
Zaten kuşlar da uçmuyor, ölüyor artık.

Mayıs 17, 2007

Bugün her şeyden sıkılıp kitap okuma günüydü. Edebiyat ve müzik ilk defa yan yanaydı benim için. Yağmur Başlamıştı ve Dediler Ki bizce biraz dinle-n-melisin.
İhtiyacım olan tek şey -neyin gölgesinde olduğumun pek önemi yok- kitap okumak.
Zaman ve mekan kavramlarını yitirdim bugün yine. Avuçlarımdan kaydığını hissettim tüm dünyanın. O kadar küçüktü ve avuçlarımdaydı, o kadar büyüktüm ve avuçlarındaydım.
İyilerin kazandığı ve insanların mutlu olmak için birbirini mutlu ettiği bir düzen... Ne kadar az,
ne
kadar
çok.

Saçma sapan bir "kadına yönelik şiddet" konferansına katılmış olmaktan hoşnut değilim bugün. Yapaylığın ağzından dökülen doğal kelimeler, manikürlü tırnaklarının masaya dokunuşunda kayboluyorlar. Sen bunu göremiyorsun. Flaşlar öyle parlak ki! İnsan hiç yaşamadığı bir şeyi reddedebilme hakkına sahip mi sence? Olay cevabını veremediğin sorular, hiç sivri uç bırakmadan -yuvarlak- verdiğin karşılıklar ve onlardan olmadığını başka kişileri ötekileştirerek kanıtladığın tavırlar... Yüksekten inip gerçekten karıştın mı çamurlara bilmiyorum. Senin gibi -hatta siz kadar değerli sayıyorsunuz kendinizi- kişiler var oldukça ve benim gibiler karşınızda oturdukça sivrisinek ve saz ilişkisinden öteye geçemeyecek iletişimimiz. Soyut olan ilgi çekse de somut olan gerçeği yansıtıyor ve bazı etiketleri adımızın önüne yapıştırmadan nedense aranızda yaşanmıyor.

Buralarda bir yerlerde bir durak olmalı ya da bir bilet. Nefes almamı sağlayacak maskeler düşecek biraz sonra gökyüzünden ve ben bulut olarak yaşamaya devam edeceğim.

Mayıs 16, 2007

Şarkıyı öğrenene kadar "şakır şakır, şükür şükür" şeklinde söylemiş olsam da şimdi son model bir mp3'e sahibim ve tüm sözler ımm nasıl desem -ah tabii ki- ez ber len di!
"Her şeye rağmen yürümek güzel İstanbul'da" diyor ya Göksel, aklıma içinde İstanbul kelimesi geçen şarkılar geliyor beklendik bir şekilde. Emre Aydın'ı hiç sevmem, zaten bence o düet değil, E. Aydın vokalde Birol Bey ise geri -back ahahaha- vokalde. Düet denilen şey İki Yabancı'dır bana göre.

Tek iskender ve çiğköfte yerken bitiremediğim tabağa hüsranla bakıyor ve yutkunuyorum. Beş kuruşsuz kaldığımız olmuştu ama her şeye rağmen yürümek güzeldi İstanbul'da. Kır pideleri boğazımızı yırtacaktı neredeyse... Şimdi aklıma geldi bak ne diyeceğim; biz neden ilerdeki camiden su içmedik, dostum manyak mıydık yoksa?
5000 mağazaya ve Benetton'a sahip adam yemeğimi yerken televizyonda vızır vızır konuşuyor. Hiçbir zaman İngilizce'yi tamamen anlayamadım. Yaşasın tercüme! Fakat konuyla ilgilenmiyorum. Odak noktam dönerin sosuna düşen gözyaşı damlası şu anda.
Festivaller başlıyor, bitiyor, başlıyor... Gitsek ya yine?

not: ne yapsak moda olurdu, tey tey.
"Sürekli dilenilen bir Tanrı. Neye yarar?"

N. Taştekin

Mayıs 13, 2007

Bratislava

Ben öldükten sonra kimse büstümü yapmayacak. İnsanlar birbirlerine hediye olarak kafamın görüntüsüne tıpatıp benzeyen taş parçaları almayacak. Buna neden gerek duysunlar ki? Socrates lütfen Lal Masallar'ın üzerinden kalkıp kendini masamdan aşağıya atar mısın?

~

Ben öldükten sonra dünya artık var olmayacak. Ben öleceğim ve her şey bitecek. Bu benim bencilliğim mi yoksa sizin bana yapacağınız bir güzellik mi olacak bilmiyorum. Ne kadar yas tutacaksınız? Ne için ağlayacaksınız?
Kaç günde yetişir bir elma ve kaç günde yıkılabilir içinde yaşadığımız dünya?

~

Kendini çok derin konularla meşgul et, yaz geldiği için içtiğin İce Tea'nden bir yudum al ve düşüncelere dal. Tanrım ne kadar da bohemim!

~

Yokuştan düşen kız... Sesinde bittiğini göstermeye çalışan bir şeyler vardı ve aynı ses adını söylerken hala pır pırdı. Senin için üzülmek değil seninle eğlenmek istiyorum.
Yokuştan düşen kız, bu zamanlar; benim zamanlar.

not: gönderdiği muhteşem şarkılar için -asla çözülemeyen ama benim çözdüğümü sandığım- ttku'ya teşekkürler.

Mayıs 10, 2007

En güzeli de şehirden bir günlüğüne bile olsa ayrılabiliyor olmanın verdiği haz. Sırtında küçük bir çanta ve yanında en çok özlediğin kişi.
Dünyadan daha ne isteyebilirsin ki?

~

Gelirken yoldan kestane şekeri al, akşam "rakı - balık" yaptıktan sonra yeriz, ağzımız tatlanır.

Mayıs 02, 2007

Bazen canım çok sıkılıyor ve kafam -aynı anda birçok şeyi düşünmeye çalışıyor oluşumdan dolayı- bulanıklaşmaya başlıyor. Böylece ortaya verimsizlik, huysuzluk ve düpedüz salaklık diye tabir ettiğimiz kavramlar çıkıyor. Bir şey söylediğinizde yüzüme yerleştirdiğim "hö?" ifadesi ile suratınıza bakmam sadece ve sadece bu yüzdendir.
Üst üste gelen ya da yan yana biriken her şeyi küçük küçük balonların içine koysak, şiştikçe şişirsek ve en sonunda hepsini patlatsak.

Mesela, o balonları pat lat sak !

Nisan 26, 2007

Yapamam ki

Pratiği olmayan bilgiyi daha fazla kafamda taşımak istemiyorum. Yeteri kadar hamallık yaptım, gereksizlerin tümünü çıkarttığınız yerlere geri sokmak istiyorum.

Hatta Cemal Süreya ne güzel demiş; "biri akasya, biri gül, biri zakkum" derken.

'7' beni çemberinin içine aldı, gün geçtikçe daraldı. Yaptığımız her şey kelime oyunu. Kelimeleri alıp birbirine ekleme/çıkartma, hop ben seni yendim/vay ben seni geçtimden öte değil. Güzel ama güzel.

Son deneme; bir, iki, üç.

"...ama anlamazlar ki"

Nisan 12, 2007

Kafamı "dan" efektiyle görmediğim cama çarpıyorum. Kafam kanamıyor. Camı görseydim kanardı çünkü ben isteye isteye kafamı cama vurursam bu demektir ki intihar ediyorum. Neden intihar edeyim ki, bilmiyorum.
Ayakkabı bağcıklarım hiçbir zaman eşit olmuyor ve ben her sabah bu durumu toplumla özdeşleştirip kendi kendimi kahraman ilan ediyorum. Bağlamak için eğildiğimde bir taraf hep daha kısa kalıyor ve bu durumdan nefret ediyorum, toplumdan da.
Yazmak yerine kusmak var, yazdıklarına -yazdığını sandıklarına- gelen ilgiye muhtaç yaşamak var, arada sırada yazmak diğer yazanları da gözlemleyerek onlara bazen gülmek bazen hak vermek var.
Bir memur maaşını bilumum yerine süreceği çok amaçlı olduğu kadar bi'şeye yaramayan kreme ödemek de var, Mc Donald's ve benzerlerinde yemek yerken yanına yaklaşan selpaksatmakzorundabırakılançocuğa "öteki" muamelesi yapmak da. Sen kendini farklı kıldığın müddetçe o öteki olmaya devam edecek. Selpak satıyorsa selpak sat, fotoğraf çekiyorsan fotoğraf çektir. Her şey ne kadar zor.
Escape, escape, escape.
Seviştik diye kokunu üzerimde yaşatmak zorunda değilim.
En sevdiğim dizi Çemberimde Gül Oya, merhaba ben Esc ilkokul 7. sınıfa gidiyorum. Büyüyünce piyano olmak istiyorum çünkü deprem anında taşınması çok zor.
Artık, beni ben bile anlayamıyorum. Namazı kılınmış duası okunmuş da mezarı kapatılmayan ölü gibiyim, hala neyi bekliyoruz?


f klavye ile turkce harfler kullanmadan da yazabilirim cunku ben turk degilim ahahahah, hohohoh merhaba noel baba, beni cok uzaklara gotur. Boyle dunya daha bohem ve ben; daha ben, daha ben, daha...
Ben!!!

Nisan 08, 2007

Haber Bülteni

Elalem festivallerde film film gezerken ben buralarda birilerinin gözüne bi'şeyler sokabilmek için hazırladığımız sergilere fotoğraf yetiştirmeye çalışıyorum.
Yetmiyormuş gibi vizelere girip çıkıyorum ve Tanrım bunu sen de biliyorsun ben daha önce hiç bu kadar meşgul olmadım.
En yakışıklı ve bahara uygun halimle evimde oturmuş şu an -İstanbul- Nevizade'de olup bir şeyler içiyor olmanın hayalini kuruyorum. Geçen yıl yaklaşık 1 ay sonra İstanbul'a ayak basmış ve bastığım ayağımı yerden 2 ay kaldırmamıştım. Bu yıl Haziran 15'e dek yani beyin kavuran İzmir sıcaklarını tenimin en altında hissedene dek buradayım, malum finaller.
Yine de Ferzan Özpetek'in bu filmini de sinema gibi mükemmel bir icat yerine bilgisayar / televizyon başında izlersem kendimi intihar edeceğim.
Biri beni klonlasın ya da zamanı durdursun, nasıl geçtiğini anlamıyorum zira saat kullanmıyorum.
Yeşil diye bir renk olmasaydı hayatı siyah beyaz yaşardım ve yaşardık. Hatırlat uyandığımızda sana Günaydın Sevgilim'i söyleyeyim.
Nokta

Nisan 05, 2007

Ayçiçeği

Yokuş aşağı düşüyor o kız, kimse engellemeyecek mi?
Ben de mi izleyeceğim düşmesini? Engel olamıyorsam ama engel olamadığım bu duruma aylardan beri de üzülüyorsam ve gerçekten hiçbir şey yapamıyorsam suç kimin?
Yokuştan düşen kız masum ve öteki de masum sanırım, ben zaten beyazım, ortadaki suçu üstlenecek olan kim?
Böyle şeyler hep ortada kalıyorlar çünkü kimse üstlenmiyor. En çok kim üzüldü bunu tartışsak bir şey değişir mi, sanmam.
O zaman bir odaya tıkın kızı, duvarları beyaz olsun ve üzerinde tek bir nokta, yeşil tek bir nokta. Sabahtan akşama kadar Escape, Escape, Escape.

Hafızanın silinmesi mümkün olsaydı eğer hakkımı yokuştan düşen kıza verirdim, istediği yokuşun sonuna varmaktı, tepetaklak olup ayağa kalkamamak değil.
Keşke yardım edebilsem.

Eskiden buralar hep günlük güneşlik ve acayip eğlencelikti.

Nisan 01, 2007

05:32

Dünyanın en güzel şarkısını dinlemek istememden daha doğal başka bir şey söyleyebilir misiniz bana? Bilmiyorum ki sizin de daha önceleri benimkilere benzer hayalleriniz olmuş mudur? Mesela siz de tüm sevdiklerinizi -ki onlar birbirlerini zaman zaman sevmeseler de- bir odada yaşatıp özledikçe o odaya girmeyi düşünmüş müsünüzdür? Onlara saksı çiçekleri gibi bakmayı, gerekli olan tüm ihtiyaçlarını karşılamayı ve bunları sadece ihtiyacınız olan sevgiyi tam vaktinde ve dozunda alabilmek için yapmayı kabul etmeniz gibi. Tüm bunlar neden kaynaklanıyor olabilir? Çok mu korkağım ya da çok mu cesursunuz?
İki nokta varsa neden her zaman iki ucuna eşit miktarlarda bölünmek ve gökten üzerime ölerek yağmak zorundasınız? Şemsiyem yok, asla kullanmam, sağ veya sol koluma saat takmam.
Bu dünyanın en gereksiz insanı kim sizce? Ben bazen bütün bir günümü bunu düşünmeye ayırıyorum. Zannettiğiniz ya da zannedebileceğiniz gibi büyük insanlar değil derdim, benim bahsettiklerim daha küçük. Mesela sürekli müşterilerini kazıklayan köşedeki bakkal mı ya da intikam üzerine intikam planları kuran ve hayatı "counter strike" şeklinde yaşayan arkadaşlarım mı?
O kadar çok insan tanıyorum ve her yeni kişiyle kendimden o kadar çok uzaklaşıyorum ki. Galiba tek yapmak istediğim odamı toplamak ve yarın gireceğim 2 -yazıyla iki- vizeden yüksek notlar almak.
Bu kadar mıyım ve bu kadar mıyız yani? Kimi önemsiyorum, kim tarafından önemseniyorum? Kim kahve hazırlarken, yemek yerken veya gün içerisinde başka şeyler yapıyorken beni hatırlıyor?
Öyleyse ben neden unutamıyorum birçok şeyi ve neden bu ruh halinde hissediyorum kendimi? Tüm sorular boşluğa fırlatılır uygun olanları zaman zaman cevaplanır.
Mor'lar kafamın içinde susmadan "öyle azaldık ve yıprandık ki" diyorlar, biliyor muydunuz ben çok cahilim.
Herkes evinde ve duruyoruz artık, canına tak ediyor ve susuyoruz artık.
Ve hayat.

Mart 28, 2007

Ortalama

Sen bir kibrit çöpü ol ve tabii ki ben de kibrit çöpü olayım. Ettik iki. Yazdıklarımız ve yazacaklarımız da kibrit çöpleri olsunlar. Etti dört. Fotoğraf ve müzik olmazsa olmaz. Hatta gökyüzü ve denizi de dahil edelim ve ortalama 10 kibrit çöpü olduk şimdi -deniz ve gök fazla yer kapladı-. Bulutları ve kedileri lütfen unutmayalım, biri senin biri benim, ettik 15 çünkü mutlaka Mart gelecek ve mutlaka yavrulayacak senin kedin! Neyse devam edelim, tüm planlarımızı ve hayallerimizi de sayalım şöyle bir, ımm galiba 25 falan etti. Sevdiğimiz her şeyi de dahil edelim ve böylece 35 olalım. Eksik bir şey kalmadı sanırım. Bir düşünelim...
Olamaaaz! Nasıl unuttum, haftaya evleneceğimizi de ekleyelim ve böylece 36 olalım. Kaldı dört, eh onu da çocuklarımız için falan ayıralım.
Beraber 40 kibrit çöpü olalım, hiçbir yerde satılmayan bir kibrit kutusu bulup onun içinde sonsuza dek mutlu yaşayalım.

Mart 27, 2007

Sen Yaptın!

Ve ben ne zaman Balparmak markasını görsem aklıma "bak ben burada işte böyle sigara içiyorum" deyişin geliyor.
Hatırlıyorsundur sana heyecanla bir şeyler anlatıyordum ve heyecanla bir şeyler anlatmıştın. Konuşmuyoruz ne zamandır ama ara sıra hatırlıyorum seni, Melek, her şey yolunda. Sen nasılsın?

Mart 20, 2007

Sizin Oralarda Nasıl Derler?

Yürümenin bir şeyi değiştirmeyeceğini anlayana dek yürüdüm, sonra otobüse bindim. Uyudum, uyandım ve bugün de tüm dersleri, yapmam gereken işlerin hepsini baştan sona ektim.
Adımın üstünü sadece ben çizdirdim.

Mart 08, 2007

Escape!

Bulutların da üstünde ne var?
Bir gün bulutlara değebilecek miyim acaba? Kafam ne kadar karışık. Düşünceler o kadar hızlı koşuyorlar ki, yetişebilmem imkansız.
Zaten yalan söyledim, f klavyeyi babam almadı, ben aldım.

~

Bulutlar ne kadar güzeller, gökyüzü başımı döndürüyor. Sanırım bakamayacağım daha fazla. "Search" kısmındaki "clear history" butonundan bizim evde de olsa keşke, sıkıldıkça siler yeni'lere yer açardık. Böyle sıkış tepiş olmuyor, eski'nin üzerinde yeni, çok derme çatma duruyor.

Yavaş... Daha yavaş... Durmaya yakın hızlı, daha da hızlı. Başım dönüyor ve hayat lenslerim gibi adeta; gözümden fırladığında avcuma alıp tozunu toprağını silkelemem, yırtık, çatlak var mı kontrol etmem gerekiyor.

Mart 04, 2007

Gözbebeğim

gözbebeği: İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez.

Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka "gözbebeğim!" diye hitap edilir.
Elif Şafak - Mahrem

Mart 02, 2007

Bausch & Lomb

Renksiz lenslerim ve ben miyop olduk.
Müzik dinlerken telefon çalacak gibi olur, "dıdıdıt dıdıdıt" diye ses gelir ama telefon çalmaz o ses de geldiği gibi gider. İşte o zaman çok üzülüyorum.
Gözyaşlarım gözlerim ve lenslerim arasında biriktiğinde tüm dünya bulanık görünüyor. Yine de uzaklar daha yakın onları taktığım zaman, uzaklar daha net ve daha yakın.

Şubat 27, 2007

Aklıma Takıldı

Bugün sizi metroda gördüm. Birkaç saat önce aldığınız gereksiz bir paketi, gerekli bir çöp kutusuna atmıştınız. Çöpe attığınız paketin içindeki kağıtları düşündüm. O kağıtların başka bir çöpe atılacağı, oradan kağıt toplayıcılar tarafından alınıp para karşılığı bir yerlere satılacağı, oradan geri dönüşüm merkezlerinde tekrar kullanılabilir kağıt olacağı, size bazı şeyler yazan kişiye ulaşacağı ve o kişinin tekrar "saçma" satırlarıyla sizi boğacı, ardından sizin bunları yine çöpe atacağınız gerçeği ve aynı teranenin tekrarlanarak kısır bir döngüye ulaşacağı, sizin bir gün bu fasit daireden sıkılıp mektupları saklayacağınız, bir cümleye nokta koyacağınız gibi saçma bir hayal ürettim sonra. Ben hayale dalmış aramızdaki insanlar da yerini almıştı ki sizi kaybettim. Evet aynı metrodaydık ama ben sizi kaybetmiştim bunu düşünmek bile korkunçtu. Sonra bir baktım ki yanıma oturmuşsunuz, kulağınızda kulaklıklarımın biri; malum şarkıyı dinliyoruz. Cama da yağmur vuruyor az az, ortamı hayal edebildiniz mi? Romantizmin dibine vurmuşuz da arkadaşlarınızın camdan atlamasına sebep oluyoruz.
Bugün sizi metroda gördüm ve tam karşımda düzene karşı çıktığını sanan, lise döneminde bizim de bileklerimizde sergilediğimiz çivili, yıldızlı metalleri çantasına takmış, kulağından yükselen müziğe elini dizine vurmak suretiyle eşlik eden ve "mahalle karısı" tabir ettiğimiz şekilde sakız çiğneyen bir genç gördüm. Evet bugün de bir insana "tepeden" baktım -sizlerin tabiriyle-, çünkü o yanımda olamayacak kadar aşağıda bir yerlerdeydi. Kafası ebatlarında şişirip ara ara çatır çatır patlattığı balona öyle sinir oldum ki! "Genç bakar mısın saşlar süpear de ayıp olmuyor mu?" dememek için ben kendimi, siz de elimi tuttunuz. Bir şekilde romantizme bağlamasak ölüyoruz şu sıralar, mazur görünüz artık.
Daha sonra yürümeye başladık. Hiç konuşmadan sizi evinize bıraktım, kahve teklifinizi geri çevirdim çünkü hain planlarınız yoktu ve ben bu yaşımda bir komploya kurban gitmeyeceğim evlerde kahve içmiyordum. Kendi evime vardığımda sizi aradım yaklaşık 42 saat süren bir telefon görüşmesi yaptık. Aynı şehirdeydik ama telefonlaşmadan duramıyorduk. Ya bir gün yanımda olduğunuz halde telefonla görüşüyor olursak? O zaman boğaza gideriz, köprüden kendimizi salıveririz. 2,7 saniye sonra ben ve siz yani biz boğazın sularında el eleyiz. Romantizme bağlamazsam ölüyoruz çünkü.
Unutmadan siz, kelimeleriniz ve gözleriniz her Allah'ın günü ne kadar da güzelsiniz...

not: 3 dakikanız yok, acele etmeyiniz.

Şubat 21, 2007

Tat Tvam Asi

Bugün sizi otobüste gördüm. Siz bindiğinizde ben yoktum ya da ben bindiğimde siz dikkat etmediniz. Tam 2 sıra arkananıza oturdum, cam kenarına, sizin gibi. Hatırlıyorsanız önünüzde yaşlı kadınlar vardı ve konuşuyorlardı. Yaşlı kadınlar hep konuşurlar. Arka sıranızda bir bey ve onun da arkasında ben.
Bugün sizi otobüste gördüm ve uzun süre boyunca izledim. Bir gökdelen görüyordunuz otobüs yanından geçerken, orada beraber yaşamayı, o gökdelene taşınmayı düşündüm. Ben ve siz. Geriye kalan tüm katları çalışma odası yapabilirdik mesela. Bahçeye de kitaplarımızı koyardık zira o kadar çoklar ki... Gözleriniz gökdelenden ayrıldıktan sonra bir süre camda kendinize, yansımanıza baktınız. Onu da gördüm evet. Gözlerinizi camda unutup önünüze döndüğünüzde ben gözlerinize bakıyordum aslında. Sonra aceleyle hatırlayıp bıraktığınız yerden aldınız gerçi onları. Gözler unutulmaya gelmezdi, hele ki böyleleri...
Bugün sizi otobüste gördüm, bunu daha önce de söylemiştim ama siz o kadar düşünceliydiniz ki, kafanız düşüncelerden ağırlaşmıştı da sanki o yüzden içiniz geçmişti yorduğunuz bedeninizi sığdırdığınız koltukta. Siz rüyalardan rüya beğenmeye çalışıp beğenemeyerek ve bu yüzden hiç rüya göremeden uyanmadan biraz daha önceydi; oturduğum yerden kalktım. Ön sıranızda oturan kadınlar birkaç durak önce inmişti, onların bıraktığı boşluğa oturdum, bilirsiniz yaşlılar bıraktıkları boşlukları hatırlayarak dönüp almazlar, sizi izlemeye başladım. Uyurken neye benziyordunuz, aslında uyuyan kimdi bilmeye, tahmin etmeye çalıştım. Kirpiklerinizi tek tek sayarak geçmişinize dair tüm bilgileri topladığıma emin olduktan sonra omzunuza dokundum ve kulağınıza fısıldadım yavaşça. Siz çabucak uyandınız gerçi ama ben çoktan eski yerimi almıştım.
Biraz daha yola devam ettik ve aynı anda kalkıp zile bastık, farklı kapılardan indik. Adım adım arkanızdan yürüyordum ve solunuzdan esen rüzgar, kendisi denizden geliyordu, size tanıdık bir kokuyu ya da bir hatırayı anımsatıyordu. Bunların hepsini biliyordum, daha siz düşünmeden. Düşüncelerinizin fotoğrafını çekmek istedim, kadrajda sizi göremeyince vazgeçtim.

Bir mısır tarlasındaydınız bugün. Koçan yerine tanelerden oluşan kocaman bir mısır tarlası ve ben elimde bir kaşıkla sizi bekliyordum. Elimdeki kaşık gümüştü. Geldiğinizde kaşığı bir yerlerden hatırladınız, saçlarınızı yokladınız.
Zaman ve mekan kavramlarından uzak bir tarladaydık, etrafımızda milyonlarca mısır, elimde gümüş bir kaşık ve karşımda siz, gerçekten bugün siz ve fikirleriniz, ne kadar da güzeldiniz...

Şubat 20, 2007

Kediler


Onunla elinden tutmasına izin vererek dünyanın en meşhur kahvecisine gidiyorsunuz. Muhteşem bir kahve içeceğinizi sanıp beklerken birbirinizin avucuna göbeklerinizi yerleştiriyorsunuz hatta gerekenden çok daha fazla bir ücret ödüyorsunuz. Birkaç dakikalık bekleme sonucu aldığınız şey "dikkat sıcak"tır.
Sıcak kavramı göreceli olsa gerek çünkü ben bunu yeni doğmuş bir bebeğe içirebilirim? Her neyse belki tadı güze... Öğk! Bu ne yahu! Süt bu süt. Kahveyi koymayı unutmuşlar. Karamel mi? Karamel tadı alamıyorum. Karamel ve kahveyi koymayı unutmuşlar, inanamıyorum. Efendim? Böyle mi oluyor bu zaten? O zaman ben almıyorum bir daha, iğrençsin Starbucks, anlaşamadık ve anlaşamayacağız. Sen bağrına bastığın, açık yakasından kıllar fışkıran şapkalı delikanlıların ve kendini onlara beğendirmek, bir yandan da parasız kalmamak için en en en "small" bardakta kahve içen ve parıltılı gözlerini bir o erkeğe bir diğerine savurmak suretiyle çok güzel olduğunu zanneden Demet Akalınımsı ve Petek Dinçözümsü kızlarınla mutlu yaşa, sonsuza kadar elveda.



Onun fotoğrafını çekerek seninle yürümesine izin veriyorsun. Muhteşem ağaçlar ve heykeller -dostum burası hala sonbahar- arasında yürüyerek, bastığın karlarda temkinli olup "küt!" diye düşmeni engelleyerek bir yere varıyorsun. Açık büfeden tabağını dilediğin kadar doldurup sigara içilmeyen bölümde nikotinsiz bir kahvaltı yapıyorsun. Ardından eşyalarını toplayıp sigara içilen bölüme geçiyor ve büyük bardakta aldığın "cappuccino"yla beraber ortalığı dumana boğuyor, sigara üzerine sigara içiyorsun. Öyle güzel bir kahvaltı yaptın ki o anın hazzını içtiğin sigaralarla katlayarak artırmak istiyorsun. Etrafı inceleyerek, dışarıyı izleyerek, fotoğraf çekerek -muhteşem bir ışık var- yanındakiyle, karşındakiyle sohbet ederek vaktini öldürmek yerine dolduruyorsun ve adeta oradan ayrılmak istemiyorsun. Odtü'deki Çatı denilen yer seni rahat koltuklarına bağlıyor, tekrar gelmek üzere tüm zerreciklerle vedalaşıp Kızılay'a gidiyorsun. Ardından İzmir'e. Çatı'yı unutamıyorsun.

~
Yine de çikolatadan yapılmış kaşıklar eşliğinde içtiğin sıcak çikolata nedendir bilinmez hepsinden güzel geliyor sana, nefret ettiğin kaymağı gördüğünde içeceğini bırakmak yerine kaşığınla çıkartıyor ve gülümsemeye devam ediyorsun. Kar üzerinde yürürken "küt!" diye düşmemek için temkinli olurcasına, sen...

Şubat 19, 2007

Kelebekler Ne Güzel

Otobüste duruyordum. Diğer otobüslerin oluşturduğu perspektifi bozan sinyal ışıklarının yanıp sönmesiydi ki kulaklarımda çınlayan "yanıp sönerken ne güzeldi, ne güzeldi, ne güzeldi, aşk..." sözcükleriyle boğuldum. 25 numaralı cam kenarı koltukta uyumaya çalışıp, acele ederek içtiğim kahvenin yaktığı dilimle kalbimi yoklayarak hala aşka inandığımı fark ettim. Aşık olmak için çok uzaktı, çok gençti, çok geçti. Önüne geçemiyorsun ve eskiden bir dostuma da olduğu gibi nefes alamıyorsun. Sonra o dostunun eski bir yazısını hatırlıyorsun ve sana anlattığı şeyi hatırlayıp "dostum, ben aşık olmuşum bunu anladım" demek istiyorsun. La Finestra di Fronte böyle zamanlarda çok daha fazla acı veriyor; çünkü birileri geliyor, birileri gidiyor. O acı, kurduğu bağdaş ile boğazında oturuyor, yutkunmak ne kadar zor. Tenim saydamlaşmaya başladı, nefes alamadan silineceğim.
Parmak uçlarımın hissizliği yüzünden

basamadığım bir buton var. Ulaşmam lazım,


galiba dokunamayacağım.


"Nefes al" butonu.


parmak uçlarım yok mu?


hissedemiyorum


hissedemiyorum.



h

i

s

s

e

d

e

m

i

.

.

.

Şubat 11, 2007

Toksik

Hepimiz hayatımızın farklı dönemlerinde, evrelerinde, yaşlarında sarışın ve süslü aptallar olan genç kız idolcüklerine karşı konulmaz bir sevgi beslemişizdir. Onlardan ilk çıkanı Britney'di sanırım. İtiraf etmem gerekirse çocukluğumda, çok küçüklüğümde hani abim çöpçü olmaya karar vermişken ben de kuaför/berber olmaya karar vermiştim. Saçlara olan inanılmaz ilgim Barbie bebek denilen ve komşu kızlarımızda bulunan oyuncak Britney'ler ile -o zamanlar yoktu gerçi- daha da pekişiyordu. Saçlarını kesmeler, yakmalar, soda ile yıkamalar, keçeli kalemler ile rengarenk boyamalar -asi olacağım o zamanlardan belliymiş- sonucu mahalleli kızların korkulu rüyası haline gelmiştim. Hayır hiçbir gerçek ya da yapma saça Celal veya Cemal edası ile yaklaşmıyordum hatta bebeklerinin saçları tarumar olan kızlar kendilerini oradan oraya çarparak ağlamak suretiyle ortalığı birbirine katmakla kalmıyor annemin meşhur terliğini de eline aldırıyordu. Bu duruma bir son vermek ve yeteneğimi herkese kanıtlamak isteğiyle artık hünerimi "gerçek" saçlara yöneltmiş Müge'yi civcive benzetmiştim, annelerimizin bizi gördüğünde attıkları çığlıkları hatırlıyor, gerisini yaşadığım şok sonucu hatırlamıyorum ancak nasıl bir olay yaşadıysam artık kendime geldiğimde saçları, kendini "hayvansever" olarak tanımlayan insanlar gibi sadece uzaktan seviyordum. Belki de geçirdiğim bir Sybil vakasıydı ve yerimi o zamanlar bedenimde barındırdığım bir başka kişiliğim ele geçirmişti ve gereken bedeli benim yerime o ödemişti. Uf o terlik de amma can yakardı ha... Şimdi bunları nereden hatırladım, ne diye yazdım inanın ben de bilmiyorum.
Biterken Britney Spears - Toxic çalıyordu?

//

Yapılacaklar listesi çıkartacak olursam eğer şöyle ki;
1- Heyecanımı anla-ya-mayan kişilere inat görgüsüzce evet ilk olarak Ankara'ya gidiyorum.
2- İnat ettiğim kişilere hediye olarak bir ya da birkaç tane "Sıtarbaks'a vb.'ne gidiyorum tatlım bak hatta bu da fotoğrafı" şeklinde meşhurlaşmış içeriğinde birkaç fincanı/mug'ı/kağıt bardağı ve eşliğinde sergileyeceğim ellerimi hatta duruma göre kağıt veya kalemimi barındıracak ve "dostum çok cool birisiyim n'apabilirim ki?" fotoğrafı.
3- Basılmamış kar bulup itinayla basmak, hatta çok özendiğim bir film karesi sonucu o kara yatıp kol ve bacaklarımı açıp kapatmak suretiyle kelebek olmak.
4- Çok gezmek, çok konuşmak, bol bol fotoğraf çekmek, ara ara sıkılmak, az uyumak ve bobi'ye sarılmak.
5- Tüm bunları yapacağım tarihi cümle alemden devlet sırrıymış gibi gizlemek, heyecan yaratmaya çalışıp gizem insanı olmak. (bu madde gerçekse bobi ve arkadaşlarını insandan saymamak)
6- İstediğim herkesi görüp istemediğim kimseyi görmeme lüksüne sahip olmak.
7- İhtiyacı olanlara hediye etmek üzere bol bol kapak dağıtmak.

Tüm maddeleri gerçekleştiremesem de 2'yi mutlaka tatlım! Mutlaka.

not: ahahahaha

Şubat 06, 2007

Kar, Beyazı

"ve hayat" diye başlayan cümleleri olmadı hiç O'nun. Sevmezdi felsefeyi, psikolojiyi ve hiçbirini sevmediği kadar da hayatı, hayatını. "Bana en çok yakışan renk kar, beyazı" derdi. Kar yağdı, yer siyah. Kar durdu, yer siyah. Gökyüzü mavi, yer hep siyah, çocuk inatla beyaz; kar, beyazı.

~
Kitabın kapağı sımsıkı kapalı. Sanki uyuyor numarası yapmakta da gözlerini yummuş. Elime alıyorum, açılmıyor. Biraz bekliyorum başında, onunla ilgilenmiyormuş gibi yapıyorum sonra. Üşüsün, hasta olsun diye camı açıyorum. Günlerden Şubat, havalardan kış ki o da bahardan bozma. Rüzgar üflüyor kitaba, kitap üşüyor. Soğuktan uykusu geliyor, esneyecekken tam elime alıp azarlıyorum onu. Sonra okumaya başlıyorum içindekileri ve içindekileri yine. Minicik bir sobanın ısıttığı bir oda. Saat yok, ayna yok. Sayfayı çevirirken çıkan ses beni bir yere götürüyor. Giderken almayı unuttuğum kitap şimdi masamda kendi sayfalarını okuyor. Her sayfanın kendi hayatı olsa keşke, mahreminden uzak tutacak sandığım tek şey kapak. Oda, soba, hava, ben ve kapak. Beraber bir yere gidiyoruz. Sayfaları hep masanın üzerinde unutuyoruz ve daktilom -eskiden O'nundu- sayfalara tehdit edercesine bakıyor. Yazılmış tüm gerçekleri değiştirecek güveni mevcut, kapak ve ben havadayız altımızda kar rengi bir bulut.

Şubat 03, 2007

Kelime

Kimseyi sevmemeyi bir gün öğrenmem lazım, hayatım boyunca hiçkimseye "seni seviyorum" demeden yaşayabilmeliyim. İşte o zaman ben de bir insan olabilirim.

Şubat 01, 2007

The Hours

Merdivenlerin trabzanı sarı. Çöp tenekesi mavi. Sarı saman rengi, mavi gök. Bulutlara bakmak için kafasını kaldırıyor. Teller bulutları ve göğü kesiyor. Baktığı bulut o anda paramparça gözüküyor. Dünya dönüyor ve bulut döne döne tamamlanmaya başlıyor. Dünya bazen ne kadar hızlı dönüyor, bulutlar günde kaç kez parçalanıp kaç kez eski halini alıyor... Cümleler, dakikalar ve saatler hep başını döndürüyor.

~

Komşudan gelen bir fincan sıcak ve taze çay bana zencefil almak için Londra'ya gitmem gerektiğini hatırlatıyor. Eğer trene vaktinde binersem saat 14.30'da tekrar Richmond'a varabilirim.

Ocak 30, 2007

Mavi Gömlekli Bey ve Oğulları

Beni bugün askere almadılar.
Sabahın en erken vakitlerinde kalktık, yola çıktık. Önce kahvaltı için Kızlar Ağası Hanı'na gittik. Biliyor musun abim senin oturduğun yere oturdu. Senle yaptığımız gibi önce çay içip kahvaltı yaptık ardından kahvelerimizi içip "bu telveden de amma fal çıkar, fal bakan da yok ki" diyerek hayıflandık. Daha fazla geç olmadan kalktık ve ikametimize en yakın askerlik şubesine gitmeye başladık.
Beni bugün askere almadılar.
2 gün önce traş oldum, çektirdiğim vesikalık fotoğraftan 8 adet aldım. Dün gece tekrar traş oldum ve yattım. Askerlik şubesine girmeden önce piercinglerimi çıkarttım. Kulağımdakini çıkartırken ucu çamura düştü, bulamadım. Onu kulağımdan senelerdir çıkartmadığım ve bugün ucunu kaybettiğim için çok üzüldüm ama yine de çaktırmadım. Korka korka şubeye girdim.
Beni bugün askere almadılar.
Masada oturan bayan "mavi gömlekli beye öğrenci durum belgeni vereceksin" dedi. Mavi gömlekli beye gittim. Belgemi uzattım. Senin devrelerin askere gitti, sen yoklama kaçağı olmuşsun, dedi. Çok korktum, bir an o binadan hiç çıkamayacağım sandım. Fakat bunun yersiz bir şaka olduğunu, genelde acemi olanlara hep yapıldığını biraz sonra anladım. Öğrenci durum belgemi alıp fotoğraflarımı almadıkları için çok bozuldum ama kimseye çaktırmadım. Öğrenim hayatım bitene kadar askerliğimi tecil ettirdim.
Beni bugün askere almadılar.
Eve geldim fırın makarna yedim ve kendime iğrenç bir neskafe yaptım. Çamura benzeyen ya da ucuz şehirlerarası otobüs şirketlerinde verilen bu kahveyi tiksinerek, Sıtarbaks'a gideceğimiz günlerin hayalini kurarak içtim.
Beni bugün askere almadılar ve ben bugünün öncesinde bana yapılan tüm söylemlerin düpedüz yalan, korkutmaca olduğunu anladım, yeniler neden korkutmaya çalışılır anlamadım.

Evet, ben bugün askerliğimi tecil ettirdim ve İzmir'deki son önemli işimi de böylece bitirmiş oldum. 15 Şubat 2007'de Ankara'nın bilmem hangi semtinde mutlu ve karlı olacağım günü iple çekmeye başladım.

Ocak 29, 2007

Cevdet Bey ve Sorgulama

Cevdet Bey ve Oğulları bitti. En çok kimi benimsedim, kimi sahiplendim, kimden nefret ettim henüz bilmiyorum. Sanırım biraz sindirmem gerekiyor.

~

Soğuk.
Hava tenine milyonlarca iğne ucu gibi batıyor. Korunmak için atkısını çekiştirip dışarıda kalan ellerini cebine sokuyor. Sürekli elleri cebinde dolaşmasının pskiolojide nasıl bir açıklaması olabilir acaba? Son zamanlarda bunu merak etmeye başladı. Belki de hiçbir açıklaması yoktur, diyor kendi kendine. Zaten kurduğu pek çok cümle hep kendine. Hareketlerinin açıklamalarını neden merak ettiğini bilmese de bildiği bir şey var. Dış göz olarak ona bakan insanlar farkında olarak veya olmayarak yaptığı şeylere anlamlar yüklüyorlar. Bunların çoğuna katılmamakla beraber yine de sorguluyor. Hala eskiden olduğu gibi hayatı ve şimdilerde olduğu gibi kendini.

Ocak 28, 2007

Ben Nazım Hikmet

Dün çok uzun bir aradan sonra tiyatroya gittik. Burnumuzun dibine kadar gelen muhteşem oyun kaçırılmazdı. Hatta oyun da değildi bu. Bambaşka bir şeydi. Bir sunum denebilir mi acaba, bilmiyorum.

Oyuna yarım saat kala Konak Devlet Tiyatrosu'na ulaştık. Yer bulacağımızdan adımız kadar emin gişeye yaklaştık ama sonuç hüsran. Merdivende otursak, ayakta dursak, dememiz de fayda etmedi yine de yılmadık. Sigaralarımızı sinirden yer vaziyette bahçede beklemeye başladık. Umut fakirin ekmeği, karnımızı doyurduk. Böyle anlarda hep bir kurtarıcı olur ya, yine oldu. Fazladan bileti olanlardan biletlerimizi aldık, koltuğumuza yerleştik.
55 dakika boyunca adeta gözlerimi kırpmadım, nefes almadım, ses çıkartan herkese içimden küfür ettim. Ben böyle bir oyun izlemedim.
Eğer izlemediyseniz bu oyunu takip edin, Nazım'ın sesinden kendi mısralarını dinleyin, hiç görmediğiniz fotoğraflarını görün, Olcay Poyraz'ın hissettiği her cümleyi size de hissettiriyor oluşuna hayret edin, şaşın, apışın ve salondan benim hissettiklerime yakın duygularla ayrılın.
Ağlamamak için kendimi tutmayacağım artık.


"Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!"


oyunla ilgili link

Ocak 26, 2007

Bohem Hayata Giriş AA

Önümüzdeki 2 hafta boyunca ne istersem yapmak istiyorum. Tabii ki hayır, finallerim bitti diye çok eğlenecek, deliler gibi alkol tüketecek, bar bar dolaşacak değilim. Sakin bir kafayla film izleyecek, kitap okuyacak, dergi okuyacak, sokağa çıkacak -hepimiz biliyoruz ki sokakta hayat var-, fotoğraf çekecek ve bol bol uyuyacağım. Evet bohem bir hayata doğru yelken açacağım.
Geçtiğimiz 2 hafta boyunca ya günlerce uyumadım ya da gündüzleri uyuyarak geceleri ders çalışarak geçirdim. Takdir edersiniz ki geçirdiğim final şokunun etkisini üzerimden atmak için kendiliğimden uyanana kadar uyumam lazım. Uyandığımda herkes burada olacak mı? Söz verin?

~


... ayaklarını yataktan sarkıttı. Yer çok soğuktu. Sessizliğe bakılırsa evdeki herkes uyumuştu. Acaba hangi evdeyim, diye düşündü biraz. Yatağın yüksekliğine ve yorganın yumuşaklığına bakılırsa kendi evindeydi. Zaten kaç tane evde kalmıştı ki...
Gözleri karanlığa alışabileceği kadar alıştığında ayağa kalktı. Zaten küçük olan odasında iki adım attıktan sonra kapıya ulaşmıştı. Koridorda sağındaki çerçevelere çarpmamaya ve solundaki aynalı sehpayı devirmemeye dikkat ederek yürüdü. Mutfağa girdi, en büyük bardağı seçti ve doldurduğu suyu ışığa yükselen sigara dumanının yavaşlığında içti.

Ocak 25, 2007

Final Finali

Herkesin dilinde "şu sınavı da atlatayım da..." şeklinde başlayan ve farklı eylemlerle sonuçlanan cümleler var. Benimkisi şöyle:
Şu sınavı atlatayım da çok eğlenmek istiyorum, çok gezmek, görmek, okumak, yazmak, dinlemek, dinlenmek, çekmek, gitmek, gelmek...
Şu sınavı da atlatayım da bir dönem daha büyümek...

not: İnsan Hakları'ndan geçmişim eyo.

Ocak 22, 2007

Hrant Dink

Söyleyeceklerimin tamamı neredeyse söylendi.
Adını hatırlamadığım bir kitaptan bir cümle not almıştım kenara;

"Ömrümüzü uzatmak için, ölmemiz gerekmektedir."

Ocak 19, 2007

..yorum

Alttan dersim kalırsa, 2. sınıftan bazı dersleri alamam, 3. sınıfta 2. sınıftan gelen dersleri alırım, 4. sınıfta 3. sınıfta alamadığım dersleri alırım, okulum bitmesi gerekirken uzar mantığını kurabilecek birisiyim. Acaba kaç dersten kalacağım, hiç bilmiyorum.
Sabah ezanından korkuyorum. Uyuyamıyorum. Uyumuyorum. Okumuyorum. Yazmıyorum. Çekmiyorum. Dayanamıyorum. Konuşmuyorum. Susmuyorum. Çelişiyorum. Çelişiyorum. Çelişiyorum. Çelişiyorum.
Dayanamıyorum...

Bitmesini istediğim şeyler isteğime rağmen daha çok uzuyor. Bir saat varsa eğer 24'te bitmiyor. Sayılar sonsuza uzanıyor. Bir gün bir duvar saati kadarsa ve duvar saati 24'te bitmiyor, sonsuza uzanıyorsa o gün de sonsuza uzanıyor demektir. Hiç uyunmayan bir hayat bir gün mü demektir? Ne gerek var ki?

~

Pencerenin önündeki tele takıldı külleri, nefesi telleri aşarken. Boşlukta bir güvercin asılmıştı, ona bakıyordu. Gözleri ne kadar da hızlı çarpıştı... Fırında saklanmış bir kek, yatağında uyuyan kağıtlar, masasında yazmadığı satırlar... Gidecek bir yerim yok, dedi. Bu cümleyi söylediğinde her zaman gittiği yerdeydi. Gidecek bir yeri daha olsun istedi; diledi, yıldız kaymadı; diledi, güneş açmadı; diledi, yağmur yağmadı; diledi. Hep diledi. Dileklerini duvar saatinden aşırdı, akrep ve yelkovanı karıştırdı, bulutları çakıştırdı.

Ocak 18, 2007

Ebelenmeyen Sobe

Remedikos adlı bayan'ın sobesi üzerine döktürüyorum. Bu açıklamalar ile siz benim "en gizli top 5'im"i öğreneceksiniz ve ben yeni sırlar bulmak zorunda kalacağım zira gizem yaratmak benim en zevk aldığım şeylerden biri.

1) Belki de en büyük takıntım burunlardır. Bir insanın önce burnuna bakarım. Burnu güzel olmayan ya da yüzüne uymayan -bana göre- insanları beğenmem, çekici bulmam. Hatta çok sevdiğim bir insan bu huyuma "burun faşisti" lakabını takmıştır. Elimde değil, vazgeçemiyorum.

2) Ailemden kimsenin tabağından yemem, bardağından içmem. Arkadaşlarımın bazılarıyla ortak olabilirim. Bu çok kötü bir takıntı duruma aile tarafından bakıldığı zaman.

3) Dolmuşlarda "müsait bi yerde" demeden önce mideme kramplar girer, hep benden önce birinin söylemesini beklerim, kimse söylemezse utancımdan öle öle ben söylerim.

4) Fotoğraf ve yazı en büyük ilgi alanlarımdır. Hayatı fotoğraf kareleriymiş, cümleleri bir roman/şiir/deneme/öykü vb. alıntılarıymış gibi takip etmekten çok büyük zevk alırım. Hele ki fotoğraf makinem yenilendikten sonra fotoğrafın bende takıntı halini almaması beklenemezdi.

5) Aklınıza gelebilecek her şeyi saklama potansiyeline sahibim. Elbise dolabımın üzerinde sayısız ayakkabı kutusu ve normal kutular içerisinde fişler, notlar, mektuplar, şişe mantarları, tokalar, saçlar, boş kolonyalı mendil jelatinleri, boş jelibon jelatinleri, dersanedeki deneme sınavı sonuçlarım, bugüne kadar çeşitli yerlerde çıkmış yazılarımın, fotoğraflarımın olduğu gazeteler/dergiler, boş cd'ler, dolu cd'ler ve daha neler neler... Bit Palas'ı okuduktan sonra saklama takıntımdan ürkmedim değil ancak yine elimde değil, vazgeçemiyorum. Sizin değersiz görebileceğiniz şeylere hatıra yaftası yapıştırmadan duramıyorum.

Kısa maddeler halinde en mahrem şeylerimden bahsettim belki de.
Sobelediğim insanlar; Gözen, Cul&Meng, cevaplarıyla bizi çok şaşırtacağından emin olduğum için 029ur'dur.

Başarılar.

not: finallerim iyi geçiyor sanırım. tek problem uyuyamıyor oluşum. 2 gündür uyumuyorum ve birazdan Bilgisayar finalime girmek üzere okula gideceğim. inanması çok güç ancak Word'de uyduruk bir tablo hazırlamak için -hem uykusuz hem de sabah sabah- onca yolu tepeceğim. finallerden sonra görüşelim. öptüm. stop.

Ocak 15, 2007

Sıtarbaks

Hiç Starbucks tecrübesi yaşamamış biri olarak Starbucks mug'ını ilk gördüğümde "beyaz, üzerinde de yeşil bir amblem falan ne menem bişey ki bu?" diye düşünmüştüm. Hatta onu abimden aşırmak yerine kendi fincanlarımı, kupalarımı daha bi'çok sevmiş içten içe "ahaha salak mug sonunda kalemlik oldun" demiştim.

Fakat geliyorum ve görüyorum ki Starbucks kimileri için çok önemli bir yer. Çok meşhur, çok pahalı, çok ciks mekanı, çok gösteriş delisi tıklımı, çok seveni olan bir yer. Tabii ki içimden keşfe gitmek geliyor. Ancak İstiklal'de önünden geçerken "ıyy tiplere bak puhahah" yaptığım bir yere bugün gidip "pardon teftiş yapacaktım, belki devamlı müşteriniz olurum zira bir hanımefendiden karamel şurubunuz olduğunu duydum, biliyor musunuz ben karamele bayılırım!" demeyi kendime yediremiyorum. Belki de Starbucks'a benimle gidecek bir arkadaş bulamıyorum.

Eğer benimle beraber teftişe gelmek isteyen olursa, söz hesap benden.


not: bu teklife Ankara'da bulunacağım vakitler dahil değildir. Hiç heyecan yapmayın hanımlar.

Ocak 13, 2007

Tam Bir Kar!

Aklında onlarca soru varsa ve bu soruları yanıtlayacak kişileri bulamıyor, onlara ulaşamıyorsa; biraz karnı ağrır önce. Ardından peş peşe sigara içer ve kusacak gibi olur. Oturduğu yerde duramaz; ya ayağını sallar ya ellerini ovuşturur, elleri birazcık da terler hem de buz gibiyken! Otobüste veya metroda yanına oturan iri cüsseli insan tarafından sıkıştırılmış gibi hisseder kendini. Uyuyamaz ya da uyanamaz.

Aklındaki tüm soruları yavaş yavaş soruyor ve aldığı yanıtlar onu tatmin ediyorsa kendine güveni yerine gelmeye başlar. Adımları daha sert ve hızlı, yüzü daha berrak ve tatlı olur. Gözlerinde ben diyeyim flaş patlaması siz deyin şimşek çakması -ki aynı şeyler bence- şeklinde parıltılar vuku bulur. Otobüste veya metroda yanına iri cüsseli biri oturursa dirseğiyle oturan kişiyi ittirir, hakkını arar ve ne olursa olsun alır.

~~~

Tersköşe günlerdir aklındaki onlarca soruya cevap bulamıyor sıkım sıkım sıkılıyor, horul horul uyuyamıyordu. Dün gece sabaha kadar oturup bugün gözünü kırpmadan okuluna geldi. Metroda yanına oturan adam gazetesini okurken onu çok rahatsız etti. Önce dersine girdi birkaç sorunun cevabını orada aldı, diğer sorularıysa koridorda bulduğu arkadaşlarına/öğretmenlerine/asılmış kağıtlara sorarak veya bakarak cevaplattı.
Şimdi Tersköşe tüm sorularından kurtulmuş, Ankara'da kar yağdığını duyunca "tam bir karım!" diyebilecek potansiyelde yola çıkacak, yürürken dinlediği müziğin de etkisiyle ayaklarını yere daha sağlam basacak ve gündüz olduğundan gözlerinde çakan şimşekleri/flaşları göremeyeceksiniz ama onlar hep orada olacak.
Bindiği otobüste yanına iri cüsseli birinin oturmasını diliyor en çok da!

Yok yok, kesin asi bu çocuk.
7 Ocak 2007 tarihinde yazılmış olması muhtemel yazı.

Ocak 10, 2007

15 - 25 Ocak Finaller

Uyuyamadığım geceler birbiri ardına devam ederken yaklaşan final tarihlerimi ajandama geçirdim. Hayatım boyunca hiç bir zaman planlarını, randevularını, sınavlarını ve daha birçok şeyi ajandasına not eden böylece hiçbir şeyi unutmayan/karıştırmayan, her yere vaktinde yetişen biri olmadım. Bu yöntemin sonuçlarını bunca yıl gözledikten sonra biraz da planlı, programlı yaşayan biri olmayı deneyeceğim. Bunun için ilk adımı ttku'nun hediyesi Cadılar Ajandası 'na küçük notlar alarak başladım. Umarım devamı gelir ve sonuçları daha iyi olur zira plansız bir öğrenciyken girdiğim vizelerden sonra hocalarıma "ben şimdi n'apıcam?" diye sorar oldum.
İletişim Bilimi Giriş dersi hocamın yolladığı cevap mailini hep beraber okuyalım ve kara kara düşünmek yerine içimizi ferah tutalım çünkü "I have 15 days to study" ayrıca "46 diye vize mi olur ahahaha" diyenin alnını karışlayabilme potansiyeline sahibim.
"Dear Çağdaş,
The 46 is your vize grade. It is worth 40%.
The final test is worth 60%.
In order to pass you need about 71-72 grade minimum. Come to class tomorrow.
We will be reviewing all material after the vize test.
Listen and take notes. You have 15 days to study. Our test is 25 Ocak.
If you have questions come to my office.
I will write my office hours on the door. See you. And good luck."
türkçe meali: Sevgili Çağdaş vizeden aldığın 46 %40 etkili final ise %60. Yani geçmek için 71'e falan ihtiyacın var. Yarın sınıfa gel faydalı bişeyler yapıcaz. Salak değilsen bence dersi dinle ve not al. Çalışmak için 15 günün var, sınavımız 25 Ocak'ta. Eğer sorun varsa ofisime gel, saatler kapıda yazıyor biliyorsun ki ben bir Amerika'lıyım ve oda yerine ofis kullanıyorum. Si ya! ve bol şans çünkü şansa çok ihtiyacın olacak, bence sen ayvayı yemişsin.

Ocak 05, 2007

Biz Kızı Etkilemeliyim

"Bir kız neden etkilenir?" sorusunun cevabını bilsem şimdiye dek çoktan "bir kız" olan kişiy etkilerdim.
Bu sorunun cevabı bende değil Google'cılar belki yorumcularda vardır...
Ama kızına göre de değişir kimi el yapımı kadehten, kimi lipton ice tea'den, kimi lahmacun dürümden, kimi kareli her şeyden falan..

Ee ne diyorsunuz, neden ya da nelerden etkilenir?

Ocak 03, 2007

Dd

2007'nin üçüncü günü. Sanırım değişen hiçbir şey yok. Noel Baba -çok yaşa- yine ıska geçmiş beni.
Bazen diyorum ne kadar yalnızım. Kimi yeteri kadar anlayabiliyorum ya da kime yeteri kadar kendimi anlatabiliyorum, anlaşılmama izin veriyorum. Ne gerek var bir sürü soru... Hem de hepsi cevapsız! Telefonumda hiç görmediğim "cevapsız çağrı"lar kadar cevapsız her biri. Görmüyorum çünkü sessizde bile olsa titremesini zil sesi bellemiş olan kulaklarım yüzünden anında uçuyorum telefona. Zaten bu da çok nadir oluyor.
Anneannemin "bir" sese muhtaçlığını çok daha iyi anlamak istiyorum ya da başkalarının yüzyıllıkyalnızlıklarını... Anlayışımı açtıkça "anlayacak" insan bulamıyorum.
Ellerimle sarıldığım mermer soğuk, boyanmış gülü yer yer solmuş ve cebime aldığım birkaç taşı dolduruyorum. Gözlerimi kapayıp bir öpücük konduruyorum o taşa, aslında tüm o öpücükler yanağına...
Eğer gerçekten yıldızlardan izliyorlarsa bizi devam etsinler, yok izlemiyorlarsa söylediklerimi işitsinler.
"Ben çok büyüdüm ve seni çok özledim."

Daha yeni başladım, devam edeceğim.