Mart 14, 2006
Sancı
Yüzümü cama yaslıyorum kahvenin suyu ısınsın diye beklerken. Nefesimin camda bıraktığı buğuya çocukluktan kalma alışkanlıkla adını yazıyorum. Sonra soğuğun etkisiyle adın yavaş yavaş ıslanıyor, yine o bulanık buğu kaplıyor her tarafını ama belli belirsiz okunuyor ne yazdığım. Elimle ceketimin ucunu çekiştirip yazdığımı siliyorum, parmak uçlarımla silecek kadar romantik değilim sanırım, ceketimin ucu ıslanıyor, aldırmıyorum. Kahvenin eşlik ettiği kitaba dalıyorum, sayfaları yutarcasına okurken aslında cümlelerin ağırlığıyla başımı ağrıtıyorum. Uzun süre oturunca veya yatınca insan başının ne kadar çok ağrıdığını hissetmez ama bir hareket yaptığında sancıyla kıvranır ya hani işte ben de adını hatırladığımda, yüzünü özlediğimde, sesini hissettiğimde ve hayalinle konuştuğumda aynı sancıyla kıvranıyorum. Üstelik hiçbir ağrı kesici bu ağrıyı dindiremiyor, yazık. Yarattığın acıyla çaresiz uzanıyorum yatağa uykuyla uyanıklık arasında saatlerce debelendikten sonra uyuyorum ve uyanıyorum nihayetinde acım dinmiş oluyor. Sokağa çıktığımda bambaşka biri oluyorum sanki güneşle beraber parlıyorum, her şeyin fotoğrafını çekiyorum, metroda kitap okuyarak arada sırada karşımda oturan çocuğa gülümsüyorum. "Tanrım her şey fazlasıyla iyi" diyorum, "böyle olmamalı bir terslik var". Sonra kendi kendime seviniyorum iyileştiğimi sanıyorum. Ümitsizlik hastalığından kurtulduğumu düşünüyorum. Yanılıyor ve tersliği eve geldiğimde anlıyorum, meğer ben gelene kadar odama sen dolmuşsun, sen odamda olmaktan çıkmış, odam olmuşsun. Kapıyı açar açmaz aynı sancıyla kıvranmaya başlıyorum ve nafile bütün çabam bir daha geçmeyecek, benim düzenim düzensizlik biliyorum.