Mayıs 24, 2006

Kara Melek İstanbul

Eşyalarım duruyor şimdi yatağın üzerinde. Kaç valiz veya kaç bavula sığarlar onu tartışıyoruz sürekli. Bana kalsa -hani o reklamdaki gibi- yanıma hiçbir şey almadan çekip gideceğim ama sanırım ailem "kokuşma"mı istemediği için diretiyor. Belki de ben diretiyorum onlar yanına fazla eşya alma diyor. Bu konunun doğrusunu asla öğrenemeyeceğiz ne kadar acı değil mi? Hayır değil. Hayatta hiçbir şey acı değil. Lütfen artık Serap Ezgü modumuzdan çıkalım Pakize Suda moduna girelim. Bahar geldi derken bitti, yaz geldi yahu. Bakın göreceksiniz öyle daha çok iş yapacağız. Bütün dünya pozitif olsun diyoruz kim önümüze çıkabilir desem ne kadar saçmalamış olurum değil mi? Bakın Deniz'e aylardır öylece aşık ve problemsiz bir Deniz'di şimdiyse herkes O'nu konuşuyor. Sokaklarda insanlar "abi Deniz'in nesi var?", gazetelerde manşetler "Deniz, neyin var bugün?"...
Bu arada bilmem fark ettiniz mi Kara Melek Yasemin'imiz aslında ölmemiş! Aylardır Aliye'nin vücudunda yaşıyormuş. Bu akşam İkbal Hanım'a bakışlarını görüp, "tıs"layarak konuşmasını duyduktan sonra artık iyice eminleştim. Hem zaten Aliye dediğin nedir ki? Sümsük bir kadın. Oysa Yasemin öyle miydi? Değil Saylan ailesini sülaleyi yerinden oynatıyordu, hay gözünün yeşilini sevdiğimin kadını... Bakın öyle komik ki Ece Uslu'nun dizideki adını dahi hatırlamıyorum. Öyle pozitif, öyle silik insan olacaksam hiç olmayayım daha iyi. Sormak istiyorum ey okuyucularım hanginiz Kara Melek'in müziği eşliğinde suç işlemediniz veya suç işlemeyi cazip görmediniz? Yoksa siz Sinan'vari çocuklardan mıydınız? Öyleyse hiç durmayın, kaçıp gidin buradan. Çünkü bu satırları yazan kişi hiçbir gün "sevdim dedin, hiç sevmedin. Sen kimleri mahvettin Kara Melek?" sözlerini tekrarlamadan uyumuyor. Nahit, her neredeysen ortaya çık ve Yasemin'i Sinan'dan kurtar.
Neyse bu kadar Aliye ve Kara Melek muhabbeti yeter. Her şeyin fazlası zarar aşırısı bayar.

***

Gelelim biraz da benim hayatıma... Masamın üzerinde biletim duruyor; gidiyorum ben hoşça kal, evet. Perşembe sabahı 11'de kalkıyor otobüsüm ardından ver elini İstanbul. Staj ayarlandı, iş ayarlandı, kalacak yer ayarlandı, baba ayarlandı, "evet var mı başka engel?" benim yeni duruşum. Hatta savaş esnasında gözüme girmesin diye bugün gidip saçlarımı kestirdim. İyice, kısacık. Bu hali hiç güzel olmadı bu yüzden boşuna ısrar etmeyin imzalı fotoğraflarımı şimdilik yayımlamak istemiyorum. Belki bir 10 gün sonra falan, hal ve hareketleriniz bu süreci uzatabilir ya da kısaltabilir unutmayın!
Berber koltuğuna oturduğumda saçlarını kestiren Kahraman kadar karizma olmayacağımı biliyordum. "Benim süperliğime değil işime odaklansınlar" mantığı ya da saçmalığı da aklımı çelmiş olabilir. Evet kestirmiş bulundum ve yapacak bir şey yok. "Yapacak bir şeyi olmadığı halde üzülen insanlardan mı olacaksın terskose?", asla! Ben, ben ve ben... Tanrım öyle çıldırtıyorsun ki beni! Neyse. Bir süre aynalara uzak, suya yakın yaşıyoruz ve 10 gün içerisinde saç dediğin şey -nihayet- uzuyor.

(bu post çok dağınık oldu -yatağımın üzeri gibi- sanırım toparlayamayacağım, hemen bağlayıp bitirelim)

Eveeet, ne getireyim size İstanbul'dan?