Şubat 06, 2006

Sevgililer Gölü ve Dağınık Masam

Gün tüm sakinliğiyle başlıyor. Dışarda hafif bir yağmur ve sis var. Bir çökse göz gözü görmeyecek ama izin veriyor. Gözlerim en arabesk biçimde "görmeyeyim bi daha" diyor. Çünkü etraf aşktan kudurmuş sevgili kaynıyor. 14 Şubat sevgililer için geliyor. Reklamlar dönüyor, mağazalar hazırlanıyor. Sevgililer ne alsam telaşı yaşıyor içten içe meraktan çıldırıyor. Herkes sevgilisinden minicik de olsa bir hediye bekliyor. Bu günü her zaman yalnız geçirdim. Yine yalnız geçireceğim. Eller tutulacak etrafımda ben ellerim ceplerimde yürüyeceğim. İçimi Paris'teyim hissi kaplıyor -sanki Paris dışında aşk yaşanmıyor-. Gözümün önüne Gülşen Bubikoğlu'na kırmızı boyayla "seni seviyorum" yazıp yere oturmuş ve tüm gece yazısının bekçiliğini yapmış Tarık Akan sahneleri geliyor. Yeşilçam artık hep aynı filmleri veriyor. Hayat "ah nerede vah nerede" edasıyla sürüp gidiyor. Okula vardığımda hazırlık sınıfı öğrencileri -yani biz- sınıfımızı, notlarımızı, devamsızlığımızı öğrenmek için Yabancı Diller Binası'na akın etmiş oluyor. Kargaşada anlayabildiğim kadarıyla %75 başarılı olduğumu öğreniyorum. Anneme söylüyorum eve gelince "daha çok çalış" diyor. "Ööf amaan" çekiyorum, dönüp gidiyor. Odama girip masama kuruluyorum masam dağınık hiç toplanmıyor. Diş macunum ve sigaram yan yana durup tezatlık yaratıyor, bir kitap okunmayı bekliyor, bir telefon -ki Siemens'in çıkarttığı en dandik telefondur bence- hiç çalmıyor susuyor, küllükte bir sigara yanıyor, kahvem soğuyor. Ne kadar sıkılıyorum, ne kadar sıkıcıyım diye düşünüyorum. Sevgililerden nefret edip onları kıskanıyorum. Bunu itiraf edebiliyorum. Rakı kadehine dolsam ve başlasam "ben yalnızım, ben yalnızım" ölürüm hasretinleciler kadar meşhur olabilir miyim acaba?..