Şubat 12, 2006

İstanbul

Aylar önce bilemezdim oturduğum bu yere çakılmış gibi kalacağımı. Oysa hep gideceğim sanıyordum ben. Herkese "biliyor musunuz ben gidiyorum" diyordum. Ne zaman bi'şeyi çok istesem o olmaz. Bildiğim halde söylüyordum çekinmeden. Çünkü "kırk kez söylersen olur"uda bildiğim için kendi kendimle çelişiyordum. Televizyonda ne zaman orayı görsem anneme veya babama dönüp "size bol bol fotoğraf yollarım" diyordum. Annem gitmemi istemiyor, belli ediyor babamsa hep susuyordu. Suskunluğunda gizliydi bir çocuğun hayallerini yıkması gerekliliği ve isteğimde gizliydi yaşayabileceğim tek yerin şehri. Gitmem için gereken her şeyi yaptım, yaptığımı sandım. "Gidersen"le başlayan cümleler duyduğumda gözümden akan yaşlar bir şeyi değiştiremezdi artık. O yaşları bir yere satıp "baba al bu paralar senin beni gönder" diyemezdim. Hayata küsmeyi yeğledim. Sigarayı günde iki pakete yaklaştırdım, gülerken ağlamayı öğrendim daha da öncesinde taş olmayı öğrendim. Kıpırdamadan durup düşünmeyi, saatlerce öylece kalabilmeyi öğrendim. "Geçer, unutursun" dediler ve ben hiç geçmeyeceğini, unutamayacağımı öğrendim. Tabelasını gördüğümde veya köprü üzerindeyken kendimden geçtiğimi ve sudan çıkmış balık gibi bir sağ cama yapışıp bir koridordan, sol camdan gözüken manzarayı ne kadar sevdiğimi keşfettim. Onlar hiç bilmediler, bilseler de gönderemediler ama ben bu gece İstanbul'a ait olduğumu hissettim. İstanbul, seni çok özledim...