Eskiden sabahları kalbimde bir ağrıyla uyanırdım. Acı verdiği kadar tatlı gelen bir ağrıydı o. Hem vazgeçmek istiyordum hem hiç gitmesin... Garipti, sonsuza kadar sürecek sanmıştım. Bitti. Daha önce hiç sevgimi yok etmek için uğraşmamıştım. Zaten birçok şeyi de bu aşkla yaşamıştım. Bilmiyorum adına aşk denilebilir miydi? Ben dedim, oldu. O bitmesini istedi, bitti. Güzel bir söz var "olmayacak duaya amin denmez" diye. Olmayacak bir duaydı amin demedik biz de. O günlerde öğrenmiştim birine sevgiyle bağlanmanın, kendi hayatını onunla çakıştırmaya çalıştırmanın, pes etmeden yaşamanın önemini. O günlerden bana kalan pek çok hatıra var ve ben hiçbirini söküp atmak istemiyorum. Önemli olan da bu zaten galiba. Beni en çok üzen de oydu en mutlu edebilen de. Bir insan bir başkasının hem meleği hem şeytanı nasıl olabilirse... Ama o kadar çok yaralanmış ve yorulmuşum ki başımı kaldırmayı unutmuşum. Eğmişim önüme yoluma devam etmişim. Şimdi başımı kaldırıp etrafıma baktığımda kimse yok, yalnız kalmışım. Yüzünde aptal bir tebessümle yalnız kalmış bir ben. Hiç de yabancı gelmiyor bana. Aynada görmeye alıştım ne de olsa...
//
Biraz sonra Ihlamurlar Altında başlayacak. Aşkın karmakarışık olduğu bir dizi bu. Ara sıra izliyorum, izlediğim zamanlarda bağıra bağıra ağlamak istiyorum. Üzerime çok garip bir hüzün çöküyor. Hem yalnızlığımı hem kalabalıklığımı hatırlatıyor bu dizi. Belki de izlememeliyim. Zaten Çemberimde Gül Oya'nın yerini hiçbir dizi tutmuyor. Yine de izlemeye gidiyorum biraz daha hüzünlenmek için. Çok ihtiyacım var ya sanki...
Ihlamurlar altında yapayalnızım...