Şubat 28, 2006

Plum&Terskose Zirvesi

Bugün -nihayet- Plumprune ile tanıştık. Tam derse başlayacakken kapıya gelip kafasını uzattı. O bana bakıyor ben ona. Bir şeyler söylüyor "evet, evet benim" diyorum. Sonra tenefüste kapının önüne çıkıp onu bekledim. Bir "break"i beraber geçirdik. O sigara içti ben bıraktığımı söyledim. Beni çok sevdi, onu çok sevdim. Çok şeker bi'şey olduğumu söyledi. Yazılarımı beğendiğini söyledi. Pohpoh perisi gibiydi. Kordon'a gideceğiz plum, cul, pireli ve ben birgün. Süperdi. Yaşasın!

Şubat 26, 2006

Gulshen Falan Oldum

Hepimizin beğenerek (!) izlediği, severek (!) dinlediği eskinin Gülşen'i şimdinin Gulshen'i yeni bir albüm çıkartmış. Adını da "Yurtta Aşk Cihanda Aşk" koymuş. Bunun nedeni de Atatürk'ü çok sevmesiymiş. Aklım almıyor neden insanları mezarlarında dahi rahat bırakmazlar? Bu arada yurtdışına açılmayı sokakta gezmek kadar kolay sanan ünlülerimizden biri de bu kızcağız olmuş ve bu yüzden, okunuşu kolay olsun diye adını Gulshen yapmış, kendisi öyle diyor. Oysa ki 4-5 ay önce -idi sanırım- gazetede isim hakkının başkası tarafından satın alındığını ve adını kullanarak albüm yapayamayacağını okumuş, üzülmüş dövüne dövüne ağlamış falandım. Neyse eğer Atatürk yaşıyor olsaydı ve bunları görüp duysaydı eminim mezarda olmayı yeğlerdi. Aşk dediğimde benim gözümde bir albümüyle Jennifer Lopez bir albümüyle Shakira olan bir kız canlanmıyor. Daha duyguya yönelik resimler geliyor aklıma, sizi bilemem tabii. Bence hazır iyice abartmışken bu albümün adı "Yurtta Seks Cihanda Seks" falan olmalıydı. O zaman Atatürk sevgisini daha da iyi anlatabilirdi Gülşen. En büyük rakibi de Hande Yener değil Gülşen'miş. Hem yurtdışına açılıyor hem kendini bir başkası sanıyor vah vah yazık oldu Gülşen'e. Pardon Gulshen diyecektim! Daha neler göreceğiz acaba..?

Ne bu şimdi?

Pili bitmiş saatin tik-tak'ı kadar imkansız.

Şubat 24, 2006

Ihlamurlar Altında Yalnızlık

Eskiden sabahları kalbimde bir ağrıyla uyanırdım. Acı verdiği kadar tatlı gelen bir ağrıydı o. Hem vazgeçmek istiyordum hem hiç gitmesin... Garipti, sonsuza kadar sürecek sanmıştım. Bitti. Daha önce hiç sevgimi yok etmek için uğraşmamıştım. Zaten birçok şeyi de bu aşkla yaşamıştım. Bilmiyorum adına aşk denilebilir miydi? Ben dedim, oldu. O bitmesini istedi, bitti. Güzel bir söz var "olmayacak duaya amin denmez" diye. Olmayacak bir duaydı amin demedik biz de. O günlerde öğrenmiştim birine sevgiyle bağlanmanın, kendi hayatını onunla çakıştırmaya çalıştırmanın, pes etmeden yaşamanın önemini. O günlerden bana kalan pek çok hatıra var ve ben hiçbirini söküp atmak istemiyorum. Önemli olan da bu zaten galiba. Beni en çok üzen de oydu en mutlu edebilen de. Bir insan bir başkasının hem meleği hem şeytanı nasıl olabilirse... Ama o kadar çok yaralanmış ve yorulmuşum ki başımı kaldırmayı unutmuşum. Eğmişim önüme yoluma devam etmişim. Şimdi başımı kaldırıp etrafıma baktığımda kimse yok, yalnız kalmışım. Yüzünde aptal bir tebessümle yalnız kalmış bir ben. Hiç de yabancı gelmiyor bana. Aynada görmeye alıştım ne de olsa...
//

Biraz sonra Ihlamurlar Altında başlayacak. Aşkın karmakarışık olduğu bir dizi bu. Ara sıra izliyorum, izlediğim zamanlarda bağıra bağıra ağlamak istiyorum. Üzerime çok garip bir hüzün çöküyor. Hem yalnızlığımı hem kalabalıklığımı hatırlatıyor bu dizi. Belki de izlememeliyim. Zaten Çemberimde Gül Oya'nın yerini hiçbir dizi tutmuyor. Yine de izlemeye gidiyorum biraz daha hüzünlenmek için. Çok ihtiyacım var ya sanki...
Ihlamurlar altında yapayalnızım...

Sigara

Sigarayı bırakalı bugün 5 gün oldu. 5 gündür tek sigara içmedim. İlk iki gün sürekli yanmayan sigaraları içiyormuşum gibi yaptım. Halim gerçekten çok komikti. Artık gerek duymuyorum ona. Fakat çok öksürmeye başladım. Ciğerlerim temizlenene kadar sürermiş bu öksürük. Sigarayı
bıraktım derken insanlara kendim bile inanmıyorum aslında. Ben sigarayı severdim o da beni. İnsan kendine zarar vereni her zaman
manyakça sever sanırım. Ya da ben öyleyim, ben insan değilim... Birgün tekrar başlayacağımı bildiğim için bırakmak değil de ara vermek gibi bi'şey benimkisi. Saat 12 de sınavım var daha sonrasında kontrol edilecek ödevlerim var ve ben hiçbir şey yapmadım. Geldim burada blog yazıyorum. Bari Jelatin'in sobesini alsaydım.
Bu arada sanırım taşınmamız gerekecek. Annem taşınmayı sevmediği için büyü yapar gibi "inşallah" diyerek hemen ardından "satılmaz" dedi.
Bizim evi satın almak isteyen varsa fiyatta anlaşabiliriz?

Şubat 23, 2006

Belediye Eksi


mtlda ile "bardacık ve incir", "andaç ve yıllık", "çamaşır suyu ve klorak" ikilemlerini tartışırken bir yandan da Belediye'nin vereceği bursları düşünüyordum. Bi'çok arkadaşım "bana burs çıkıcak oh, kredi kartımla ödeyeyim" diye düşünerek limitleri şişirdi de şişirdi, kimileri borç aldı "15'inde bursu alınca veririm" dedi. Ama o burs hiç gelmedi. Okulda Haziran'da 900ytl verileceğine dair şehir efsaneleri dolaşıyor. Bazı öğrenciler tefeci konumunda köşe başlarında bekliyor, borç takmış olanlar duvar diplerinden sürüne sürüne dersine gidiyor. Kredi kartları sıralara konmuş "ne yapıcam ben ya?" der gibi bakılıyor. Öğrencilik zor tabii de, belediyeden gelecek 100 ytl bursu bekleyen öğrencinin hali daha zor. Mesela benim tek derdim babamın arada sırada sorması "belli değil hala" diyorum, susuyor. Dün konuştuğumda bu ay sonunda belli olacak demişlerdi. Umuyoruz öyle olur. Burs nedir diye düşünüyorum öğrenciye okurken yardımı olması gereken para diyorum kendi kendime. Okul biticek nerdeyse hala para verecekler. Ben büyüyünce burs vereceğim. Okulumuzda neredeyse "burs cinayetleri" işlecek. Muhteşem belediyemizin hanesine yazılan güzel bir eksi olsun bu da. Ah be İzmir gelişirken bir taraflarını eksik bırakmasan ölürsün değil mi?!

Şubat 21, 2006

Vega Konserinin Ardından Gelen Hastalık

Hayatım boyunca bulunduğum şehirde gerçekleşecekse kaçırmayacağım iki konser vardır: Şebnem Ferah ve Vega. Cuma günü Vega konseri vardı, kaçırmadım. Ön grup Anemi çıkmıştı biz gittiğimizde biraz bekledik, performans olarak iyiydiler ama hep cover çaldılar bir tek "T.A.K." diye bir şarkı söylediler -ki onların sanırım- bu şarkıda izleyici coştu da coştu. Sular durulmadan Dorian'ı beklerken K-9'la sahneye Vega geldi. Konseri arkadan izlemeyi planlıyorduk ancak sahnede mikrofonla adımı soyadımı söyleyince Deniz öne gittik. -nasıl hava atıyor tanrım çok matah sanki- 1,5 saat kadar sahnede kaldılar. Ooze malum rezaletti, iğrenç ve tiksinçti. Havasızlık ve sigara dumanı almış başını gitmiş, izleyicilerin olduğu kadar Deniz'inde gözlerini yaşartmıştı. Sahne yüksekti problem yaşadık yoksa hep beraber söyleyebilirdik. Bence olağanüstüydü performansları ama o geceki Vega'ya yakışacak hak edecek bir kitle değildi karşılarındaki. İstisnalar kaideyi bozmuyordu değil mi? Hepsi her zamanki gibi çok içten ve samimiydi ayak üstü röportaj bile yapacaktık. Kısacası konseriyle, sonrasıyla leziz bir konserdi afiyet aldık, tadı damağımıza yapıştı Mart'ta görüşeceğiz. Vega'ya teşekkürler bir kez daha...

Not: Pek sevgili mtlda ve Jelatin size kalbimin en güzel yerini kırdığınızı bildiriyorum. Hastayım diyorum "konser?" diyorsunuz. Hastaya konser demek yeni adet mi? Siz hasta olun da ben de size geçmiş olsun demeyeceğim intikam çığlıkları arasında "ee konser?" diye soracağım. Geçti zaten öyle olsun, o ye papucumu ye.

Şubat 20, 2006

Mola Gibi

Çok yorgun, bitkin ve hastayım. Kendime gelene kadar... Görüşürüz.

Şubat 17, 2006

Hımm

Uçuğum var diye konsere gitmeyecek değilim herhalde.
Hıh! Orada olacağım demir ağlarla örülüyor İzmir ama son metro 00.00'de bakalım...

Şubat 15, 2006

Avril'li Uçukal Enfeksiyon

Cuma günü Vega konseri var. Dün gece konseri düşünerek uyumaya çalıştım yattığımda 1.30 uyuduğumda 3.00 civarıydı. Uyku problemi çekiyorum yattıktan sonra yaklaşık 2 3 saat uyuyamıyorum. Bu problemin hangi doktorun ilgi alanına gireceğini düşünmüştüm en son gerisini hatırlamıyorum dalmışım. Ama ne dalmak dalmaz olaydım, bir kabuslar bir rüyalar 6'ya doğru sıçradım ve sandalyemde Avril Lavigne'in oturduğunu gördüm, tabii ki gözümü Türkan Şorayvari kırpıştırınca kayboldu ve ben de rahat rahat uyumaya devam ettim. Ancak sabah kalktığımda durum pek parlak değildi. Sol alt dudağımın hemen altında bir kaç şişlik bir araya toplanmakta ve "hadi birleşip uçuk olalım" demekteydi. Evdeki Zovirax bitmişti ve Asiviral'in 1 haftada geçireceği söyleniyordu. Zaten uçuk dediğin şey de kendiliğinden geçer 1 haftaya maksat konserde olmasın. İstemiyorum. Yani bir anlaşma olsa tek şartım cuma gecesi gidin sonra geri gelin ailecek yerleşin falan olacak ama... Okuyucular var mı bildiğiniz çok çok etkili ilaçlar veya "bak şimdi sarmısak sür" tarzı tavsiyeleriniz? Hepsini uygulamaya hazırım, lütfen ya yorumla bildirin ya da mail atın -adres yan tarafta- yardımınıza en çok şimdi ihtiyacım var. Şimdiden teşekkür ediyorum. En kötü ihtimalle küçük yarabantlarından yapıştıracağım konserde. Of ki ne of! Ters olmasa bi'şey dişimi kıracağım, ciddiyim.

Şubat 14, 2006

Yalnızlar Günü Mü Var Sanki?

Durum ne kadar vahim. Hayatımın merkezine birini koyup dünyayı boşlamayı özlemişim, birine hediyeler almayı ve saatlerce onu düşünmeyi de tabii. İnsan yalnız geçirince sevgililer gününü bitmesi için dua ediyor. Her yer çiçekçi dolmuş, sevgililer günü hatrına aşklar başlıyor. Tanrım bugüne uyanmamış olmayı ve tüm günü uykuda geçirmeyi dilerdim. Romantiklikten kırılıyor insanlar. 525 adını verdiğimiz ölüm makinesi okul otobüsümüzde bile herkes sarmaş dolaş. Erkeği -benim tabirim değil- demire tutunan kız sevgilisine dolanıyor. Gözümün önü vıcık vıcık sevgili kaynıyor. Bana düşen yalnız arkadaşlarımı gaza getirip dedikodu yapmak değildi aslında. Gaza getirilenlerden oldum ve kendimi bir yandan tırnaklarımı yerken diğer yandan da "çocuk çok çirkin", "kıza bak ne yılışık" muhabbeti yaparken buldum. Durum cidden vahim. Eve geliyorum annem yalnızlığımın bunalımından kurtulmam için köfte patates kızartıyor. Normal zamanda yalvarsan anca yapan insan bugün kendiliğinden sevdiğim yemekleri pişiriyor. İnternete giriyorum sitelerde kalpler, güller resimler uyuz oluyorum. Abim muhtemelen sevgilisiyle birlikte, annem heyecanla babamı bekliyor ve ben, ailenin yalnızı bir kedim bile yok. Gün batıyor diye seviniyorum ben ama gün aslında bitmiyor. Barlara, ortamlara akılıyor. El eleyken eller havaya yapılıyor veya ulu orta öpüşülüyor. Normal zamanda kız arkadaşımla sarılmış yürürken gören teyzeler "başımıza taş yağacak valla" derken bugün etrafındakilere "maşallah, ay ne güzeller" diyerek bakıyor. Winamp'ta "Günaydın Sevgilim" çalmasın diye listeden siliyorum. Aşksız şarkılar dinliyorum gezegen x'te sevgililer günü kutlanır mı acaba? Evet, bugün yaşanmadı böyle bir gün aslında hiç olmadı. Bünye bu kadar sapıtmadı ve ben aslında uyanmadım, sadece kabustu. Kabus!

Şubat 13, 2006

Melissa P.'li Sabah'lar

Hiçbir zaman Hürriyet'e alternatif olarak Sabah'ı görmedim, almadım. Hürriyet yoksa ya Milliyet ya Radikal aldım. Ancak dün birisi Sabah almış ve salona bırakmıştı. Bana göre gerçek gazetesiyle ekleri arasında bir fark olmayan Sabah'ı eğlenirim diye "Pazar" ekinden okumaya karar verdim. Ön sayfada Melissa P. adlı zat manşet olaraksa: "Birol Ünel'le sevişmek isterim" vardı. Röportajı okumaya geçtim, okudukça gerildim, gerildikçe sinirlendim. Kendi ülkesinde hayat veya ölüm hakkında yazmadığı için "yazar" olarak görülmediğini düşünen Melissa P.'ye göre kitaplarını okuyanların okurken mastürbasyon yapmalarında bir sakınca yoktu. Öyle ya kitaplarının okunma amacı "tatmin olmak"tı. Yazılma amacı da buydu sanırım. Hergün Türk erkeklerinden 30 mail aldığını ve bu maillerin "becermek" üzerine kurulu olmadığını aksine sahilde el ele yürümek gibi romantik fikirler içerdiğini söylüyordu röportajda. Eminim Türk erkeklerinin tek amacı Melissa'yla sahilde el ele yürüyüp ona güzel aşk sözcükleri fısıldamaktır -Tanrım çook romantiik-. Ülkemizde de kitapları satış rekorları kıran bu kişinin kitaplarını okuduktan sonra bizimkilerde *!?*'+*! isteği değil de Romeo&Juliet fikri uyanıyor. Ne gelişmiş, ne olgunlaşmış, her zevke doymuş milletiz ki pornografik kitaplardaki romantizmi bile yakalayabiliyoruz. Röportajındaki bir diğer inci olan Nazım Hikmet'i okuma isteğine gelince söyleyecek tek sözüm adamın kemiklerini rahat bırakmasıdır. Bu eve bir daha Melissa'lı veya Melissa'sız Sabah sokan insan da hayattaki en büyük düşmanlarımdan olacaktır.

Şubat 12, 2006

İstanbul

Aylar önce bilemezdim oturduğum bu yere çakılmış gibi kalacağımı. Oysa hep gideceğim sanıyordum ben. Herkese "biliyor musunuz ben gidiyorum" diyordum. Ne zaman bi'şeyi çok istesem o olmaz. Bildiğim halde söylüyordum çekinmeden. Çünkü "kırk kez söylersen olur"uda bildiğim için kendi kendimle çelişiyordum. Televizyonda ne zaman orayı görsem anneme veya babama dönüp "size bol bol fotoğraf yollarım" diyordum. Annem gitmemi istemiyor, belli ediyor babamsa hep susuyordu. Suskunluğunda gizliydi bir çocuğun hayallerini yıkması gerekliliği ve isteğimde gizliydi yaşayabileceğim tek yerin şehri. Gitmem için gereken her şeyi yaptım, yaptığımı sandım. "Gidersen"le başlayan cümleler duyduğumda gözümden akan yaşlar bir şeyi değiştiremezdi artık. O yaşları bir yere satıp "baba al bu paralar senin beni gönder" diyemezdim. Hayata küsmeyi yeğledim. Sigarayı günde iki pakete yaklaştırdım, gülerken ağlamayı öğrendim daha da öncesinde taş olmayı öğrendim. Kıpırdamadan durup düşünmeyi, saatlerce öylece kalabilmeyi öğrendim. "Geçer, unutursun" dediler ve ben hiç geçmeyeceğini, unutamayacağımı öğrendim. Tabelasını gördüğümde veya köprü üzerindeyken kendimden geçtiğimi ve sudan çıkmış balık gibi bir sağ cama yapışıp bir koridordan, sol camdan gözüken manzarayı ne kadar sevdiğimi keşfettim. Onlar hiç bilmediler, bilseler de gönderemediler ama ben bu gece İstanbul'a ait olduğumu hissettim. İstanbul, seni çok özledim...

Şubat 11, 2006

Yağmur Dursun Zaman Değil

Sürekli yağmur yağıyor. Hiç durmuyor sanki. Perdeyi ne zaman aralasam camda kayan damlaları görüyorum. Hava hep karanlık sanki hep gece gibi. Bu hüzün, bu ıslaklık, bu kasvet bana tek bir şeyi hatırlatıyor; sonbaharı. Yerde yapraklar yok belki, çoktan çürüyüp toprak oldular hepsi. Ama bu hava iyiye işaret değil. Her damla içimi eritiyor sanki. Kalbim şekerden yapılmış gibi, ıslandıkça eriyor, eridikçe kayboluyor.

//

Bir çocuk var dışarıda, gizlenmeye çalışıyor saçak altlarına. Korkma demek istiyorum O'na. Bırak yağsın yağmur sana, yağsın ve unuttursun mevsimsiz sonbaharları. Bir tek isimsiz gözleri kalsın aklında ya da su birikintisinden sıçrayan kelimeleri çamur kıvamında...

Şubat 10, 2006

Placebo

Placebo yeni albüm çıkarttı: "Meds". Albümde "Post Blue" adlı bir şarkı var. Dinleyin, özellikle introdayken bir şeyi hatırlayacaksınız, bir şarkıyı, birkaç film karesini ve bağıra bağıra "senden başka senden başka olamam ben başkasıyla"yı söylemeye başlayacaksınız. Ya kulaklarım beni yanıltıyor ya da benziyor, evet. "Heey Placebo çalmış, araklamış, hırsızlanmış, gebertin Brian ve diğerlerini!" yapsak olmaz değil mi Antişebo beyinli,kişiliksiz ve kendini sinekten daha değerli sanan insancıklar?! Sinir harbine geldim, pardon.

Şubat 08, 2006

Kıssadan Hisse

Kendini sen bile anlayamıyorken buz gibi ekranların ardına saklanmış buz gibi insanlara kendini anlatmaya çalışman neye yarar? Sarılsan ısındığın varken sarıldığında üşütecekse karşındaki konuşman neye yarar? Sen konuştuğunda gülüyorsa, kelimelerini kalp kırmamak adına tutuyorsan, çimen yerine duvar olmaya alışmışsan çarpıya basman neye yarar? Hayatın çarpısını bulamıyorken hem de...

Şubat 06, 2006

Sevgililer Gölü ve Dağınık Masam

Gün tüm sakinliğiyle başlıyor. Dışarda hafif bir yağmur ve sis var. Bir çökse göz gözü görmeyecek ama izin veriyor. Gözlerim en arabesk biçimde "görmeyeyim bi daha" diyor. Çünkü etraf aşktan kudurmuş sevgili kaynıyor. 14 Şubat sevgililer için geliyor. Reklamlar dönüyor, mağazalar hazırlanıyor. Sevgililer ne alsam telaşı yaşıyor içten içe meraktan çıldırıyor. Herkes sevgilisinden minicik de olsa bir hediye bekliyor. Bu günü her zaman yalnız geçirdim. Yine yalnız geçireceğim. Eller tutulacak etrafımda ben ellerim ceplerimde yürüyeceğim. İçimi Paris'teyim hissi kaplıyor -sanki Paris dışında aşk yaşanmıyor-. Gözümün önüne Gülşen Bubikoğlu'na kırmızı boyayla "seni seviyorum" yazıp yere oturmuş ve tüm gece yazısının bekçiliğini yapmış Tarık Akan sahneleri geliyor. Yeşilçam artık hep aynı filmleri veriyor. Hayat "ah nerede vah nerede" edasıyla sürüp gidiyor. Okula vardığımda hazırlık sınıfı öğrencileri -yani biz- sınıfımızı, notlarımızı, devamsızlığımızı öğrenmek için Yabancı Diller Binası'na akın etmiş oluyor. Kargaşada anlayabildiğim kadarıyla %75 başarılı olduğumu öğreniyorum. Anneme söylüyorum eve gelince "daha çok çalış" diyor. "Ööf amaan" çekiyorum, dönüp gidiyor. Odama girip masama kuruluyorum masam dağınık hiç toplanmıyor. Diş macunum ve sigaram yan yana durup tezatlık yaratıyor, bir kitap okunmayı bekliyor, bir telefon -ki Siemens'in çıkarttığı en dandik telefondur bence- hiç çalmıyor susuyor, küllükte bir sigara yanıyor, kahvem soğuyor. Ne kadar sıkılıyorum, ne kadar sıkıcıyım diye düşünüyorum. Sevgililerden nefret edip onları kıskanıyorum. Bunu itiraf edebiliyorum. Rakı kadehine dolsam ve başlasam "ben yalnızım, ben yalnızım" ölürüm hasretinleciler kadar meşhur olabilir miyim acaba?..

.

Ottan adam.
Hadi eyvallah.

Şubat 05, 2006

Blog

Masamda "oh be nihayet" dedirten bir kitap var. Hayret edilecek durum 17 ytl'ye almış olmam. "Fiş almayacağım" dediğimde 17,5 dedi, "buçuk da neymiş" diyecek kadar yüzsüzdüm. O vatan haini değil. Bugün yağmur yağdı süper bir şemsiye açtık. Ben fotoğraf çektim. Güzel bir gündü, kötü bir dündü. Yarın da okul açılıyor, pazar gününden ütülenen önlük kokusunu özledim.

Şubat 04, 2006

Şarkılar

Eskiden bir masada otururduk biz. Mutfakta dururdu masamız etrafında koltukları vardı. Koltuklar masayla aynı ahşaptandı. Sırt kısımları açılır, içine poşet falan konurdu. Sonra çay demlenirdi. "Petibör" bisküvi verilirdi çayın yanına. Abim onları hep çayın içine sokar öyle yerdi. Ben de öyle yapmak isterdim. O isteğimi görür "daha çok beklet daha güzel olur" derdi. Daha çok bekletirdim, bisküvi erirdi, bardağın dibine çökelti olurdu, çay bulanırdı. Ben ağlardım, abim susardı.

Şubat 01, 2006

Yalnızım

Neden böyle oldum diye sordum az önce kendime. Yanıt yok hala. Daha küçücükken ölmez insan. Ortada ne tamamlanmış bi masal var ne de kaybolmuş yıllar. Gerçekten küçücüğüm daha. Hani çok büyüdüm aslında evet. Sert çıkabilirim, sonunu düşünmem, git deseler çeker giderim doğru. Ancak yine de küçüğüm daha galiba. Mesela bilmezdim kedi yavruları gibi ilgiye ihtiyacım olduğunu yine bilmezdim aranmayı bu kadar çok isteyeceğimi. Günlerdir sessizliğiyle kulaklarımı yakan bir telefonum var. Duvardan duvara çarpmam neye yarar? Eskiden biz arardık birbirimizi -arayacak birileri vardı, arayacağım birileri vardı- ben vapura binerdim falan çimlere uzanırdık. Yandaki fotoğrafı o günlerden birinde çektim hatta. Şimdi hayat insanı oldum sanki. Boş olmak hoşuma gitmiyor ait olduğum yerden hoşnutsuzum hep. İçimde buraya ait değilim hissi gözlerimi çeviriyorum saat yönünde çay bardağında karışan kaşıkla beraber. Bilmezdim kelime oyunlarını bile özleyeceğimi. Yalnızlığın kalıcı olduğunu da. Neyse en azından o var yanımda. Nerden geldiğini bilmesem de br cesaret var dudaklarımda. Oyundan uzak, yalandan arınmış, içinde taşıdığı anlamı bağıran bir kelime iliştirmişim dudaklarıma; "yalnızım" .