Ocak 06, 2010

daha uzun nefesler alıp verdiğim zamanlar bunlar. şarabı kadehte unuttuğum, kitabın sayfasından çok daha ötede bir noktaya gözümü dikip dakikalarca hiçbir şey yapmadan oraya bakarak durduğum zamanlar mesela.
kocaman aynalı, mavi beyaz taşlarla kaplanmış küçük pencereli bir banyoyu düşündüğüm otobüs yolculukları aslında. kendimi her sabah aynadan alıp her gece dişlerimi fırçaladıktan hemen sonra yine aynı yere, aynaya bıraktığım el alışkanlıkları ya da.
kelimelerin kökenlerinden öte, kelimelerin harflerinden öte, kelimelerin söylenişlerinden en çok da yazılışlarından yazılışlarından ve yazılışlarından öte, hissettirdiklerinin önem kazandığı zamanlar. suskunluk anları.
birbirimize çok kızdığımız ve günümüzün kötü geçmesine sebep olduğumuz bir anı geride bırakıp zamana bırakıp her neyse geçmesi gereken ona bırakıp günler sonra tam da bugün karşılaştığımızda sımsıkı sarılıp öpüştüğümüz anlar aslında. ya da ellerinin ellerimi tuttuğu, benimle konuşurken gözlerinin dolduğu, belki benim de senden hemen sonra ağladığım...
belki bir yağmur bulutundan hazırlıksız düşermiş gibi, londra'da...
ansızın güzel bir kelime, her şeye rağmen. (ki her şey derken?)
sizden ya da senden gelen.