Ağustos 29, 2010

"kendisini eline aldığı bir makine yazdığı iki kıytırık depresif cümle ve şoplayarak koyduğu deviantart hesabıyla bir şey sanan insan müsveddesi o kadar çok ki, bir tanesiyle tanışmak istedim
(...)
şimdi sen dying is an art falan der, sylvia dan dem vurur (çok anlarsın bilirim edebiyattan) sonra 36 beden sivilceli bünyenle kendini bir şey zanendersin. ben de eğlenirim. :) "


oley!

Ağustos 28, 2010

"yol arkadaşım
gördün mü
duydun mu olup bitenleri?

kıskanıyor insan bazen basıp gidenleri...
yalnızlaşmışız iyice
üstelik de alışmışız..."

bugünün hatırasına, senin için.

Ağustos 25, 2010

Hayatımdaki en önemli insanı bile bencilliğimle ve umursamazlığımla kırabiliyorsam ve sonra onaramıyorsam belki de kötü biriyimdir.
Sandığımın aksine günahsız, masum, tertemiz değilimdir. Düpedüz kirliyimdir.
Dilenecek ne kadar çok özür ve birleştirilecek ne kadar kalp var etrafta... Oysa ben sadece uyuyorum... Hatta tekrar uyuyabilmek için uyanıyorum.
Yıkanabileceğim sulara ihtiyacım var, günlerce haftalarca aylarca sadece ama sadece gitmek istiyorum... Herkesin hayatından sessiz ve sakince.

keşke elimden tutsan...

Ağustos 24, 2010

"summer,
spring,
autumn,
winter...
here perishing"


ağustos da bitiyor, nihayet yaz gidiyor.
geriye boş duvarlar kaldı. tel tel dökülüp her yere dağılan saçlarım bir de.
geriye konuşacak hiçbir şey kalmadı. yine de doğup batan güneşe karşı -biraz da ele güne karşı- bir umut var içimde. her şeyin çok güzel olacağına dair...
yine gözler değecek birbirine, bazı sözler dökülecek bazıları itilecek. biliyorum değişecek, eskisi gibi olmayacak hiçbir şey.
ne olduğunu bilmediğim ama gerçekleşeceğinden emin olduğum bilinmeyen, başka, o "şey"e ağır ağır yaklaşıyoruz. Ben, sen, o... Biz, siz, onlar... Hepimiz, noktada da virgülde de beraberiz.

Ağustos 21, 2010

son zamanlarda en çok dinlediğim üç şarkıdan üç cümle alıntılayacak olursam bence ruh halimi başkalarının yazdığı kelimelerle de olsa gayet net bir şekilde ifade edebilirim.
başlayalım o halde...

i may be dumb but i'm not stupid in love (1)
since i met you, i’ve got everything to lose (2)
i could really use a wish right now (3)


(tıp)

Ağustos 18, 2010

sadece uyumak istiyorum masallardaki gibi. uyuyabilmek.

Ağustos 16, 2010

bazen kendimi çok şanslı hissediyorum hepsi bu.

Ağustos 14, 2010

gözlerimi kapattığımda bir arabanın ön koltuğundayım aslında... camdan dışarıya sarkan elimi yalayan ve yüzüme çarpan rüzgar yüzünden eminim böyle olduğuna. yanımda hep çok sevdiklerim. hiç toza bulanmamışız daha, hiç hayal kırıklığımız olmamış hatta. hepimizde pür neşe...
pür türkçesi, pure ingilizcesi, pur fransızcası, puro italyancası.
bir şekilde benziyor kelimeler birbirine değil mi?
o halde neden aşk ve sevgi olarak ikiye ayırdığımız şeyin karşılığını bulamıyorum başka dillerde?
ya da neden birbirinden çok farklılarmış gibi onyıllar önce ayrılmışlar bizde?
belki anadilimizden ileri geliyor bu bölüp parçalama, kılıflara sokup etiketleme isteğimiz ve alışkanlığımız. belki de doğamızda olanı dilimize yansıtmışız.
ama böyle olunca ben hiç hoşlanmıyorum ki...
hiç bulanmasın istiyorum sular
hiç dalgalanmasın
hep sakin kalsın ki huzur rahatsız olmasın.


yazıp yazıp sildiğim şeyler var, hatırladıkça unuttuklarım da. rica ediyorum sevgili evren, sahip olduğum -azıcık- huzur bozulmasın.

Ağustos 10, 2010

İnsansoğlu doyumsuz ya hani... Ağzından çıkanı da çıkmayanı da kulağı duymuyor bazen. Elim değmişken'lerden hoşlanmıyorum ben, özensiz yapılan şeyleri de sevmiyorum. Bir şey öylesine yapılacaksa hiç yapılmasın daha iyi. Onun hesabı ayrı bir şey. Çünkü hayat böyle. Ne ekiyorsan onu biçiyorsun er ya da geç. Bazılarıysa "içinden gelerek" yapıyor bir şeyleri. Sonra yan yana geliyor bu ikili. Biri neresinden tutsan elinde kalırken öteki içini ısıtıyor, yüzünü gülümsetiyor, resmen hayat enerjini veriyor sana sevgisiyle.

İyisi mi ne sen daha fazla zorla beni ne de ben "-miş gibi" yapmaya devam edeyim.

Ağustos 04, 2010

insan en büyük acısına bile hissizleşebiliyorken, bir şeylerin sonsuza kadar süreceğine inanmak ne büyük aptallıkmış.
bazen gerçekten burnunun ucunu bile göremiyorsun acıdan ve umutsuzluktan. sonra O geliyor, çeneni tutup yavaşça başını kaldırıyor. göz göze geliyorsunuz ve kemanlar giriyor araya, viyolonsellerin eşlik ettiği. dünyanın tüm yaylı çalgıları sarıyor dört bir yanı. sonra filmler geliyor, en sevdiğiniz karakterler sizin için rollerini tekrarlıyor. bazılarının başrolleri size veriliyor hatta. azınlık olmak böyle bir şey, herkes sizi çok seviyor.
beraber bir kitap yazmaya başlıyorsunuz, son sayfayı düşünmeden... biriniz gündüzü alıyor eline biriniz geceyi...
dünyada sizin zamanlarınız yaşanıyor, yarını kimse sormuyor.
peki bu yaşananların adı ne oluyor?

Ağustos 01, 2010

çok güçlü ve kirletici bir duygu olsa da engelleyemiyorum ve sanırım senden nefret ediyorum.