Şubat 06, 2008

Buones noches. Ha ha!
Otobüsleri çok severim. Cam kenarında olmadığım bir yolculuk benim için sadece işkencedir. Otobüste/vapurda/metroda/uçakta/sokakta/vb. ağlayan veya ağlamayan çocuklardan ve bebeklerden nefret ederim. Özellikle sebepsiz ağlayanlarının ses tellerini ellerimle sökmek ve sonra suratlarına bakıp "oldu mu şimdi?" diye sormak isterim. Ağlayan çocuğuna vuran kadınlardan tiksinirim. Bu kadınlara arka arkaya tokatlar atmaktan hoşlanırım. Yine de kadına yönelik şiddete karşı çıkarım. Boş klavye gördüm mü mutlaka oturup bir şeyler yazarım. Bilgisayar ya da daktilom olmadan kağıt kalem ile yazacaklarımı yetiştiremem. Beynimin elime yenik düşmesine çok kızarım. Beynimle bi'kaç gün küs kalıp sonra barışırım.
Bütün sevgililerimle arkadaş kalırım. Ayrıldıktan sonra aramızdaki ilişkiyi onlar anlamadan vıcıklaştırır böylece üzerimize çökecek hüzün bulutundan kurtulmaya çalışırım. Çoğu zaman başarılı olsam da bazılarıyla yürütemeyiz. Zaten binlerce kişinin yaşadığı şehirlerde de mutlaka birbirimizi bir gün buluruz, karşılaştığımızda kafalarımızı çeviririz. Böylece gerçekleşecek iletişimi engellediğimizi sansak da yanıldığımızı mutlaka anlarız.
Kahvesine şeker/süt/süt tozu ekleyen insanları anlamam, saygı duyarım. Pazar günleri beni sokağa çağıran arkadaşlarımın çağrılarına uymam, onlarla renkli istop oynamak yerine evimde kitap okur, pipo içer, bohem bir hayat yaşarım.
Hikmet gibi perşembelerden hoşlanmasam da bunu ona hiçbir zaman söylemem. Her perşembe onu neşelendirmeye çalışırım. Eğer evden çıkmam gerekliyse onu yalnız bıraksam da balkona çıkılan kapıyı kilitlemeyi unutmam. Böylece onun hayatını güvenceye alırım.
Müzik dinlemiyorsam yürümeyi tercih etmem. Olduğum yerden bir adım öteye kıpırdamam. İpodumda çalan şarkıyı sessiz olarak söylerim ve dudak hareketlerimden hangi şarkıyı dinlediğimi anlayan biriyle ilk durakta inip evine giderim.
Yeni ayakkabılarımı bir süre giymem, kutusunda saklarım. Bundan garip ve tarifsiz bir haz alırım.
Halihazırdaki köşe yazarlarından çok daha iyi yazdığını iddia eden ve bunu ezkaza bana söyleyen arkadaşlarıma gülümserim, "o halde al yazılarını git genel yayın yönetmenine göster" derim.
Yalandan korkmam yılandan korktuğum kadar. Arada sırada yalan söylerim. Ortada kalmış yalanları sahipsiz bırakmam, hepsini evlat edinirim. Evlilikten hoşlanmak yerine birlikte yaşayan insanları severim.
Boş zamanlarımda ttku ile evlere girer, domates salçasında oluşmuş küfleri temizler ve birikmiş bulaşıkları yıkarım. Üzerine bir sigara yakıp bitene kadar Boş Ev'deki aşkı düşünürüm. Eğer birini o aşkla seversem onunla evleneceğime dair söz veririm. Evleneceğim gün söz verdiğim kişiyi ortada bırakır İstanbul'da tekila içerim.
Daha az kelimeyle özü anlatmak yerine daha çok kelimeyle laf kalabalığı yapan arkadaşımı önce tokatlarım, sonra onu öperim ve çok sevdiğimi söylerim. Dağıttığımız odayı toplamamız konusunda ısrarcı olsa da eğer sarhoşsak işleri sabaha bırakırız. Uykuya çok değer veririz. Verdiğimiz değer yüzünden uyanmamız gereken zamanlarda uyanmaz ve sonra içten içe kaçırdığımız şeyler için üzülürüz.
Kudra'nın yazdıklarına taparım. Yazdığı kitabı kutsal kabul edip baş ucuma koyarım. Böylece oluşturduğumuz dinin sahte peygamberliğini yapmaktan tutuklanıp hapse atılırım. Temiz çamaşır ve sigara getiren arkadaşlarımı küçük bir deftere not eder hapisten kaçtığımda onların evlerinde saklanırım.
Bazen her şeyi gereksiz yere uzatırım. Yusuf'un atıldığı kuyunun etrafında dolaşırım. Beni kuyuya atmak yerine boynuma sarılan karımın omzunda hıçkıra hıçkıra ağlarım.
Gün içinde bulduğum her aynada kendime ilk kez görüyormuşum gibi bakarım. Bu yüzden en çok kendimle göz göze gelirim. Yürürken göz göze geldiğim insanlar olursa mutlu olurum.
Facebook sayesinde kavuştuğum arkadaşlarımla saat başı buluşmaktan hoşlanırım. Her buluşmaya mavi önlüğümü giyerek gider eski günlerin tadını yakalamaya çalışırım.
Üzerimi değiştirirken duvarlarımdaki Dali resimlerini incelemekten hoşlanırım. Yeni keşfettiğim bir detay gördüğümde önce kendi etrafımda 3 kere döner sonra o detayı öpücüğe boğarım.
Yazdığı kıytırık manifestoyla aklımı başımdan alan minik balkabağımın saçını çekmek için Ankara'ya gitmeyi planlarım ve bunu ona hiçbir zaman söylemem. Öğrendiğinde saçlarını kestirmesinden ölesiye korkarım.
Sylvia Plath ölmesin diye her gece dua eder, ölüm yıldönümünde ülke genelinde yas ilan edilmesi için imza toplarım. (Ha ha! O öldü bile akıllım, diyecek yiğidin alnını karışlarım.)
İzlediğim filmlerden ve okuduğum cümlelerden etkilenip yerli yersiz yolculuklara çıkar, bir yılın 11 ayını İstanbul'da geçirmemi sağlarım.
Kazak giymek yerine lahana gibi üst üste giyinmekten hoşlanırım. Kazak giydiğim zamanlarda huysuzlaşır ve saldırgan davranışlarımla etrafımdakilerin canını sıkarım.
Siyaset ve politika arasındaki ayrımı bilir soranlara araştırmalarını öğütlerim. Okuduğum fakülteyi sevmesem de bölümümden çok hoşlanır ve arada sırada muhalif gazetelerde çalışırım.
Duvarlara sprey boyayla yazılmış 3 C simgesini hayal gücümle 3 Ç yapar böylece hem olası karışıklıkları engeller hem de narsistliğime tavan yaptırırım.
Migrenimden hoşlanmam, kriz zamanlarımda onu ağrı kesiciyle besler ve oyalanmasını sağlarım. Nilüfer ölse hiç üzülmem ama sanırım yine de ağlarım.
Yazıyı buraya kadar sıkılmadan okuyan herkesi Hıncal Uluç'tan hayatları boyunca köşe bucak saklarım. Sizden birini sorduğunda "aa o daha gelmedi memleketten" demeyi boynumun borcu sayarım.
Sevdiğim-sevmediğim, yaptığım-yapmadığım birçok şeyi işte aynen böyle arka arkaya sıralar, "acaba hangisi doğru" diye merak edenlerin hevesini kursağında bırakırım.

Ve son olarak yokuştan düşen kızı gördüğümde artık sadece tekmeler ve ona aptal demeyi bir an evvel bırakırım.