İnsan sigara içmeden yaşayabiliyor da sigara olmadan ölemiyor. Bu yüzden soğuğa rağmen dışarı çıktım. Suratım kesiklerle dolu. Avucuna düşen kar taneleri burada beni yaralıyor. Sana "hava çok soğuk" demeyi düşündüm önce sonra vazgeçtim. Sen de biliyorsun, burada -orada- çok daha soğuk, derdin bana.
Her yazı yeni bir ölüm demek. Çünkü her kelime geçmişten geliyor sanki ve gelirken dikenleri kanatıyor içimdekileri.
Tozlanmasına izin vermediğim, yosun tutmasın diye sürekli oradan oraya yuvarladığım anılarım. Düşüncelerim arasında kaybolmuşlar, bir araya toplamaya çalışıyorum. Neden geçmiş bu kadar öldürücü? Ölmemiştik ama yaşarken... Neyse.
Utandığın ya da pişman olduğun bir şeyler mi var dedi önündeki siyahkaplıbeyazçizgilisayfalı deftere adımı yazarken. Sonrasında anlattıklarımla hiç ilgilenmedi. Ben de ilgilenmedim anlattıklarımla. Arkasındaki camdan 3 kuş geçti, evet tek tek saydım. Odada ben, o, anlattıklarım ve camın önünde bekleyen kuşlarla yalnızdık. Ne ben biliyordum ne yapacağımızı ne de o söylüyordu yapılması gerekeni. Bir süre düşündü. Nükleer silahların insanları öldürebildiği kadar kısa ve görüşmediğimiz aylar kadar uzun geldi bana bu düşünme süresi. Sıkıntımı belli etmedim. İlaçlar bitince tekrar gel dedi. Geri dönmedim. Zaten ilaçlar da hiç bitmedi. Tüketilmeyen şeyler üretildiğiyle kalıyor, yazık.
O siren sesli alete kafamı soktuklarında, yoo hayır öncesinde iki yanına süngerler sıkıştırmışlardı, aklıma önce Sylvia geldi. Odada koca beyaz borumtrak alet ve içinde ben ve ayak ucumda yediği elektrik şoklarıyla şakakları morarmış Sylvia, yalnızdık. Dışardaki adam ve kadın bir ekrandan kafama bakıyorlardı. En içine. Sizi görecekler diye çok korktum, saklayabileceğim noktalara yerleştirdim aceleyle. Önemsiz buldular, görmediler. Yine ben kazandım. Sylvia giderken "geri gelecek" dedi, geri geldin.
Gözlerin hiç önemi yok aslında biliyor musun... Onları yerlerinden çıkartıp sana yollayabilirim eğer istersen. Böylece gerçekliğini test etmiş olursun. Ah yokuştan düşen kız, hala testler uyguluyor musun insanlara ve hala güveniyor musun onlara? Onlar bizi asla yalnız bırakmadılar. Onlar bizi asla dışlamadılar. Katre katre içlerine soktular da nefessiz kalmamızı sağladılar. Çıkarken ardımdan gelirsin sanıyordum, camdaki kuşlara takılıp orada kaldın.
Sen zaten her zaman biraz daha akıllıydın. Önde ya da geride kimse olmasın diye çabaladın. Eşitlediğin andaysa kayboldum sandın.
Yokuştan düşen kız, sen hayatın boyunca yanıldın, seni sana anlatmak istiyorum şimdi.
Hem ne demişti taptığım kitapların sahibi; -miş gibi yaşamalı.
Valizler, eşikte bekleyen cinler ve sigaralar. Hepsi ters köşede üst üste biriktiler ve bana "git" dediler.
Bu yüzden gidiyorum şimdi, umarım görebilirsin neden geldiğimi.
Ocak 25, 2008
O çocuğun suratını cama vuruyorlar önce. Hiçbir nedeni yok. Hiçbir suçu yok. Suratını camın ortasına gömüyorlar. Ölüler cam kırıklarıyla gömülmemeli. Yüzündeki kırıkların her birini teker teker temizliyorum. Paramparça etlerini bütünleştirmeye çalışıp öncesinde nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bu noktada hayal gücü devreye giriyor. Hayal gücü hep hazır bekliyor zaten. Hayat ne zaman sırasını savsa yerine hayal gücü bakıyor. Görevi hiç bitmeyen sadık nöbetçi ve o kadar memnun ki halinden, bembeyaz içi...
Deniz kenarındayız. O kadar çok güneş var ki etrafımızda, üzerimizdeki şemsiyenin rengini göremiyoruz. Aslında beyaz, ikimiz de biliyoruz. Sen durmadan bir şeyler anlatıyorsun ve deniz köpürüyor sen konuştukça. Dalgalar ayaklarımızın altına geliyor... Duvara vurup yılgın biçimde geri dönüyor. Hiç vazgeçilmeyen bir döngü. Parçalandıkça çoğalıyor. Bir sonrakinde hep kendinden parçalar oluyor. Bu cümleden ne kadar çok benzetme çıkar. Düşünsene... Hayır vazgeçtim düşünme. Hiç gereği yok.
Biri beni anlamayalı ne kadar uzun zaman geçmiş. Bu yüzden "anlıyorum seni" dediğinde ellerim kesildi aniden. Yere düştüler. Yerde deniz vardı, batmadılar, şimdi suyun üzerindeler. Uzanıp ellerimi alıyorsun, onlara yabancıymış gibi bakıyorsun. Tanıdığım kadarıyla seni tanımadığımı iddia edebilirim. Hangi yüzünle tanıştım ben? Aynada parçalanan çocuk kimdi o halde? Hepsi bendim ve benim parçalanmışlığım içinde geçmişten gelen biraz da sen. Deniz geçmişimiz olsun. Dalgalar biz olalım. Önümüze çıkan her duvara çarpıp biraz daha hırslanalım. Ama yoo, hayır. Yıldık biz. Yorulduk, unuttuk, vurduk ve vurulduk. Bu yüzden unuttuğum duyguları bana hatırlatacak gücün yok biliyorum. Tükettik hepsini, ne çantamızda ne ruhumuzda hiç kalmadı izleri. Yedeklemeye gerek duymamıştık zamanında. Sonsuzluğa inanıyorduk o yıllarda.
Şimdi sen yokuştan düşen kız, her cümlemin sana seslendiğini sanıyorsun. Kelimelerim arasındaki boşluklarda dinlenmeye çalışıp uykuya dalmak istiyorsun. Eğer katil olsaydım uyurken öldürmek isterdim seni en çok. En masum anında, en savunmasız yerinden asmak isterdim boynunu. Beyaz şemsiyenin rüzgarla kopmuş parçalarını bu yüzden biriktirdim ben. Boynuna o kadar çok yakışıyordu ki dünya sen uyurken... Öldürmek istedim. Yapamadım. Belki de bu yüzden intihar ettim ellerim ellerindeyken.
Sığınabileceğin liman kalmadı. Hadi uyan artık, seni uyutacak sözcükleri şişeye koydum ve suya bıraktım. Uykuya dalmak istediğin omuzların hepsini harflerimle bir bir yaktım.
Deniz kenarındayız. O kadar çok güneş var ki etrafımızda, üzerimizdeki şemsiyenin rengini göremiyoruz. Aslında beyaz, ikimiz de biliyoruz. Sen durmadan bir şeyler anlatıyorsun ve deniz köpürüyor sen konuştukça. Dalgalar ayaklarımızın altına geliyor... Duvara vurup yılgın biçimde geri dönüyor. Hiç vazgeçilmeyen bir döngü. Parçalandıkça çoğalıyor. Bir sonrakinde hep kendinden parçalar oluyor. Bu cümleden ne kadar çok benzetme çıkar. Düşünsene... Hayır vazgeçtim düşünme. Hiç gereği yok.
Biri beni anlamayalı ne kadar uzun zaman geçmiş. Bu yüzden "anlıyorum seni" dediğinde ellerim kesildi aniden. Yere düştüler. Yerde deniz vardı, batmadılar, şimdi suyun üzerindeler. Uzanıp ellerimi alıyorsun, onlara yabancıymış gibi bakıyorsun. Tanıdığım kadarıyla seni tanımadığımı iddia edebilirim. Hangi yüzünle tanıştım ben? Aynada parçalanan çocuk kimdi o halde? Hepsi bendim ve benim parçalanmışlığım içinde geçmişten gelen biraz da sen. Deniz geçmişimiz olsun. Dalgalar biz olalım. Önümüze çıkan her duvara çarpıp biraz daha hırslanalım. Ama yoo, hayır. Yıldık biz. Yorulduk, unuttuk, vurduk ve vurulduk. Bu yüzden unuttuğum duyguları bana hatırlatacak gücün yok biliyorum. Tükettik hepsini, ne çantamızda ne ruhumuzda hiç kalmadı izleri. Yedeklemeye gerek duymamıştık zamanında. Sonsuzluğa inanıyorduk o yıllarda.
Şimdi sen yokuştan düşen kız, her cümlemin sana seslendiğini sanıyorsun. Kelimelerim arasındaki boşluklarda dinlenmeye çalışıp uykuya dalmak istiyorsun. Eğer katil olsaydım uyurken öldürmek isterdim seni en çok. En masum anında, en savunmasız yerinden asmak isterdim boynunu. Beyaz şemsiyenin rüzgarla kopmuş parçalarını bu yüzden biriktirdim ben. Boynuna o kadar çok yakışıyordu ki dünya sen uyurken... Öldürmek istedim. Yapamadım. Belki de bu yüzden intihar ettim ellerim ellerindeyken.
Sığınabileceğin liman kalmadı. Hadi uyan artık, seni uyutacak sözcükleri şişeye koydum ve suya bıraktım. Uykuya dalmak istediğin omuzların hepsini harflerimle bir bir yaktım.
Ocak 23, 2008
Şimdi sen her şeyin sana müptela olduğunu düşünüyorsun biliyorum. Dünyayı döndürebilecek kadar iyisin hatta. En iyisisin diyorum. İnanmıyorsun. Benden iyi bir şeyler duymayalı kaç sene oldu? Kaç dakika ya da...
Öyle bir hayat ki filmlerin üzerinde kitaplar, sayfalarında minik, minicik -gözle görülemeyecek kadar silik kahve lekeleri. Halıya düşen izmarit kendi halinde bir yuvarlak oluşturmuş. Ateş değdiği her şeyi sertleştirmek zorunda mı?
Şimdi sen, yokuştan düşen kız... Dizlerindeki yaraların kabuklarını bir bir kopartıp oturduğun kaldırıma koyarken yıkılmış o binaya bakıyorsun. Ne o, yoksa ağlıyor musun? Evet biliyorum. O kadını sen de tanıyordun. Yokuştan düşerken bir tek onu görüyordun. Elleri soğuktu bence. Biliyor musun öldü o kadın. Bir gecede, evinde, kimsesizce. Cenazesini görmedim. Önce camlarını kırdılar, sonra kapısına tuğlalar, duvarlar... Yerden aldığım tebeşirle hoşça kal yazmak istedim. Görseydin kesin halime gülerdin. Hala eskisi gibi mi gülüyorsun? O'na bakarken mesela?
Şimdi sen zamansız bir hayatın varlığını geçiriyorsun aklından. Ben öyle olmasını istiyorum belki de. Beyazla karışık siyah. Yaralarına griyi sürsen, bulutlar sana göz kırpıp üzerine ağlardı. Elimi tutma istedim ama karşıya geçerken yalnız kalmak değildi beklediğim. Her git denildiğinde gider misin sen böyle usulca?
Şimdi ben bir caddenin ortasında bana çarpmayan arabalara teşekkür ederek gelmeni bekliyorum. Şanslı olduğumdan söz edebilir miyiz kahvelerimizi yudumlarken? Kokunu koltuklarda, masalarda ve kasada bırakmamanı öğretmediler mi sana?
Yokuştan düşen kız, yazık değil miydi sana... Peki ya bana?
Öyle bir hayat ki filmlerin üzerinde kitaplar, sayfalarında minik, minicik -gözle görülemeyecek kadar silik kahve lekeleri. Halıya düşen izmarit kendi halinde bir yuvarlak oluşturmuş. Ateş değdiği her şeyi sertleştirmek zorunda mı?
Şimdi sen, yokuştan düşen kız... Dizlerindeki yaraların kabuklarını bir bir kopartıp oturduğun kaldırıma koyarken yıkılmış o binaya bakıyorsun. Ne o, yoksa ağlıyor musun? Evet biliyorum. O kadını sen de tanıyordun. Yokuştan düşerken bir tek onu görüyordun. Elleri soğuktu bence. Biliyor musun öldü o kadın. Bir gecede, evinde, kimsesizce. Cenazesini görmedim. Önce camlarını kırdılar, sonra kapısına tuğlalar, duvarlar... Yerden aldığım tebeşirle hoşça kal yazmak istedim. Görseydin kesin halime gülerdin. Hala eskisi gibi mi gülüyorsun? O'na bakarken mesela?
Şimdi sen zamansız bir hayatın varlığını geçiriyorsun aklından. Ben öyle olmasını istiyorum belki de. Beyazla karışık siyah. Yaralarına griyi sürsen, bulutlar sana göz kırpıp üzerine ağlardı. Elimi tutma istedim ama karşıya geçerken yalnız kalmak değildi beklediğim. Her git denildiğinde gider misin sen böyle usulca?
Şimdi ben bir caddenin ortasında bana çarpmayan arabalara teşekkür ederek gelmeni bekliyorum. Şanslı olduğumdan söz edebilir miyiz kahvelerimizi yudumlarken? Kokunu koltuklarda, masalarda ve kasada bırakmamanı öğretmediler mi sana?
Yokuştan düşen kız, yazık değil miydi sana... Peki ya bana?
Ocak 21, 2008
Verdiğimiz sözleri unuttuk. Ne kadar çoktular oysa... Hepsini gerçekleştirebilirdik değil mi? Öyle bir güç, ölesiye kudret ve aidiyetten duyduğumuz emniyet. Yanıldığını biliyorum bugün. Yanıldığımdan da bir o kadar eminim. Kimseye ait olmadığımız kadar birbirimize de ait olmadık. Olamadık.
Kimseye ve hiçbir şeye karşı sorumluluk hissedemediğim bir hayat. İzle. O kadar çok anlamlı ve anlamsız ki yaptıklarım. Öğreniyorum? Öğrettiklerini yudum yudum içiyorum.
Yok, hayır, sandığınız gibi değilim. Hala paslanmadım. Oyundan çıktım, atılan paslara vurmadım.
Yeşilin benim için ne ifade ettiğini asla bilemezsin. Seninle hiç alakası yok. Seninle hiç alakası olmadı zaten, hiçbir şeyin, seninle, hiç. Duy. Yattığımda kalbimin sesini yastığımda buluyorum. Kulak çınlaması gibi bir şey ama değil işte. Ben yaratıyorum. Nefesimi tuttuğumda yavaşlıyor, sesi azalıyor, hızlı hızlı soluduğumdaysa birileri bir yerlerde davul çalıyor. Yoksa sen yapmadın mı?
Aynaya baktığımda gördüklerim, seni hiç ilgilendirmediler. Hiç de ilgilendirmeyecekler. Hisset. Ayna, ben, sen, hiç, yok. Hayatında bir kere bile yansımanı öpmediysen ve öptüğün yansımadaki soğukluğa üzülmediysen gerçekten yitiksindir. Yitirilmişsindir. Bir tecavüz sonrası arsaya atılmış artık'lardan farkın yok. Gelen geçen belli değil. Köpekler ayak parmaklarını kemirirken, kediler kemiklerini sıyırmak için dağ eteklerinde bekliyor.
Ve kuşlar. Onlardan hep nefret ettim. Onlardan hep nefret ettim. Mavimtraktı ve kafasını kapıya sıkıştırarak intihar etmişti. Verdiğim süs buna işaretti. Git. Şimdi ben sana ne söylesem, dün ne söylediysem ya da -hepsi boş aslında biliyorsun.
Anlatamayacağım bir sır var diyelim. Arkadaşlarınla toplanmış, etrafımı çevirmiş, gözlerime bakıyorsun. Diğerleri çoktan sıkılmış bu saçma oyundan ama kediler var değil mi. Her şey o kedilerin hatrına.
Ah aptal kız, yokuştan bile düşemeyecek kadar yorgunsun içinde. Yosun tutmamaya çalışmanı anlıyorum. Yine de sen daha fazla direnme ki zevk almak kutsal bugünlerde.
Kimseye ve hiçbir şeye karşı sorumluluk hissedemediğim bir hayat. İzle. O kadar çok anlamlı ve anlamsız ki yaptıklarım. Öğreniyorum? Öğrettiklerini yudum yudum içiyorum.
Yok, hayır, sandığınız gibi değilim. Hala paslanmadım. Oyundan çıktım, atılan paslara vurmadım.
Yeşilin benim için ne ifade ettiğini asla bilemezsin. Seninle hiç alakası yok. Seninle hiç alakası olmadı zaten, hiçbir şeyin, seninle, hiç. Duy. Yattığımda kalbimin sesini yastığımda buluyorum. Kulak çınlaması gibi bir şey ama değil işte. Ben yaratıyorum. Nefesimi tuttuğumda yavaşlıyor, sesi azalıyor, hızlı hızlı soluduğumdaysa birileri bir yerlerde davul çalıyor. Yoksa sen yapmadın mı?
Aynaya baktığımda gördüklerim, seni hiç ilgilendirmediler. Hiç de ilgilendirmeyecekler. Hisset. Ayna, ben, sen, hiç, yok. Hayatında bir kere bile yansımanı öpmediysen ve öptüğün yansımadaki soğukluğa üzülmediysen gerçekten yitiksindir. Yitirilmişsindir. Bir tecavüz sonrası arsaya atılmış artık'lardan farkın yok. Gelen geçen belli değil. Köpekler ayak parmaklarını kemirirken, kediler kemiklerini sıyırmak için dağ eteklerinde bekliyor.
Ve kuşlar. Onlardan hep nefret ettim. Onlardan hep nefret ettim. Mavimtraktı ve kafasını kapıya sıkıştırarak intihar etmişti. Verdiğim süs buna işaretti. Git. Şimdi ben sana ne söylesem, dün ne söylediysem ya da -hepsi boş aslında biliyorsun.
Anlatamayacağım bir sır var diyelim. Arkadaşlarınla toplanmış, etrafımı çevirmiş, gözlerime bakıyorsun. Diğerleri çoktan sıkılmış bu saçma oyundan ama kediler var değil mi. Her şey o kedilerin hatrına.
Ah aptal kız, yokuştan bile düşemeyecek kadar yorgunsun içinde. Yosun tutmamaya çalışmanı anlıyorum. Yine de sen daha fazla direnme ki zevk almak kutsal bugünlerde.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)