Bu blogu ilk açtığım gün şu an birçok insanın yapmakta olduğu şeyi, başka yerleri kirletme eylemini, kendi sayfamda yaparım, içimi döker rahatlarım, kimse okumasa da olur, biz bize yeteriz mantığındaydım.
Zamanla yazdıkça gelişmek ve değişmek, beğenilmek ve eleştirilmek hoşuma gitti, yazma eylemim ivme kazandı.
Ve yine aynı zaman bir gün gelip kalbimin üzerine bir taş, avuçlarıma da bir fotoğraf makinesi koydu ve yazma eylemini bir virgülle durdurdu.
Zamanın oraya koyduğu o taş ne 'zaman' kalkar bilmiyorum ve gariptir ki hiç hissetmemem gereken bir duygu olsa da yazmadığım günlerin üzüntüsünü duyuyorum.
Bu bir nevi ihanet benim için yazmıyor olmam, hayır size değil... Yazdıklarıma ve yazacak olduklarıma!
Zira artık kim, ne, nerede, kiminle kavramlarıyla ilgilenmekten ziyade öznenin kendim olduğu cümleler kurmayı tercih ediyorum. Belki de bu zaten hep böyleydi, buzun görünen kısmı artmaya başladı.
Ayşe Arman bile ne demiş zamanında: "Kimse Okumazsa Ben Okurum"
//
hadi buyur bakalım hoşgeldin.