Kasım 30, 2006

Sağ ol Blogger

Ben hala fotoğraf çekmekle uğraşayım, yazıyı boşlayayım...
Bugün tanınmanın hazzını ve tanımamanın kekemeliğini bir arada yaşadım. Fehmi Can ile fotoğrafçılık derslerini aldığımız amfide karşılaştık. "Blog yazıyor musun" demesiyle verdiğim "hö?" tepkisi için kendisinden özür diler, beni saçlarımı kestirdiğimi ilan ettiğim zamandan beri takip ettiği için kendisine teşekkür ederim.
Şimdi ben bu gazla bir ders çalışırım bir ders çalışırım, gider yarınki vizeden 100 falan alırım. Cumartesi günü de Bozdağ'a geziye gider, fotoğraf çekip kafamı dağıtırım.
Ooh daha ne istiyorsun terskose, belanı mı?

not: speşil veri speşil tenks tu Fehmi Can.

Kasım 27, 2006

Saç

Yıllar önce bir gün...
Büyük heyecandı berbere annemsiz gidecek olmam. İlkti ve ben o koltukta otururken tamamen yalnız olacaktım. Saçlarımı çok kısaltmak istemiyordum, "sadece düzelt" diye bir şey duymuştum. Sadece düzelt, dedim. Sadece düzeltti.
Eve döndüğümde annem elimden tuttu, berbere geri götürdü. Saçlarımı istediğimden çok daha kısa kestirdi.
Şimdi belki bu yüzden ben Ferhat Abi'ye ne zaman "şuraları sadece düzelt, şuraları kısalt" desem o hepsini kısaltıyor.
Fakat yaş kaç oldu, hem annem de artık kızmıyor... Öyleyse neden hala istediğimden daha kısalar?

Kasım 24, 2006

Problem

Şimdi çok şey anlatmak istiyorum, hatta açık açık böyle her şeyi yazmak istiyorum. İsim de vererek, küfür de ederek, ilan da ederek, aşk meşk de ederek ama kodlardan oluşan bu yerde sergilenecek ve buz gibi ekranlarınızdan okuyacağınız o kelimeler benim hissettiğim kadar değerli olacak mı?
Hayır.
O zaman n'apıcam ben? Blogger günü falan mı?

Kasım 22, 2006

Powered by

Ttku.

Madem blog araç, yazı amaç o halde göz yormaya, detaylara, kalem kırıp kaş çatmaya ne gerek!
Yazalım, okuyalım, düz hatta dümdüz olalım oh ne güzel, ne ala. Zaten ortada bir template olmadığından sıkılma olasılığım da en aza indirgendi. Şimdi bir sigara yakıp yarınki vizeme nasıl hazırlanacağımı düşünmeliyim, iyi geceler.

Ben Güneş Sen Ay

Fotoğrafımın çıktığı Radikal Genç masamda, notlarım ve ders kitaplarım diğer masada, Sour Cream & Onion Pringles -Vintage yüzünden- da o masada, bir adet "üç al iki öde" kampanyalı Dalin ıslak havlu paketi - neden aldıysam - de orada, yine bir paket Winston Box ve iki paket damla sakızlı First orada.
Ben burada, düşünceler kafamda, okumam gereken kitaplar üst üste rafta...

Her şeyin bir yeri var, bir haddi, sınırı var. İşte bu sınırı aşan kimsenin ağzına biber sürülür, eline cetvelle vurulur. Ha bunlar illa fiilen yapılmak zorunda değil, yazı da adam dövmenin bir diğer yoludur:

Meşgul insanlara kanca takmaya çalışmak, aşağılık komplekslerini unutup başkalarını komplekse sokmayı amaçlamak ve gereksiz yere hem de seni hiç ilgilendirmiyorken başkalarının hayatlarına balıklama dalıp - hem de hiç güzel olmayan burnunuzla - karışmak ve onların hareketlerine kulp takmak hiç mi hiç yakışmıyor sana.
Dediğim gibi her şeyin bir yeri, bir haddi, sınırı var. Yerinde dur! Haddini aşma! Sınırdan çıkma!
Pardon ama yaşınız kaçtı?

lay la lay la lay.

Kasım 17, 2006

Grip

FF'lik bir İnsan Hakları vizesine kapak maiyetinde geçen AA'lık Hukuk vizem de olmasa hayata küsebilirim. Zira dün geceyi migren nöbetleri ve sabaha karşı ağrı kesicisizlikten kafamı kah duvarlara vurup kah kravatlarla sıkıştırıp sabahın köründe komşudan ağrı kesici isteyerek geçirdiğim yetmezmiş gibi 17 saat sonra uyandığımda artık ben de griptim!
Belirli aralıklarla gelen öksürük krizlerini, sol burnumun tıkanıklığını, dilimin tatma işlevindeki kaybını, gözlerimin yanmasını vesaire vesaire, saymazsak bugün güzel bir gündü.

Kasım 12, 2006

Hoca Karşılaştırıyorum

Mesela yarın ilk vizeme girecek olabilirim. Hatta vize sahibi hocamız 1.50 boyunda, 60+ yaşında, ilk dersimizde"hocalarınızın hiçbirini eleştirmeye hakkınız yok, ben Nasır N...., dersimiz bitti" diyebilecek bir İnsan Hakları eğitmeni olabilir. Bu vizeye hazırlanmamak da benim en doğal hakkım. Paşa paşa FF'imi alırım hocam dert etmeyin sakın.

Ama bir de Siyaset dersi hocamız Gülgün Hanım var ki adeta çok seviyorum, adeta onunla daha çok konuşmak ve engin bilgilerinden faydalanmak istiyorum. Kendisi çok birikimli ve iyi biri. Geçen ders ben koskoca amfide bir şey söyledim ve o da tahtaya yazdı. Söylediğim şey tam da onun katıldığı ve anlatacağı şeydi, bu beni çok mutlu etti.
Bir gün okula gelirseniz sizi tanıştırırım, hem benim de hocamla konuşmak için iki fırsatım olur. Ne de süper olur! Şimdiden heyecanlandım, gelin tamam mı? Salı saat 08.30'da Şölen Cafe'nin önünden alırım ben sizi. Ama bu hafta değil 2 hafta sonra, şimdi vizelerim var.

Kasım 10, 2006

Korkma Demeyi Öğrenemedik

Saat sabahın 07.30'u. Yataktan kalkmak, hatta bunun adı kalkmak değil; kendimi kazımak öyle zor geliyor ki...
Ama gidilmesi gereken bir okul ve vize öncesi girilmesi gereken son Türk Dili dersi mevcut. Gerek küfürlere boğularak gerek gözlerimi ovuşturup esneme efektleriyle odamı çınlatarak uyanıyorum ve metroya binip okula gitmeden önce ulaşmam gereken Üçyol kalkışlı metro istasyonuna doğru yaklaşık 15 dakika kah yokuş yukarı kah kaldırım / cadde istikametinde yürüyorum. Hava da amma soğumuş, mevsimlerin de dengesi kaçtı artık, teey tey.
Ders sınıfına ulaşıp sıraya yayılmadan önce tükettiğim Akdeniz nektarı, sade poğaça ve sigara vücudumda gezinedursun ben çıkartmışım çantamdan kitabımı hoca gelene kadar tek gözle okumaya çalışıyorum zira bir gözüm hala uyumakta. Biraz vakit geçince hoca geliyor ve "anma töreni" için bahçeye, Edebiyat Fakültesi önüne, toplanmamızı istiyor. Aşağıya indiğimde gördüğüm durum; vahim! Saygımızı, özlemimizi, hatırladığımızı belirtmek için gerçekleştireceğimiz saygı duruşunda yaklaşık bir avuç öğrenci ve birbirinden tamamen habersiz "aa bugün 10 Kasım mı yaa" havasında birkaç iyi -erkeklerimiz takım elbiseli, kadınlarımız fönlü ve yüzleri boya küplü- öğretim görevlisi ve dekanımızla saygı duruyoruz. Yüzümüz binaya dönük anasınıfı çocuklarına yaraşır ebatta gönderde yarıya indirilmiş bayrağımıza bakıyoruz. Sonra bir sessizlik oluyor e hadi bir dakika duralım bari havasına giriyoruz. Ardından sirenler, kornalar ve nihayet İstiklal Marşı'nın başladığını duyuyoruz uzaklardan... Söylememiz gereken yerde kimseden çıt çıkmıyor. Şoku atlata atlata Meksika dalgası halinde yavaş yavaş yayılıyor sesimiz. Öyle cılız ve öyle bıkkınız ki! İstiklal Marşı bitiyor ve anlamlandıramadığımız bir saygı daha duruyoruz. O kadar acınacak bir durum ki kimse kaç dakika durduk, "yahu biz ne yapıyoruz?" bilmiyor.
İşte ben bugün lisede hizaya geçmemiz, çıt çıkartmadan durmamız için ve sabahın köründe önünde orgu, yanında "Korkma" sesini verecek öğrencisiyle hazır ve pür dikkat duran dominant ve okulumuzun "evde kalmışı" etiketiyle dalga geçilen müzik öğretmenimizi anımsıyorum. Biz burada cebelleşirken o bir bahçe dolusu öğrenciyle okulun bahçesini inletiyordur şu an...
Ata'm n'olur bizi duymamış görmemiş de onları duymuş ve görmüş ol. Çünkü izin neresi, hangimiz izindeyiz önce bir uyanmamız ve sonra ona karar vermemiz lazım. Çünkü biz emanetine sahip çıkan (!) 19 Mayıs'ı bile aşmış üniversiteli Türk gençleriyiz!..

Kasım 09, 2006

Açıklama

Bu blogu ilk açtığım gün şu an birçok insanın yapmakta olduğu şeyi, başka yerleri kirletme eylemini, kendi sayfamda yaparım, içimi döker rahatlarım, kimse okumasa da olur, biz bize yeteriz mantığındaydım.
Zamanla yazdıkça gelişmek ve değişmek, beğenilmek ve eleştirilmek hoşuma gitti, yazma eylemim ivme kazandı.
Ve yine aynı zaman bir gün gelip kalbimin üzerine bir taş, avuçlarıma da bir fotoğraf makinesi koydu ve yazma eylemini bir virgülle durdurdu.
Zamanın oraya koyduğu o taş ne 'zaman' kalkar bilmiyorum ve gariptir ki hiç hissetmemem gereken bir duygu olsa da yazmadığım günlerin üzüntüsünü duyuyorum.
Bu bir nevi ihanet benim için yazmıyor olmam, hayır size değil... Yazdıklarıma ve yazacak olduklarıma!
Zira artık kim, ne, nerede, kiminle kavramlarıyla ilgilenmekten ziyade öznenin kendim olduğu cümleler kurmayı tercih ediyorum. Belki de bu zaten hep böyleydi, buzun görünen kısmı artmaya başladı.
Ayşe Arman bile ne demiş zamanında: "Kimse Okumazsa Ben Okurum"

//

hadi buyur bakalım hoşgeldin.