Ağustos 21, 2011

Saatlerce oturup konuştuktan sonra, ve ben çok daha fazla sustuktan sonra. Tüm cevaplarımı susarak verdikten sonra. Cebimdeki anahtar yok artık.
Pembe şarap filozofluğu hayattaki en iyi becerdiğim şeylerden birine dönüşürken zamanla, tüm bu kaosun ortasında, yeni serilmiş tertemiz çarşaflar. Çarşafsız olmaz. Tüm kinimizi, tüm günahlarımızı, tüm pisliğimizi biriktirip ayağımız altında der top edip üstünde tepine tepine, üstüne tüküre tüküre... Ve cila niyetine bitmek bilmeyen mayalanmış arpalar. Her film cam kırığı sanki. Her gece üstüne yatmaktan zevk aldığım acılarım. Tüm derimi kaplamış duvarlarım. Aramızda hiçbir şey yok seninle. Sen ve ben diye bir şey yok. Sen varsın ve ben varım ama.
Hava öylesine güzel ki oysa, elimde balonlarım eksik, içimde öyle bir coşku, bıraksalar çocukluğumu koşacağım. Trafik çok yoğun, herkes çok mutsuz. Saatler hep eksik, hep geç. Herkes birbirine aç, sokaklar aç insanlarla dolup taşarken, ve ben ciğerlerimi sigara dumanıyla doldurup boşaltamazken, sigaraları adeta yerken, annemin gözleri üzerimde. Gözümden akan damlaları elinde olsa tek tek geri sokacak tek insan oyken, bak anne burası çok acıyor ve o acıtıyor diyememek. Dediğim an, bir annenin başka bir evladı yok edecek kudrette olduğunu bilerek.
Kendimden başka suçlu yok. Hepimiz bize dağıtılan kartlarla en iyi ellerimizi oynadık. Ben blöfünü göremedim. Yedim onu görmek yerine. Oysa gördüm diyebilseydim, ve masayı üstüne, tüm masayı üzerine, tam da böğrüne, tam da böğrüme sapladıkların gibi, üzerine üzerine devirebilseydim. Yapamadıklarım. Yapmadıklarım.
Ve ağzından çıkanlar o kadar saçma ki. İnanamadıklarım. İnandıklarım.
Daha sonra farklı bir çamaşırhanede, dudaklarının dudaklarımı sıkıştırdığında düşündüklerim. İntikam alırcasına, çamaşırlarını en yüksek ısıda kurutucuya atmam. Onlar döndükçe durmam. Onlar kurudukça zevkten ıslanmam. Onlar çekerken benim büyümem.
Ben senin ingilizcene iyi gelirken, sen benim fransızcama iyi gelirken, ana karamızdan gelen dilde asla ve kat'a anlaşamazken, beden dillerimizde ne kadar mükemmel olduğumuzu keşfettiğimiz anda çok korktum ben senden. Günışığında yüzünün önünde uçuşan tozlara daldı gözüm aslında. Sen hep sana baktığımı sandın. Sen hep orada duracağımı sandın. Sen sessiz kalıyorum diye susup yutacağım sandın. Senden aldıklarımı bir başkasının tuvaletine kusarken, sabahın bilmem kaçında sırtımdaki el senindi. Ve en derinimdeki yarayı başkasının bıçağını bana saplayarak sen açtın.
Sokaklar sakin şimdi. Çünkü yaz, çünkü gece. Bizim sokağımızdan bir gece getirseydim sana. Tam önüne serebilseydim, uzansaydık, sadece yan yana uzanıp birbirimize iyi geleceğimize inanacak kadar aptal olsaydık. Sen uyuyakalmasaydın bu kadar yorgun olduğun için, ben yerli yersiz aldatmasaydım seni başkalarını koynuma alarak.
Sadece iki kişinin beraberce yaşayabileceği bir dünya olduğuna inanarak, ve bütün olmak için öteki yarısını arıyormuş herkes? böyle bir aptallığa dahi inanarak (istediğin buysa yapmadığım şey değil, biliyorsun) sonra satır aralarımda kendini bulduğunu sanarak, çevirmenlerin yanılgısı, cümlelerim sana ya hep yanlış ya hep yarım yamalak, oldurulmuş... Tam da bu yüzden gözlerine bakamazken, çünkü gözüne bakarsam, gözümde göreceklerini içinde nereye koyacağını bilerek, oyalanacak bir şeyler bularak, içecek bir şeyler bularak, susacak bir şeyler bularak... Şimdi farz edelim ki kalbimi çıkarttım tam buraya koydum. Neresinde olduğunu görebilecek kadar keskin mi gözlerin? Bir insan evladının kalbine neler yaptığını görüp bunu kaldırabilecek kadar cesur mu peki ya senin yüreğin?
Ağzımdan çıkanlar hep aynı, ben hepinize aslında aynı şeyleri söyledim. Bu yüzden hiçbir zaman "en çok" diyerek seçemedim. Yine de zeytinyağı gibi her seferinde en üste çıkan sen, tüm bu berraklığı bozup dağıtan yine sen. Ve deveyi diken insanı siken lafını öğrendiğimde ben daha hepinizden bile küçükken.
Ellerimle kendimi yapmaktan bahsediyorduk geçen gece kadim bir dostumla. Bunun sana ayıldığında ne kadar saçma geldiğinden bahsedebiliriz mesela şimdi. Hayatımız boyunca tekrarlanan bir plak gibi. Hep senin seçtiğin ve ben arkamı döndüğümde yaptığın tüm pislikler yüzünden sana bir daha asla güvenmeyeceğime dair ettiğim tüm yeminler. Bugün burada, bu tertemiz çarşaflar üzerinde, birkaç filmle duvarlarımı parçaladıktan sonra, sadece birkaç kelimeye muhtaç beklerken, daha kaç kere duygusal tecavüze uğrayacağımı düşündürüyor bana. Oysa ki su ve sabunun yıkayamayacağı, yıkayıp da arındıramayacağı hiçbir şey yok büyüklerime göre. O halde önce geçmişini yıkayacağım, sonra seni arındırıp alnına bir öpücük konduracağım. Ve yine sonsuza kadar susacağım. Arkamı döndüğümde yine çamurda alacaksın soluğu, çünkü ne ben senin içindeki kirlenme isteğine iyi geleceğim ne de sen benim konuşmamı ve sana güvenebilmemi sağlayacaksın.
Tüm matematik kurallarına rağmen, sağlaması asla yapılamayan ikili (iğrenç, yoo hayır seni çok sevdiğim) bir ilişki.
Benim hiçbir şeyim kalmadı artık. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan insan, bu hayatta en çok korkman gereken insandır. Ve sen ve benin dünyaya verdiği zarar, elimizin kiri yüzünden çıkan savaşlardan katbekat daha fazladır.
Şimdi ben birkaç beden daha eskiteceğim üzerine, her seferinde daha da derinime. Şimdi sen birkaç yeni düşünce daha keşfedeceksin, her seferinde daha da kendi kendine.
Peki ya sonra ne olacak?
Tüm bunları söyleyebilseydim sana, ve sadece bu soruyu sorabilseydim sonunda yine de inanmazdım vereceğin cevaba.
İşte bu yüzden sonsuza kadar, aramızdaki her şey, dünya üzerindeki tüm canlılar, evren, bulutlar, güneşler, yağmurlar, aylar, haftalar, yazılar, şarkılar, arkadaşlar, tüm hatıralarımız... Bunların hepsi yok olup silinene kadar (sen böylesine yoğun çabalarken, bu süreç daha da kısalacak) sadece ve sadece yazık olacak.

Ağustos 19, 2011

Ağustos 18, 2011

"Ben ne olmam gerektiğini bilmiyorum.
Yazar olmaya çalıştım; ama...
Yazdıklarımdan nefret ettim.
Sonra fotoğraf çekmeye çalıştım;
...ama çok vasattılar, bilirsin.

- Senin için endişelenmiyorum. Yazmaya devam et.



Ama ben çok basitim."

Ağustos 16, 2011

ve bu hayatta kendini yapmak diye bir şeyin var olduğuna inanmak. İçten gelen her şeyin yine içe döneceğine, kabuğundan çıkan şeylerin bir gün mutlaka geri döneceğine.
ve en derinde
allahın cezası her şeyin biteceğine.

ve bu hayatta ben ki sizi duvarlarıma fışkırttığımda rahat nefes alabileceğim diyorsam şayet, bu öyledir. sorgulanması gerekenler arasında değildir.
ve beyaz duvarlar üzerine, kan gibi, tırnak gibi, deri gibi, saç dibindeki yağ gibi, leke leke - leke leke işleyeceğim her anı. her bir çarpı. beni katarken seni dışlayacak.
çünkü sen içkime alkol karıştırdın. sigarama tütün koyup beni hem sarhoş hem bağımlı yaptın.
adını tükürür gibi söylerken, seni küfrede küfrede severken, ve sen yanımda ağzında kelimelerin hızlıca ve sert, ve daha sert, daha sert -iken her şey, perdeleri uzun geldiği için zımbaladığın gibi, yaratıcı zekana hayran kalıp seni daha da sert, daha da sert, sert
dudaklarından ısıra ısıra - ısıra ısıra.

hiçbir yere gitmeyeceksin.

et je reviens seul, sur cette île puisque la vie passe et puis s'en va.

ve ben ve ben ve ben,

siktir git, ben çok iyiyim!

diyeceksin.



Ağustos 14, 2011

Sabrımın denenmesinden ben bıktım, bıktım, bıktım ama onlar uğraşmaktan bıkmadılar.

Ağustos 12, 2011

"yakala saçından, tut hayatı, çevir yüzüne, öp."

Ağustos 11, 2011

Bu şehirde güne huzurla uyanmak gibisi yok.

Ağustos 04, 2011

Ona da tamam buna da peki tabii de, ya ben okeyinize dördüncü olmak istemiyorsam? Siz çifte gitseniz daha iyi olmaz mı hayatımız?

Ağustos 01, 2011

Sadece ve sadece bugün doğum günü olduğu için değil, benim olduğu için, hep benimle olduğu için aslında... Söylediğim şeyleri, çoğu zaman, tüm dikkatiyle dinledikten sonra bin türlü şey taşıyan kafasında evirip çevirip tam bir aslan olmasına rağmen ikizler dengesizliğinde davranıp sinirimi bozabildiği için... Bana küsüp küsüp sonra birazcık üzerine gidince hemen barışabildiği için... Zamanında pek çok nefretimi toplamış olsa da hep böyle çok sevebildiğim için... Evden ayrılırken "tek arkadaşım gidiyor bu yüzden üzülüyorum" diyebilen bir baba olduğu için, en çok da benim babam olduğu ve o olmasa şu hayatta bir sikim olamayacağımı 24 yaşındaki çocuğu olarak gayet iyi anlayıp sindirebildiğim için ve doğum günü olduğu için, yediğim her pastada en büyük paya sahip olduğu için bir de...
Babamı çok seviyorum!