Nisan 28, 2011

"listen. listen. there are times when life calls out for a change. a transition. like the seasons. our spring was wonderful, but summer is over now and we missed out on autumn. and now all of a sudden, it's cold, so cold that everything is freezing over. our love fell asleep, and the snow took it by surprise. but if you fall asleep in the snow, you don't feel death coming.
take care"

her şey daha önce söylenmiş zaten. bazen öyle oluyor tabii, evet.
c'est la vie.
encore.

Nisan 27, 2011

okuduklarımdan, izlediklerimden, gördüklerimden bu denli etkilendiğim bir hayatta; duyduklarımdan ve hissettirildiklerimden ve hatta hissettiklerimden böylesine etkilenmem, bazı anlarda günlük rutinimin önüne geçecek boyutta ağırlaşıp durmam yadsınamaz bir gerçekti.

bir kullanma kılavuzum olsaydı şayet, üzerimde bu paragrafı taşımak isterdim.

Nisan 24, 2011

Kendimi şeffaf hissedene kadar yoğurdum, yoğurdum, yoğurdum. Sadece ben, sadece kendi kendimle. Çünkü bildiğim tek şeydi, benim derdim yine benimle.
Sonra günler günler önceydi, aylar aylar önceydi, hatta yıllar yıllar önceydi belki.... Zaman kavramını hiç kesinleştiremedim, mekanları da karıştırdığım gibi. Bir aralık, belki aylardan da Aralık, emin değilim. Bir bulut sanki üstümde, üzerimde. Ben adım atsam o da atıyor bir tane. Geri gitmeye kalksam o da geriliyor yine. Bulutun rengi var mı? Bulutun rengi yok.
Her şey karışık birbiriyle. Her şey iç içe geçmiş. Her şey vıcık vıcık. Tı. O zamanlar.
Sonra benim hayatımda depremler oldu mesela. Japonya'da tsunami yarattı artçıları.
Olduğum yerde durup yediye kadar saydım sonra. Yedi hep çok uğurlu, hep çok bereketli, hep çok kutsal.
Yedi kapıdan geçtim, kendime yedi insan seçtim.
Kaybettiklerim de oldu tabii ki, anlatmaya başlasam susmam hatta. Kalanlar daha azdır hep gidenlere nazaran. Bana göre işin ironisini de bu oluşturdu hep. Parmak hesabı yaptım, yetmedi kağıt kaleme gittim. Ölçtüm, biçtim. Yaptım, yok ettim.

Bir balkon vardı mesela, yaza doğruydu yine. Hava tıpkı bugün gibiydi. Aynı göktü, aynı maviydi, aynı rüzgardı ayaklarımızın üzerinde hissettiğim. Bir mindere kıvrılmış yatıyorduk, burnuma saksıdaki çiçeklerin kokusu geliyordu. O kadar emindim ki kendimden, ölene dek orada yaşayacaktım.
Oysa kalktım buraya geldim.
Hepimiz çocuktuk bir zamanlar.
Ben hala çocuğum çoğu zaman, hiç inkar etmedim. Edemem.
Ama itiyat haline gelse de yavşaklığın geçici, verdiği zararınsa baki olduğunu bilecek kadar büyüdüm yine de.
Benim teşekkür ettiğim şeylere teşekkür etmediğin için sana kızacak değilim. Çünkü bir yolsa üzerinde yürüdüğümüz, ben o yoldan daha önceleri geçtim. Tıpkı benim yolumdan senin de geçtiğin, diğerlerinden de geçeceğin gibi.
Hayat bu kadar da zor bir şey değil aslında, içinde insanları olmadıkça. İşte tam da bu yüzden -ve diğerleri ile- insanları hiç sevmedim. Sevemedim.

Oysa sen elimden tutmuştun benim, gözlerimin içine bakıyordun. Yanımda susuyordun ama. Uzağımda uyuyordun. Ama ben gidelim diyordum, gidiyorduk. Kalalım diyordum, kalıyorduk. Sen bana tabi oluyordun ben gitmeyi seçtim. Şimdi ben sana yoksunuyorum en çok. Mesela nasıl gittiğimizi hatırlamadığım o yerde yaptığımız kahvaltıyı hatırlıyorum. Çocukluğumdu o taşlarda sana gösterdiğim, o denizdeydi benim kokum... Farkına varıyorum ki ben o gün hayatımı önüne sermiştim. Güneşti her yer, hiç yalan yoktu, hiç pislenmemişti daha hatıralarımız.
Bugün pirüpak olduğuma bu denli inanıyorsam şayet, hepsi sadece benim yüzümden. Ve kurduğum hayaller. Sen hepsine inandın. Ben seni çok sınadım. Ama bakalım.
Zaman, çünkü. Önceleri ben çok emindim. Sonra bir tokat yedim. Öğrendim. Bazı anlarda insanlara tokat atılması gerektiğini de öğrendim beraberinde.

Ben seni bulalı kaç yıl oldu bilmiyorum. Sana hadi gidelim demek istiyorum, saçların yine öyle parlasın, ben olalım, sen olalım, biz olalım demek istiyorum. Kelimeleri bıraktığımı hatırlıyorum sonra. Bu yüzden susuyorum, susuyorsun, susuyoruz.

Peki.


"İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir"

*sükut-u hayal
ve sukutuhayal arasındaki farka gizlendim bu sefer.

Nisan 16, 2011

yıllar yıllar önceydi

"duvarlar maviye boyanmış
odanın simetrik olarak tam ortasında dört ayaklı bir tahta tabure
elini tutmak için oturuyorum
yaralarımıza bakıyoruz uzun uzun
arkanda cam bir küre, içinde baloncuklar dans eden
küreden uzanan plastik boru burnuna nefes taşıyor
yutuyorsun, yutkunuyorsun hayır demeden
direnecek halin olduğunu sanmıyorum?
cam bir kürede dans eden buhar gitmek zorunda olduğu yolu katediyor
cam küre burnuna, yatalak hayatını taşıyor
yaralarımız katı ve yer yer sert artık,
daha vakit gerek iyileşmemiz için.

simetrik olarak tam ortasında durduğum mavi duvarlı odada
ellerini tutarken bir sigara yakmak istiyorum
cam küre kırılıyor
buharı içime çekip burnuna üflüyorum
dudaklarım sana hayat veremiyor
ciğerlerimden gelen zehirli hava
plastik bir borudan geçip duvara değiyor
is kalıyor ardımda giderken
bir de kesif bir koku.
nefes alman için,
camı açık bırakıyorum.
cam kürenin kırıkları avucumda, yaralarımı kanatarak odadan çıkıyorum.
tabure kalıyor yanında
hayat aslında odanın mavi duvarlarının arkasında
keşke ellerin artık uyansa."


bu satırlar yazıldığında.
yıllar yıllar sonra şimdi,
mavi odada, varlığını göremesem de, orada olduğundan eminim, o dört ayaklı tahta tabure.
dedi ki gözleri kapalı, gözlerin kapalı bir prenses gibi, öpülmeyi beklediğin için belki?
yıllar yıllar önceydi, hayır demeden, yutkunuyordun zoraki. yutkunmayı geçtim, nefes bile alamıyormuşsun şimdi.
en sevdikleri kelimelerden biridir beyaz gömleklilerin "iflas"
ve hep -miş'lidir zamanlar, sanki üzerinden çok çok uzun zaman geçmiş
geç-miş. (yalan)
sen de geçmiş olacaksın, ben de olacağım hatta...
onlar hep kalacaklar ama
başlarında incecik bir bahar örtüsü,
ayakları çıplak, çocukluğumdan beri bastığım halı, altımızda, sıcak.
gidiyormuşsun sen şimdi,
yıllar yıllar sonra, ben burada sen mavi odada, ben yokum diye belki de tek başına, hayır değil! hep kalabalıkta, herkesle yan yana.
ben hiç olmamışım gibi
ben hiç olamazmışım gibi
vücut
beyaz
saçların siyah, hala şimdiki zaman
ben nasıl öğreteceğim parmaklarıma geçtiği zaman?
-di'leyemem.
istesem de gelemem.

artık uyusun ellerin,
incecik bileklerin.
ve en güzel kelimeleriydi aramızdaki dilin,
gözlerin.

Nisan 02, 2011

ne yaptım ne ettimse olmadı, fatmagül'ün alnındaki lekeyi silemiyorum a dostlar.