bugünlerde olmuyor. ne ellerim devriliyor ne cümlelerim evriliyor. öyle bir durma hali ki, nasıl tekrar ittireceğimi bilmiyorum. ben sana güzellikler diyorum, bahar diyorum, güneş açıyorum; sen dudaklarında belli belirsiz bir şarkı mırıldanıp ellerini gözlerine siper ediyorsun.
belki de uzun zamandır kedi görmediğim içindir.
Mart 24, 2010
Madem bugüne böyle güzel bir maille başladım o halde bir istisna yapıp her zaman yazılanların aksine küçücük ama kocaman bir teşekkür yazabilirim buraya. Çünkü onlar inançları ve bağlılıkları yüzünden en büyük teşekkürü hak ediyorlar.
Bunlardan birisi mesaj yollayan arkadaşın, diğeri sensin takvim değiştirip tekrar başlayan... İyi ki geri geldin, benim gibi.
Bir de entelektüel sohbetlerimizle -canım benim- birbirimizi büyüleyip bardakları tokuşturduğumuz, mısırları hep benim yememe izin veren var ki...
Öncelikle sadece üçünüze, sonra bilmediğim hepinize çok çok çok teşekkürler.
Bunlardan birisi mesaj yollayan arkadaşın, diğeri sensin takvim değiştirip tekrar başlayan... İyi ki geri geldin, benim gibi.
Bir de entelektüel sohbetlerimizle -canım benim- birbirimizi büyüleyip bardakları tokuşturduğumuz, mısırları hep benim yememe izin veren var ki...
Öncelikle sadece üçünüze, sonra bilmediğim hepinize çok çok çok teşekkürler.
Mart 21, 2010
kaç pazarı senle geçirdim, kaç pazar sensiz geçti... durup bunları saymak istiyorum mesela. o denli büyük bir akılımı yitirmişlik hissi. odamın kapısını hiç açmasam aslında. arkasına bütün hatıralarımı yığsam, ki bir kısmını artık daha fazla taşıyamayacağım için doğum günümde çöpe attım. doğum günlerinde hatıraları çöpe atmak... dışarıdan baktığında o kadar "oldurulmuş" bir sahne gibi gözükse de hey! sen, içi kötü olan. ben bunu yaptım. neyse. şimdi hiçkimseye ve hiçbir şeye sinirlenmeme zamanı. tüm dünyayı oluruna bırakma... dünyayla bir derdim var fark etmeyen olduysa şayet şimdiye kadar bunu açık açık söylemem gerekiyor demektir. demek ki sen de benim kadar aptalsın sevgili farkında olmayan kişi. hiç üzülme. yalnız değiliz, bizden daha akıllılarla bir arada yaşıyoruz. tek eksiği zihnimizde zannediyorlar oysa ki eksikliğin en büyüğünü kalbimizde hissettiğimizden mütevellit, bakidir aptal halet-i ruhiyemiz ve mevcudiyetimiz.
şimdi durup desem: öyle güzel kahvaltılarımız oldu ki. farklı desenlerdeki çarşaf, yastık ve yorgan kılıfı öbeğinden sıyrıldıktan sonra, hep birimiz gitti un tradition sésame alıp geldi. evde kalan diğeri o sırada sobanın üstündeki masaya, boyası biz kullana kullana kabaran, yer yer soyulan, her anımıza evdeki diğer tüm eşyalar gibi şahit o dört ayaklı kapaksızlığından kutu demeye dilimin varmadığı masaya bir bir sevdiklerimizi getirdi, bıraktı. masada iki tabak, iki çatal. evde iki sandalye. birinde sen birinde ben. bazı zamanlar birinde ikimiz birden...
sessiz anlar. hiç sevmiyorum öylesini. yatağın içindeyim, dışarıda önce sen, sonra oda, sonra şehir. kulağımdan içeri geliyorlar. yorgan yetmiyor -ki duyuyorum. duymamayı tercih etmeye çalıştığım anlar. gereksizce uyuyorum. içimde çıt çıkmıyor. herkes köşeleri kapmış ne yapılacak acaba diye birbirine bakıyor. pişmanlık, çaresizlik, acınma isteği, sevilme isteği, dokunma/dokunulma isteği. en içte, öylesine büyük ki. insanlığımdan öleceğim. aslında büyük fırtınalar. dışımda her şey süt liman. dudaklarım kenetlenmiş gibi. içimde çıt yok. dışımda çıt yok. ah! bir "çıt" etsem, bütün büyü bozulacak sanki, bize bir vakit daha verecekler, ah bir "çıt" etsem bütün gerekliliklerden kurtulup senin olacağım sanki.
bu dünyada biriyle olmaktan daha güzel bir şey varsa şayet o da onun da sizinle olmasıdır herhalde.
kafam çok dolu olduğunda yapamıyorum. savaş anlarında sus pus olan veletler, eksiklik anlarında hep ortalıkta koşturuyorlar. beynimin içinde kırk tilki, kuyruğu birbirine değmeden dolaşıyorlar. sağa dönsem aynı sensizlik, sola dönsem bi'şey değişmiyor...
hani yapmayayım diyorum, bahsetmeyeyim diyorum sevgilim ama, burada günler senin adınla başlayıp senin adınla bitiyor...
şimdi durup desem: öyle güzel kahvaltılarımız oldu ki. farklı desenlerdeki çarşaf, yastık ve yorgan kılıfı öbeğinden sıyrıldıktan sonra, hep birimiz gitti un tradition sésame alıp geldi. evde kalan diğeri o sırada sobanın üstündeki masaya, boyası biz kullana kullana kabaran, yer yer soyulan, her anımıza evdeki diğer tüm eşyalar gibi şahit o dört ayaklı kapaksızlığından kutu demeye dilimin varmadığı masaya bir bir sevdiklerimizi getirdi, bıraktı. masada iki tabak, iki çatal. evde iki sandalye. birinde sen birinde ben. bazı zamanlar birinde ikimiz birden...
sessiz anlar. hiç sevmiyorum öylesini. yatağın içindeyim, dışarıda önce sen, sonra oda, sonra şehir. kulağımdan içeri geliyorlar. yorgan yetmiyor -ki duyuyorum. duymamayı tercih etmeye çalıştığım anlar. gereksizce uyuyorum. içimde çıt çıkmıyor. herkes köşeleri kapmış ne yapılacak acaba diye birbirine bakıyor. pişmanlık, çaresizlik, acınma isteği, sevilme isteği, dokunma/dokunulma isteği. en içte, öylesine büyük ki. insanlığımdan öleceğim. aslında büyük fırtınalar. dışımda her şey süt liman. dudaklarım kenetlenmiş gibi. içimde çıt yok. dışımda çıt yok. ah! bir "çıt" etsem, bütün büyü bozulacak sanki, bize bir vakit daha verecekler, ah bir "çıt" etsem bütün gerekliliklerden kurtulup senin olacağım sanki.
bu dünyada biriyle olmaktan daha güzel bir şey varsa şayet o da onun da sizinle olmasıdır herhalde.
kafam çok dolu olduğunda yapamıyorum. savaş anlarında sus pus olan veletler, eksiklik anlarında hep ortalıkta koşturuyorlar. beynimin içinde kırk tilki, kuyruğu birbirine değmeden dolaşıyorlar. sağa dönsem aynı sensizlik, sola dönsem bi'şey değişmiyor...
hani yapmayayım diyorum, bahsetmeyeyim diyorum sevgilim ama, burada günler senin adınla başlayıp senin adınla bitiyor...
Mart 18, 2010
dünyayı, dünyada dönen olayları ve en önemlisi içinde yaşadığı kaba böylesi zarar veren insanları anladığım zaman öyle büyük bir aydınlanma yaşayacağım ki, aydınlıktan öleceğim herhalde.
mutluluğunun kıymetini bilmeyen insanlar sürüsü, ağzınızı hem hiddetle hem de sakinlikle -ikisi bir arada nasıl barınacak bilmesem de- ayıptır söylemesi kırmak istiyorum.
en nefret ettiğim ve tiksindiğim yanınız da -ki hepinizde garip bir şekilde ortaktır bu- "aa canım n'oldu ki n'aptım ki ben şimdi?" şaşkınlığınız ve asla tutmayacağınızı ezberlettiğiniz halde utanmadan defalarca aynı sözleri verebilme aptallığınız.
bari size değer verenlerin hayatından çalmayıp varsa kendiniz gibilerin toplandığı bir komunite, gidip orada mutlu mesut yaşayınız. yeter ki size benzemeyen -ki "hassaslar topluluğu" diyebiliriz onlara rahatça- insanları rahat bırakınız.
mutluluğunun kıymetini bilmeyen insanlar sürüsü, ağzınızı hem hiddetle hem de sakinlikle -ikisi bir arada nasıl barınacak bilmesem de- ayıptır söylemesi kırmak istiyorum.
en nefret ettiğim ve tiksindiğim yanınız da -ki hepinizde garip bir şekilde ortaktır bu- "aa canım n'oldu ki n'aptım ki ben şimdi?" şaşkınlığınız ve asla tutmayacağınızı ezberlettiğiniz halde utanmadan defalarca aynı sözleri verebilme aptallığınız.
bari size değer verenlerin hayatından çalmayıp varsa kendiniz gibilerin toplandığı bir komunite, gidip orada mutlu mesut yaşayınız. yeter ki size benzemeyen -ki "hassaslar topluluğu" diyebiliriz onlara rahatça- insanları rahat bırakınız.
Mart 16, 2010
hayatta bazı anlar olur asla dönülmek istenmeyen, içinde sonsuza kadar yaşanılmak istenenlerin aksine.
bazı kişiler olur bir de yüzünü bir daha asla görmek istemediğiniz, sonsuza kadar ayna misali bakmak istediklerinizin tersine.
sadece birkaç hafta sonra, birkaç bilet sonra, yine özlediğim her şeyin hayatımın ortasına yerleşecek olması ne kadar güzel diye sorarsanız şayet, ne ben cevap verebilirim ne de siz anlayabilirsiniz.
ben size muzu ne kadar sevdiğimi anlattıkça, siz elmayı neden sevmediğime takılırsanız bu iş cidden olmaz.
şimdi ortak noktada buluştuysak, bütün planları yapıp karnımızı da doyurduysak, evden çıkmadan önce dişlerimizi fırçalamaya gidiyoruz biz. geceleri de üşüyen dilimize kazak giydiriyormuşuz zaten. öyle bir sevgi hali ki neresinden tutsam daha da büyüdüğünü/büyüdüğümü hissediyorum.
oluyor mu öyle?
bazı kişiler olur bir de yüzünü bir daha asla görmek istemediğiniz, sonsuza kadar ayna misali bakmak istediklerinizin tersine.
sadece birkaç hafta sonra, birkaç bilet sonra, yine özlediğim her şeyin hayatımın ortasına yerleşecek olması ne kadar güzel diye sorarsanız şayet, ne ben cevap verebilirim ne de siz anlayabilirsiniz.
ben size muzu ne kadar sevdiğimi anlattıkça, siz elmayı neden sevmediğime takılırsanız bu iş cidden olmaz.
şimdi ortak noktada buluştuysak, bütün planları yapıp karnımızı da doyurduysak, evden çıkmadan önce dişlerimizi fırçalamaya gidiyoruz biz. geceleri de üşüyen dilimize kazak giydiriyormuşuz zaten. öyle bir sevgi hali ki neresinden tutsam daha da büyüdüğünü/büyüdüğümü hissediyorum.
oluyor mu öyle?
Mart 13, 2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)