Ne denli huysuz olduğumdan bahsedebilirim sizlere. Son günlerde dünyanın en gereksiz şeyleriyle nasıl savaştığımı da anlatabilirim dilerseniz. Her şeyin nasıl tek tek batmaya başladığını, umut denilen hissin ya çoğunda ya azında nasıl boğulduğumu ya da.
Koca koca adamlar, kadınlar karşısında kendimi nasıl küçücük, nasıl ufacık, nasıl minicik hissettiğimi de söyleyebilirim.
Her sabah yataktan "hadi bakalım bugün de tek başınasın yavrucum, bunu senden başka yapabilecek kimse yok o yüzden pes etmek de yok" diyerek kalksam da her gece yastığa başımı "ne için uğraşıyorsun aptal" diyerek koyduğumu da anlatabilirim.
Nasıl hissizleştirildiğimden, nasıl başkalaştırıldığımdan, nasıl kendim olmaktan çıkartılıp sıradanlaştırıldığımdan, aynaya bakarken acaba hala aynı insan mıyım diye şüphe ettiğimden...
Birkaç kelime verseniz içlerini tam anlamıyla doldurabileceğimden...
Aciz hissettiğimden,
yalnız hissettiğimden,
çaresiz hissettiğimden...
Ya da dilerseniz hiçbir şeyden. Tümüyle gurur duyduğum etrafımdakilerden...
Yine de "everyday i wake up i choose love, i choose light" diyen bu kızın ağzını burnunu kırmadan rahatlayacağımı sanmıyorum. Ama hayatım böyledir benim. En büyük ironiyi alıp tavana asar altına yatar gülümseyerek izlerim, sonra da ışığı söndürüp çıkar giderim.