Nisan 14, 2008

Okuduğum kitaplardaki öyküler bana kan tadı veriyor. Cümleler kanar mı gerçekte de yeşil balık? Konuşmak için ağzını açtığında içine su doluyor, durduramıyorum. Sana yardım edemiyorum.
İsteklerimin önüne geçmek için geliştirdiğim otokontrol sonucu yine bir şeyleri engelliyorum.

İlk cinayetimi gördüğümde kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Sular kana bulanmıştı. Su kanallarından günlerce oluk oluk kan akmıştı. Hangi Tanrı kanı bu kadar çok sevebilirdi ki? O gün birilerinin tanrısı olamayacağımı anlayıp gözlerimi kapadım.
Gözlerimi tekrar açtığımda ergenliğin saçma evrelerinden birinde kısır döngüye girmiş evrimimi tamamlamaya çalışıyordum. Çikolatalar kana bulanmıştı. Adet kanını çikolatalara sürüp sevgililerine yedirmek isteyen kızlar etrafımı sarmıştı. Hangi genç kız sevgilisini ömrünün sonuna kadar kendine bağlayacak kadar sevebilirdi ki? O gün birilerinin sevgilisi olamayacağımı anlayıp gözlerimi kapadım.
Gözlerimi yeniden açtığımda o kadın kulağıma dünyanın en kötü şarkısını söylüyordu. Çeliğin deriye girerken yaşadığı anlık zorlamanın ardından yuvasına oturan anahtar gibi arka arkaya ete girip çıkmasını ve ortalığı kana bulamasını izledim. Yapacak bir şey yoktu. Kesilme sesi duyulmuştu ve kan akacak yolu çoktan bulmuştu. Koşamadığı için öldürülecek diyorlardı, peki başka çare yok muydu? Yoktu. Hangi insan sahip olduğu şeyi 'onun iyiliği için böyle olmalı' diyerek yok edebilirdi ki? O gün birilerine ve bir şeylere sahip olamayacağımı anlayıp gözlerimi kapamadım, yuvalarından çıkardım.
Hepinizden daha çok kanadım. İnce jiletlerin damarlarımın üzerinde dans etmesine, minik iğnelerin damarlarımın içindekini çekmesine hiç aldırmadım.
Kanı arkadaş belledim, kan kokusunu çok sevdim.
Bugün cinayetlere kayıtsız kalmam, düşen çocuklara bakıp kahkahalar atmam, öleceğim diyenlere ardımı dönmem bu yüzden.
Dünyanın bütün kanlarını gördüm ve o kanların tadına doydum ben.

"etimizden geçen zamanla, içimizden geçen zaman aynı değildi çünkü." - m. mungan