Mart 31, 2008

Evden çıktı. Arkasına bakmadan yürüdü. Uzun uzun yollar, yollarda boy boy taşlar. Ceplerine doldurdu.
Arkasına bakmadan koştu. Nefesi kesilene kadar, teri yere damlayana kadar. Dilini tükürüğüne katık edip yutana kadar. Durdu. Dilini yuttu. Lal oldu.
Sormadılar adını, sorsalar da söylemezdi anlamını.
Kolundan tuttular. Bu taraftan yürü, dediler. Yürüdü. Onlarla beraber, taşlara basarak merdivenleri çıktılar. Duvarı örülmemiş katlar. Evlerinde aile olmayan insanlar.
Cebinden şırıngayı çıkarttı. İğneyi ucuna taktı. Etrafında koruyucu bir kalkan gibiydi tanımı.
Çocuk.
Sorgusu suali olmazdı yaptıklarının. Gülüp geçerlerdi yarattığı sonuçlara suçlarının. Onun yerine hep ben dayak yedim. O yaptı diye beni dövdüler. Ağzımdan kan getirdiler. Dilimi kustum oracığa. Gözümden hiç yaş akmadı. Gözlerim hiç ağlamadı.
Şırıngayı sıkı sıkı tuttular. Bir kas darbesiyle sapladılar. Hiç kan akmadı.
Yıkık dökük merdivenlerden usul usul çıktılar. Konuşanın ağzına pat diye vurdular. Şırıngayı sapladılar. Kanı içine doldurdular. İğneyi diğerine soktular. Kanı içine akıttılar. Kan hiç ağlamadı. Kanı kanına karıştı. Kankardeş oldular. Ama hiç ağlamadılar. Çocuktular.

O kadın şarkı söylerken içimdeki en dokunulmaması gereken yerlere dokunup kabukları gözünü kırpmadan kopartıyor. Çocuklukta kirlenen beyazdaki lekeler asla çıkmıyor.