Mayıs 21, 2007

Uyanır uyanmaz sandalyeme bırakılmış -yıkanmış ve özenle katlanmış- giysilerimi görmek bazen beni çok duygulandırıyor.

~

Masaya dökülen susamları parmağımın ucuyla topluyorum, baş parmağımın yardımıyla kağıda saçıyorum. Aklımdan geçen şey ve gördüğüm şey genelde hep farklı oluyor. Mesela öyle çok isterdim ki susamlar hain bir rüzgarla kağıda ulaşamadan havaya savrulsan ve o anda uçmakta olan bir kuş gelip susamların hepsini yutsun. İşte o zaman dünyadaki en mutlu insan olabilirdim. Çemberi daha da daraltacak olursak çocuk bile olabilirdim. Ne kadar çok isterim gökkuşağına yatıp güneşi izlemeyi ve güneş gözlüğünden bunca nefret ederken.
Herkesin kabul ettiği bir gerçek bu, sanırım sizinle bu ortak noktada buluşmak zorundayım, hayallerimiz ve gerçeklerimiz neredeyse her zaman birbirinden farklı. Fakat o zaman gökkuşağının altından geçersem dileklerimin gerçek olacağı ya da ucuna erişebilirsem bir küp altın bulacağım saçmalığı neden öğretildi?
Çocukluktan başlıyoruz ki hayallerle yaşamaya büyüdükçe daha çok kırıklığımız olsun. Oysa ki sen bana gerçekleri vermiş olsaydın o yaşta belki -modern- kahramanlardan biri olurdum şimdi, şu zamanda.
Kahramanlığın ve tüm kahramanların köküne kibrit suyu, yaşasın parmak-susam-kağıt kardeşliği.
Zaten kuşlar da uçmuyor, ölüyor artık.