Kasım 01, 2011

Güldüğü zaman gözlerinin içi gülüyor ve konuşurken sanki kelimelerimi dudaklarıyla duyacakmış gibi dudaklarıma yaklaşıyor. Ürküyorum böyle olduğunda, irkiliyorum. Birini bu kadar yakınımda istemiyorum çünkü her ne sebeple olursa olsun. O ise yalnızca yardım etmek istiyor. İçi gülen gözleriyle, birbiri ardına sarıp içtiği sigaraları ve koşarken ve gülümserken ve kağıtlarıma kalemleriyle bir şeyler yazarken, arada sırada gözlerimin içine bakıp gülümserken, o benimle olacak derken.
İnsanlar nasıl bu kadar emin kendilerinden? Hiç şüphe etmeden, hiç acı çekmeden, hiç ölçüp biçmeden, hiç ince elemeden hatta sık dokumadan. Doğuştan gelen bir yetenek benim için eminlik... Asla sahip olamadığım, "şey ben teraziyim" diye geçiştirmeye çalıştığım.

Ayrıca öyle karışık dolaplarım, çekmecelerim, iç içe geçmiş kutularım... Her köşesine bir şeyler sakladığım hayatım, bir evden diğerine taşınırken ortaya saçtıklarım... Dakikalarca bakıp yine yeniden çöpe attıklarım. Sizi de buraya kadar taşıyabiliyorum ama bundan sonra asla diye başlayan, hiç bitmeyen yakınmalarım.
Kimilerimiz hiç büyümez, kimilerimiz hiç akıllanmaz, kimilerimiz hata yapmaktan hiçbir zaman korkmaz belki.

Penceremden baktığımda çiçekleri göreceğim artık. Bana yeşili verdiler. O yeşilden maviye, o yeşilden griye ve diğer tüm renklere. Ben, evim, kendim. Bana en iyi geleni yine sadece en iyi ben bileceğim.