Ekim 29, 2011
Ekim 25, 2011
Ekim 18, 2011
Herkesin kendi işini kendi gördüğü bir dünyada ayakta kalmaya ve tutunmaya çalışırken, ki bunun zorluklarını bir başka zaman uzun uzun anlatacağım aslında ya da anlatmayacağım, aklımızı yitirmemeye çalışmak da en önemlisi aslında.
Kahvaltımı hazırlıyorum, güne başlıyorum, akşam yemeğimi yedikten hemen sonra bulaşıkları yıkıyorum. Hiç düşünmemeye çalıştıkça daha çok düşündüğümü fark ederek irkiliyorum. Ya yıkıyorum ya yıkılıyorum. İşte aradaki farkı görmek için önümüzde upuzun bir ömür var.
Sahi bir yerlerde, başka bir zamanda upuzun bir ömür var mı?
Kahvaltımı hazırlıyorum, güne başlıyorum, akşam yemeğimi yedikten hemen sonra bulaşıkları yıkıyorum. Hiç düşünmemeye çalıştıkça daha çok düşündüğümü fark ederek irkiliyorum. Ya yıkıyorum ya yıkılıyorum. İşte aradaki farkı görmek için önümüzde upuzun bir ömür var.
Sahi bir yerlerde, başka bir zamanda upuzun bir ömür var mı?
Ekim 16, 2011
Ekim 15, 2011
şimdi, aradığım huzur denilen şeyi ben bulup bulup yitirdiğimi zannediyorum ya hani, öyle bir şey yokmuş işte.
çünkü huzur dediğim şey tam buradaymış aslında. huzur dediğim, köşe bucak arayıp bulmak istediğim hep sendeymiş, hep senmişsin hatta.
huzur dediğim senin adın, huzur dediğim senin ellerin, huzur dediğim senin varlığınmış aslında.
yine geldin, iyi ki geldin, çok da iyi ettin...
en güzel yerim senin, en güzel yanım sensin.
çünkü huzur dediğim şey tam buradaymış aslında. huzur dediğim, köşe bucak arayıp bulmak istediğim hep sendeymiş, hep senmişsin hatta.
huzur dediğim senin adın, huzur dediğim senin ellerin, huzur dediğim senin varlığınmış aslında.
yine geldin, iyi ki geldin, çok da iyi ettin...
en güzel yerim senin, en güzel yanım sensin.
Ekim 14, 2011
Ekim 09, 2011
Ekim 04, 2011
İşte tam burada oturmuş eski alışkanlıklarımı kazanmaya çalışıyorum. Belli şeyleri alışkanlık edinip kendinize, yıllarca, belki aylarca ya da haftalarca da olabilir hatta, sonrasında yitirdiğinizde; önce sonsuz bir boşluk hissediyorsunuz tüm bedeninizde. Sonra boşluğun ortasındaki yerinizi alıp, asıldığınızı hissediyorsunuz. Daha doğrusu boşlukta salınmak diyelim buna. Boşlukta uçmak. Boşlukta, durmak ya da.
Siz yükseldikçe, parmak uçlarınızdan akıp gidiyor size ait şeyler. Birer birer terk ediyorsunuz farkında olmadan size dair şeyleri. Başka bir şeye dönüşüyorsunuz belki. Daha yalın, sade, boş. Simple kelimesini doldurabilecek kadar, sadece, hacminiz kalıyor hayatta.
Ve yükselişinizin düşüşünde, ki özgür kaldığınız ana tekabül eder kendisi, önceleri panikliyorsunuz. Her şeyin üstüne gidiyorsunuz bir anda çünkü. Kitap okurken müzik dinlemeye çalışıp, sigara içerken resim yapmaya başlıyorsunuz. Daha kahveniz bitmeden, yeşil çayınız için su ısıtıyorsunuz. Önünüzde en sevdiğiniz internet adresleri açık, okuduğunuz her şeyi yarım bıraka bıraka ötekine sıçrıyorsunuz. Elde var sıfır.
Bunun sadece bir geçiş evresi olduğunu fark etmeden abanıyorsunuz resmen üstünüze. Haksızlık ede ede kendinize.
Aslında bütün kapıları kapatsanız, pencereleri örtseniz sakince, perdeleri çekseniz hiç ışık girmeyinceye kadar ve odanın ortasına oturup düşünseniz. Kendinize bu şansı verseniz. Bir, beş, on dakika, bir saat, beş saat belki... Bitmesi gerektiğinde, alarmı içinizde hissedeceğiniz bir saat gibi. Sizin başlattığınız, kendiliğinden sonlanan bir süreç...
Nefret yok artık, yaraların ilk ve en ince kabuğunu oluşturmaya başladınız bile. Sevgi de yok artık. İçinizdeki duyguları ve düşünceleri başka şeylere dönüştürmeye ve idame ettirmeye hazırsınız işte.
Burası sizin içiniz. Burası sizin eviniz. Bu duvarlar, bu çatlaklar, bu yarıklar, oyuklar... Bu izler. Hepsi sizin, hepsi sizsiniz. O yüzden önce kendinizi seviniz. Sonra belki başka bir kapıda başka birine hoşgeldin dersiniz. Ama bu hayatta önce siz, kendiniz.
Çok sevgili bir yazarın da dediği gibi:
"o an anladım ki her şey farklı/uzak/yabancı olsa da huzur tanıdık kalıyormuş"
çünkü hayatınız boyunca aradığınız şey aslında, sanırım, sizsiniz.
Siz yükseldikçe, parmak uçlarınızdan akıp gidiyor size ait şeyler. Birer birer terk ediyorsunuz farkında olmadan size dair şeyleri. Başka bir şeye dönüşüyorsunuz belki. Daha yalın, sade, boş. Simple kelimesini doldurabilecek kadar, sadece, hacminiz kalıyor hayatta.
Ve yükselişinizin düşüşünde, ki özgür kaldığınız ana tekabül eder kendisi, önceleri panikliyorsunuz. Her şeyin üstüne gidiyorsunuz bir anda çünkü. Kitap okurken müzik dinlemeye çalışıp, sigara içerken resim yapmaya başlıyorsunuz. Daha kahveniz bitmeden, yeşil çayınız için su ısıtıyorsunuz. Önünüzde en sevdiğiniz internet adresleri açık, okuduğunuz her şeyi yarım bıraka bıraka ötekine sıçrıyorsunuz. Elde var sıfır.
Bunun sadece bir geçiş evresi olduğunu fark etmeden abanıyorsunuz resmen üstünüze. Haksızlık ede ede kendinize.
Aslında bütün kapıları kapatsanız, pencereleri örtseniz sakince, perdeleri çekseniz hiç ışık girmeyinceye kadar ve odanın ortasına oturup düşünseniz. Kendinize bu şansı verseniz. Bir, beş, on dakika, bir saat, beş saat belki... Bitmesi gerektiğinde, alarmı içinizde hissedeceğiniz bir saat gibi. Sizin başlattığınız, kendiliğinden sonlanan bir süreç...
Nefret yok artık, yaraların ilk ve en ince kabuğunu oluşturmaya başladınız bile. Sevgi de yok artık. İçinizdeki duyguları ve düşünceleri başka şeylere dönüştürmeye ve idame ettirmeye hazırsınız işte.
Burası sizin içiniz. Burası sizin eviniz. Bu duvarlar, bu çatlaklar, bu yarıklar, oyuklar... Bu izler. Hepsi sizin, hepsi sizsiniz. O yüzden önce kendinizi seviniz. Sonra belki başka bir kapıda başka birine hoşgeldin dersiniz. Ama bu hayatta önce siz, kendiniz.
Çok sevgili bir yazarın da dediği gibi:
"o an anladım ki her şey farklı/uzak/yabancı olsa da huzur tanıdık kalıyormuş"
çünkü hayatınız boyunca aradığınız şey aslında, sanırım, sizsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)