Hayat tıpkı çay gibi, az demlesen yavanlığından çok demlesen acılığından yaşanmıyor.
Her şeyi biriktirebileceğimi sanmıştım oysa ben daha yolun başında. Ucu bucağı olmayan bir valiz yanılgısına kapılmıştım hafızamı her hatırladığımda. Hafızadan bahsederken bile "hatırlamak" sözcüğünü kullanmak birilerinin oyunu olmalı, bu oyunu oynayan saklandığı yerden bir an önce çıkmalı.
Bazen daha önce çoğu zaman yanında bulduğun, sağında solunda, eteğinde yamacında bulduğun kişiyi en çok istediğin anda yanında bulamıyorsun. Etrafında dönüp anlamsızca haline ağlıyorsun. Ağlamana sebep okudukların da var, hatıraların da var. Utanmıyorsun ve usanmıyorsun. İşte tam da bu anda tüm hatıralar geliyorlar bekledikleri yerlerden. Reklamdaki gibi zihninin tüm dolaplarından, bütün çekmecelerinden bir şeyler fırlıyor. Sen ayak uyduramıyorsun yalnız, şaşırıp kalıyorsun. Donakalıyorsun hatta. Gözünde yaşlarınla don'akalıyorsun. Sonra teknolojiye sığınıp özlem gidermeye çalışıyorsun. Her şey yarım yamalak. Sevgilerimiz bile şebeke kurbanı. Çekmiyor, ses gelmiyor, ses gitmiyor, lanet ediyorsun. Anlamsızca yaşını hatırlıyorsun sonra, daha küçüğüm deyip gülümsüyorsun. Öyle içten gülümsüyorsun ki sokaktan geçenler de sana gülümsüyor. Yanında olsa o da sana gülümser, eminsin. İzmir'de olduğunu anımsıyorsun. Hani esnafın yüzünün hep güldüğü, birkaç kelimenin farklı adlarla çağırıldığı ve güneşin hep denize battığı bu sıcak şehir. Adı İzmir.
Burada olmamak için o kadar çok şey verebilirdim ki ve burada olmak için ne kadar çok şey verebilirsin... Bilmek, anlamak çözmeye yetmiyor. Sorunlarımız boyumuzu aştı, sorularımız yaşımızı aştı. "Sen çok iyi birisin"
Yalnızlık, yalnızlık, yalnızlık...
Kendimden çıkıp kendime dönüyorum.