Mayıs 30, 2006

İstanbul'u Fetheden İlk Terskose

Terskose sağsalim İstanbul'a vardı! Dırıdıdım! Günlerdir ya staja gidiyor, ya cafeye gidiyor, ya da yorgun oluyor bu yüzden daha erken yazamadı. Özrünü unutmadı tam buraya iliştiriyor; özür dilerim.

Yol günlüğü mü denir bilmiyorum ben yol yaşantıları demeyi uygun gördüm. Şöyle ki otobüste yaşadıklarım sonucunda kafamda şekillen birkaç şeyi ve yaptıklarımı aşağıya sıralayacağım.

#Viyadükleri Boğaz köprüleri sanan insanlara "hıh, ne kadar salaksınız" bakışı attım.
# Boğaz'a 7 köprü daha yapılmasına karar verdim.
# Gördüğüm 10 arabadan 4'ü siyah camlı olduğu için İstanbul'un ünlüymüş gibi gözüken ünsüzler şehri olduğunun farkında vardım.
# Ve İstanbul için; minareler ve gökdelenler şehri yakıştırmasını yaptım.

"Evet bu kadar şimdi dağılabiliriz" demeyeceğim biraz da cafeden bahsetmek istiyorum size. Perşembe akşamı elimde odamı sığdırdığım valizle gittiğim Pan'dan nasıl etkilendiğimi anlatmam mümkün değil. Ben her santimetresinde Fransız Cafe'si özelliği taşıyan bir başka mekan bilmiyorum -haklısınız Fransa'ya hiç gitmedim.- Cihangir'de olduğu için birçok kediyle ve gazeteci/yönetmen/yazarla beraber oluyoruz gün içinde, kedi müdavimlerimiz; Seher, Serpil, Sabahat ve adını henüz bilmediğim ama çok iyi anlaştığımız "taptaze" bir anne. Orada olduğum için kendimi çok iyi hissediyorum ve mutlu oluyorum. Saso ile beraber çalıştığımız için hiç sıkılmıyor, çok eğleniyoruz. Güzel günler geçireceğimden emindim ama bu kadarını beklemiyordum.

***

Staj konusunda söyleyeceklerimse şimdilik sporda olduğum ama çok yakında istihbarata geçeceğimdir.

İçindekiler ve dışındakiler için teşekkürler İstanbul...

-çok uykum olduğu için saçma sapan bir yazı oldu ama merak etmeyin diye yazayım dedim, bu seferlik idare ediyoruz. Dua edin arşivden bir yazı koymadım-

Mayıs 24, 2006

Kara Melek İstanbul

Eşyalarım duruyor şimdi yatağın üzerinde. Kaç valiz veya kaç bavula sığarlar onu tartışıyoruz sürekli. Bana kalsa -hani o reklamdaki gibi- yanıma hiçbir şey almadan çekip gideceğim ama sanırım ailem "kokuşma"mı istemediği için diretiyor. Belki de ben diretiyorum onlar yanına fazla eşya alma diyor. Bu konunun doğrusunu asla öğrenemeyeceğiz ne kadar acı değil mi? Hayır değil. Hayatta hiçbir şey acı değil. Lütfen artık Serap Ezgü modumuzdan çıkalım Pakize Suda moduna girelim. Bahar geldi derken bitti, yaz geldi yahu. Bakın göreceksiniz öyle daha çok iş yapacağız. Bütün dünya pozitif olsun diyoruz kim önümüze çıkabilir desem ne kadar saçmalamış olurum değil mi? Bakın Deniz'e aylardır öylece aşık ve problemsiz bir Deniz'di şimdiyse herkes O'nu konuşuyor. Sokaklarda insanlar "abi Deniz'in nesi var?", gazetelerde manşetler "Deniz, neyin var bugün?"...
Bu arada bilmem fark ettiniz mi Kara Melek Yasemin'imiz aslında ölmemiş! Aylardır Aliye'nin vücudunda yaşıyormuş. Bu akşam İkbal Hanım'a bakışlarını görüp, "tıs"layarak konuşmasını duyduktan sonra artık iyice eminleştim. Hem zaten Aliye dediğin nedir ki? Sümsük bir kadın. Oysa Yasemin öyle miydi? Değil Saylan ailesini sülaleyi yerinden oynatıyordu, hay gözünün yeşilini sevdiğimin kadını... Bakın öyle komik ki Ece Uslu'nun dizideki adını dahi hatırlamıyorum. Öyle pozitif, öyle silik insan olacaksam hiç olmayayım daha iyi. Sormak istiyorum ey okuyucularım hanginiz Kara Melek'in müziği eşliğinde suç işlemediniz veya suç işlemeyi cazip görmediniz? Yoksa siz Sinan'vari çocuklardan mıydınız? Öyleyse hiç durmayın, kaçıp gidin buradan. Çünkü bu satırları yazan kişi hiçbir gün "sevdim dedin, hiç sevmedin. Sen kimleri mahvettin Kara Melek?" sözlerini tekrarlamadan uyumuyor. Nahit, her neredeysen ortaya çık ve Yasemin'i Sinan'dan kurtar.
Neyse bu kadar Aliye ve Kara Melek muhabbeti yeter. Her şeyin fazlası zarar aşırısı bayar.

***

Gelelim biraz da benim hayatıma... Masamın üzerinde biletim duruyor; gidiyorum ben hoşça kal, evet. Perşembe sabahı 11'de kalkıyor otobüsüm ardından ver elini İstanbul. Staj ayarlandı, iş ayarlandı, kalacak yer ayarlandı, baba ayarlandı, "evet var mı başka engel?" benim yeni duruşum. Hatta savaş esnasında gözüme girmesin diye bugün gidip saçlarımı kestirdim. İyice, kısacık. Bu hali hiç güzel olmadı bu yüzden boşuna ısrar etmeyin imzalı fotoğraflarımı şimdilik yayımlamak istemiyorum. Belki bir 10 gün sonra falan, hal ve hareketleriniz bu süreci uzatabilir ya da kısaltabilir unutmayın!
Berber koltuğuna oturduğumda saçlarını kestiren Kahraman kadar karizma olmayacağımı biliyordum. "Benim süperliğime değil işime odaklansınlar" mantığı ya da saçmalığı da aklımı çelmiş olabilir. Evet kestirmiş bulundum ve yapacak bir şey yok. "Yapacak bir şeyi olmadığı halde üzülen insanlardan mı olacaksın terskose?", asla! Ben, ben ve ben... Tanrım öyle çıldırtıyorsun ki beni! Neyse. Bir süre aynalara uzak, suya yakın yaşıyoruz ve 10 gün içerisinde saç dediğin şey -nihayet- uzuyor.

(bu post çok dağınık oldu -yatağımın üzeri gibi- sanırım toparlayamayacağım, hemen bağlayıp bitirelim)

Eveeet, ne getireyim size İstanbul'dan?

Mayıs 22, 2006

Neden çok sinirlendiğimde gözlerimden ateş fışkırmıyor, neden!?

Süper Süper

Garip bir his bu. Batıl inanç falan değil. Sadece korku belki de. Her şey kesinleşti ama biletimi elime almadan bas bas bağırmayacağım. Siz konuyu sezin; her şey süper gidiyor.
Şunları da iliştirelim şuraya

heh mis gibi oldu. Ayrıca aldığım yoklamalar sonucu 64 kişi eksik. Kimlik tespitiyle uğraşıyorum hemen sayfama geliyorsunuz. Seviniyoruz şimdi çılgınlar gibi; pazartesi, salı, çarşamba... cuma orada -inşallah-

***

Blogger "post" göndermeye de "Word Verification" koyuyor, neden? Hangimiz daha salak diye mi bakıyorlar acaba? Sigaranı iç ve yat terskose bugün fazla hayalcisin...

Mayıs 21, 2006

Eurovision Süpers(a)tar

O kadar şahaneydik ki neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Gerek Sibel Tüzün'ün şovu gerek spikerimizin sürekli "tabii komşuya gitti, tabii komşuya verecek" söylemleriyle yine eşsiz, yine kusursuzduk. Çünkü ya biz salaktık ya da Sertab Erener birinciliği aldığında koordinatlarımız farklıydı ve farkında olmadan birçok ülkenin komşusuyduk.



Neyse şu an için o kadar önemsiz bir konu ki bu. Nasıl olsa alışkınız, hepimiz biliyorduk bu sonu. Kendi düşen ağlamaz diyenlere ilave olarak kendi ipini çeken de acı çekerek ölmez demek istiyorum. Araya sıkıştırılan bir iki cümle ingilizcenin bizi kurtarmayacağından zaten emindim yine de Finlandiya gibi garip bir grubun kazanması da bu yarışmanın ayrı bir lütfu olsa gerek.
Tek temennim seneye yarı finalden çıkamamak ve boşu boşuna saatlerimizi ekran karşısında harcamamaktır. Maria ve Sakis de olmasa zaten izlenmezdi bu yarışma. Uzun zamandır böyle güzel bir komedi izlememiştim. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. Dünya dinlemezse biz dinleriz, şarkımız süpear! Neydi ha dur:
-karşında supırstaa.. bu yaz hit olacak söylemedi demeyin. Her yerde sık sık duyacağız bu şarkıyı, kusana kadar dinleyeceğiz. Milletçe sahip çıkacağız hazinemize. "Arzu benim, arzu benim, arzu benim sanaaee" bi susar mısın, git çocuk falan bak lütfen!



not: tek süperstar Ajda Pekkan'dır.

Mayıs 19, 2006

19 Mayıs Gençlik ve Spor Hezeyanı

O kadar komik ki her önemli günde maziye gitmeden yapamıyoruz. "Falanca yaştayken ben 23 Nisan'da şunu yapmıştım, ben şu kadarken 19 Mayıs'ta şöyle olmuştu" gibi cümleler kurmak istiyorum. "Belki zeka seviyemle alakalı hiçbir şey hatırlamıyorum" desem tabii ki yalan söylemiş olacağım, hatırladığım bir şeyler var. Biri 19 Mayıs'a dair; bilmem kaç derecelik sıcağın altında siyah kumaş pantolonlarımız, hayatım boyunca nefret edeceğim siyah klasik ayakkabılarımız, beyaz gömleklerimiz, ekoseli kravat ve ceketlerimizle hepimiz birer küçük adam veya garsona benziyorduk. Bunun farkında olduğumuz için arka sıramızda duran "kız lisesi" kızlarına laf atmak, onlarla tanışmaya çalışmak yerine hayal kırıklığıyla önümüze bakıyor bir yudum su verenin kırk yıl kölesi falan oluyorduk. Ne beklediğimizi hiç kimse bilmiyordu. Biz alt tarafı yürüyüp bi'kaç tur atarız sanıyorduk; gerçek öyle olmadı. Alsancak'ın bir ucundan Konak'a kadar kafamızda yumurta pişirebileceğimiz sıcakta yürüdük. Peki ne oldu? Hiç!
Hatta kortej esnasında önünden geçtiğimiz birtakım önemli insanların (?) tenteler altında sırtlarını denize dönüp -püfür püfür keyif- oturmuş olmaları bana iyiden iyiye batmış olmalıydı ki, garson kıyafetleriyle yaptığımız asker yürüyüşünde kafamı o yana çevirmedim, istedikleri selamı vermedim ve bu yüzden dönemin geri kalanında beden eğitiminden hayatım boyunca almayacağım notları aldım. Pişman mıyım? Asla.
13-16 yaş arası arkadaşlarım, kardeşlerim. Nedir 19 Mayıs isteğiniz anlamıyorum. 23 Nisan'ınıza sahip çıkın. Rengarenk elbiseler giyin, çoğunluğunu anne, baba ve kardeşlerin oluşturduğu stadyum dolusu insanların önünde Mevlana dönüşleri, Hepsi sıçrayışları ve Şenay Akay/Tuğba Özay yürüyüşleri gerçekleştirin. Çünkü bu ülke sizden bunu istiyor, bunu bekliyor. Siz böyle davranarak kurtaracaksınız her şeyi. Bir de geçici süreyle koltuğuna oturduğunuz insanları Osmanlı tokadıyla kendine getirirseniz eminim sizden iyisi bulunmayacaktır.
Gençlerin, çocukların sıcaktan bayılmadığı, yapılan törenlere katılmanın nota tabi tutulmadığı, rahatlığın vereceği sağlıklı düşünme ortamıyla hak edenlerin bayram ve törenlerine sahip çıktığı nice 19 Mayıslar nice 23 Nisanlar dilerim.


-seni çok özledim-

***
not: İstanbul'dan vazgeçmedik, hala ısrarlıyız. Ya olacak ya olacak gözüyle bakıyoruz. Yas iptal şimdi hepimiz stadlara koşuyoruz!

Mayıs 18, 2006

İstanbul'lu Olmaya Ramak Kalmıştı

"Çılgınlıklar yapmayalı ne kadar uzun zaman geçmiş. Ruhum ve bedenim ne kadar yaşlanmış diye düşünmeye başladım son günlerde. Bir yoğun tempo ki sormayın gitsin. Msn hiç kapanmıyor, belgeler hazırlanıyor, umutsuzluğa düşülüyor, yüzler sevinçle gülüyor; zannedersiniz ki vatanı kurtarıyoruz. Kendi derdimize öyle düşüyoruz ki; yüzüne falçata yiyen Metin Uca'dan, kep töreni yasaklanan İzmir'den, bombalanan Cumhuriyet'ten ve -dumanı üzerinde- basılan Danıştay'dan falan bi'haberiz. Otobüste yayıla yayıla oturup müzik dinlediği için yaşlıların ayakta bekleşerek birbirine gösterdikleri "sorumsuz" ve dışarıdan bir o kadar da "sorunsuz" gözüken gençlerdeniz.
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın"cılık yapacak değilim. Ancak dert içinde kıvrandığım günleri atlatıp bir nebze olsun güneş yüzü gördüğüm şu zamanlarda televizyondan, gazetelerden bir müddet uzak durmaya çalışıyorum. Hani hiçbir şey keyfimi kaçırmasın diye düşünüp. Ne mümkün... İnsan ne kadar uzaklaşırsa duyarlılığı o kadar artıyormuş ya da bana öyle oldu bilemiyorum. "Haber"siz geçirdiğim günlerin acısını çıkartırcasına bugün birikmiş tüm gazeteleri okudum ve internette haber namına girilmedik site bırakmadım -evet, abarttığımın farkındayım.- Sonra sonra fark ettim ki ben yaklaşık 1 (yazıyla bir)* hafta sonra galiba İstanbul'da olacağım.
Staj dışındaki bütün sorunları aştık ve artık beklemeye başladık. Cv'ler yazıldı, bu yazıyı yazan insan hem Sezercik hem Ali Kırca rolünü üstlendiği önyazısını tamamladı ve ilgili yere teslim etti. Artık gerisi o kişiye ve ileteceği kişilere kalıyor. En büyük güçlükleri bile aştıktan sonra biz -bu azimle- artık dağları bile deleriz!

***
İstanbul'lu okurlarım İstiklal'de blogumun çıktılarını elinize almış biçimde sıraya geçin, tekrar size geliyorum, hem de yatıya. Bu sefer ben de sizden biri olacağım, ne güzel değil mi? Kalemi söz ben getiricem siz almayın yanınıza!

*yardımlarından dolayı mtlda ve saso; teşekkürler, yeter mi bilmiyorum yaptıklarınıza ama...


yazmıştım dün gece bu sabahsa bir ilave yapmak istiyorum bu yazıya:
Staj işi olmadı, dolayısıyla İzmir'de kalmaya devam ediyorum. Bu blogta yas var. Sessizce dağılabilirsiniz arkadaşlar. En son çıkan ışığı ve kapıyı kapatsın.
Hadi eyvallah.

Mayıs 17, 2006

Yazmamışlar ve Yazılacaklar

"Kırılmak çok kolay oldu.
Alışmak bir o kadar zor.
Yaşım sır verir oldu...
Darılmak çok kolay oldu.
Barışmak bir o kadar zor.
Vakit az gelir oldu.
Ölümden beter oldu!
Yazmamışlar kaderimi kimseyle...
Sarılmışlar niceleri sevgiyle.
Uçan kuşlar dönmez geri güz diye.
Yazmamışlar kaderimi oof...
Tanışmak çok kolay oldu.
Sevişmek niye böyle zor?
Yerim dar gelir oldu.
Ölümden beter oldu..."


Özlem Tekin - Yazmamışlar

***

şimdilik böyle, yeni yazı yakında. Mesela yarın, bilinmiyor henüz.

Mayıs 14, 2006

Ben, Ben Sahiden

"Ben" diye başlayan cümleler kurmak istiyordum aslında. Ağırlığından korktum ve vazgeçtim sonra. Çok güzel bir kitabı bitirip -Baba ve Piç- sigaramı yakıp düşüncelere dalmak yeni hobilerimden biri sanırım. Çok şey yazmak istediğim, çok biriktirdiğim için belki de; akıtacak musluğu bulamıyorum. Şayet kısa kısa haber başlıkları halinde özetleyecek olursak:

- İ-pod'uma kavuştum, nihayet. Güle güle kullanıyorum.
- Bol bol kitap okuyorum okumadığım zamanların acısını çıkartırcasına.
- Yeni teknikler deniyor ve çuvallıyorum yazma uğraşlarımda ama olsun.
- Şu sıralar sık sık Nil'in "Bu Mudur" ve "Neyin Var Bugün"ünü dinliyorum.
- Baharın son ayıyla beraber sosyalleşmeye, çekildiğim kabuğu sırtımdan atmaya çalışıyorum.
- Kafamda dönüp duran meslekleri inceliyor, vitrinlerde asılı "bizimle çalışmak ister misiniz" sorularına mütemadiyen "evet" diye haykırıyorum. Bir işe girmem muhtemel.
- Saçlarımın "süpear"liğine şaşırmıyor "ben zaten süperim be" diyorum ama fikrimi değiştirmem pek zaman almıyor.
- İstanbul'a ne zaman gitsem diye düşünüyorum.
- Uyumaya çalışıyor ve başarılı oluyorum. Yorgunluğumsa hiç geçmiyor.
- Not defteri benzeri bi'şey tutup içine anbean kısa kısa notlar düşmeyi planlıyorum.
- İnsanları kırmamaya özen gösteriyor, fikirlerimi saklamayı tercih ediyorum.
- Bir dergide ilk yazım yayınlandığı için sayfama bakıp bakıp inceliyor ve bu ay ne yazsam acaba diye düşünüyorum. Çok eğlenceli ve güven verici.
- "Ben"li cümlelerden ürksem de kendimi böylece anlatabiliyorum.

Öylesine yaşayıp gidiyorum işte, siz napıyorsunuz?

Mayıs 10, 2006

Kamikazeden Çok Korkarım

hiçbir zaman öyle eğlenememiş
bilmemiş ya da keşfedememiş
dilinin ucuna kadar getirip yuttuğun ne varsa
kus bugün.
veya sonsuza kadar sus bugün .
oynadığın ne varsa sar kelimelere
bak kulaklarım üşüdü "yar ellerin nerede?"
canımı sıkıyor bu sessizlik
biri kalkıp ışığı açmıyor
yüzümü asıyorum
kararlar alıyorum
yazının en güzel yerinde odaya dalıyorsun!
biliyorsun ben sevmediğim işleri yapmayı istemiyorum
az entel, biraz popüler, biraz da duygusal
böyle bir karışım yok yeryüzünde,
varsa da gidin oradan alın sizi zorla tutmuyorum.
çok ukalaysam aşık olup susmamdandır
susuyorsam kaybetmek istemiyor olmamdandır.
bir şeyi de ben söylemeden anlasan
bir sabah da arayıp "seni seviyorum lan" diye bağırsan
işte o gün bayram olabilir
hatta minik bir kriz beni öteki dünyaya götürüp getirebilir
gidiş dönüş alsam çok daha ucuz
ama tarihi kesin değilse dönüşü açık al o zaman
her şeyi de ben mi söyliycem ya
bi şeyi de söylemeden yapsan.
yaz geldi kollarını açsan
yemin ederim gözümü kırpmam, koşarım.
3 4 bira içip deli gibi coşarım.
çünkü ben böyleyim biraz safça, dayanıksız ve sabırsız.
çünkü sen öylesin biraz akıllıca, uzun ömürlü, oyunbaz ve çıkarsız.
***

-bu parçayı sevmedim, değiştirebilir miyiz?

Mayıs 08, 2006

Sevgili Arsız Ölüm ve Korsancılığım

Sevgili Arsız Ölüm ve Latife Tekin'le tanışmamızı saso sağladı. Teşekkürü hak ediyor. Eğer o kitabı bana hediye etmeseydi kimbilir ben ne zaman alacak ve okuyacaktım. Fakat kitap elime geldi ve ben soluksuz okudum -hep kullanmak isterdim bu "soluksuz okumayı".- Kitabı elimden bırakamadım desem yeridir, okuldayken bile aklımda eve gidip okumak vardı. Hatta metroda okumak istemediğimden kitabı evden çıkartmadım. Zaten pek uzun sürmedi 2 gün içinde okudum ve bitti.
Romanda köyden kente göçen kalabalık bir ailenin hikayesi var. Huvat ve Atiye ile çocuklarının önce köy sonra şehir maceralarını okuyor bazen dağlara tırmanıyor kayalara çıkıyor, bazen nefesimiz içine kaçıyor gözlerimiz büyüyor. Bu kitabın dili var, konuşuyor. O kadar akıcı ve o kadar benzersiz ki... Ben çok sevdim tavsiye ediyorum. Eğer bir kitap okumayı düşünüyor ancak yeni şeyler keşfetmek istiyorsanız bu kitap tam size göre. İçine girecek ve çıkamayacaksınız. Benden söylemesi, siz bilirsiniz tabii. Yine de bence not alın.
***

Her metro çıkışında amaçsız bir şekilde yere yığılmış kitaplara kayıyordu gözlerim. Ne aradığımı biliyor ve bu yüzden kendime kızıyordum. Kitap fuarına gidip bu kitabı ellerim arasına aldığımda anlamıştım ne istediğimi. Param yoktu, alamamıştım. Param olsa da almayacaktım sanırım -böyle garip bir insanım.-
Metis Yayınları'nın korsanı yok diyordu ttku. Ben yine de ısrarla her gün bakıyordum kosan kitapçının sergisine. Bugün metrodan çıktım ve ayaklarımın ucunda duran kitabı elime aldım. "Ne kadar" dedim önce, sonra "teşekkürler" deyip yere koydum. Adam pahalı geldiği için bıraktığımı sanmış olacak ki fiyatta indirim yaptı. Ben de pahalı geldiği için bıraktığımı sanarak kitabı aldım. Yaptığım şeyin verdiği suçluluk duygusuyla kitabı acelece çantama tıktım. Arkama bile bakmadan oradan uzaklaştım. Suçluyum biliyorum. Baba ve Piç'in korsanını aldım. Marifetmiş gibi söylüyorum bir de... Çok ayıp!

Mayıs 06, 2006

Küllük

çok sevdiğin bir şeyi kaybetmek gibi
kaybedip üzülmek hatta belki gizliden gözyaşı dökmek.
sonra karşılaşmak yenisiyle
içinin cız edişi
cebindeki son parayı dahi versen O'ndan eski tadı alamamak.
artık sana ait hissetmemek.

sakız gibi ağızlarda çiğnenmiş
gel gitlerle kalbi yorulmuş
artık ne gelirse
nereden gelirse kabul, "yeter ki" diyecek halde...
anahtar deliklerinde birikmiş toz gibi
her içine girişinde biraz daha derin
her terkedişinde bi öncekinden kat be kat altı yerin.

en dip sandığın meğer daha başlangıçmış
bakışları uzaklara dalsa da meğer içini
O'ndan başka kimse ısıtamayacakmış.
Artık senin olmadığı halde
bir elin diğerinin üstünde
nefesin güneşe çıkmış
güneş dağa kaçmış
dağla beraber yanmış, bitmiş, kül olmuş.

Mayıs 03, 2006

Saçlar Süpeear Ciddiyim Bak!

6-7 yıllık berberimdi. Koltuğa oturduğumda hiç korkmadım diyebilirim. "Kısalı uzunlu dağınık bi'şey ya da 3 numara dedim." Kesmeye başladı. İtiraf ediyorum bir ara kendimi "besleme"ler gibi hissettim. Hatta Çağdaş çok karizmatik bir isim; bundan sonra Abdullah olayım dedim. Sonuç öyle olmadı. Harikalar yaratıldı. Ben kendime bayıldım. 2 gündür gördüğüm her aynanın önünde dakikalar harcıyor, arabalar yanımdan geçerken yansımamı izliyor, arada bir saçlarımı ıslatıp arkadaşlara "nasıl? oldu mu? iyi mi?" diye soruyorum. Annem sevinçten bayılmadı ama beni kuzuymuşum gibi sevmeye başladı. Arkadaşlarım biraz garipsedi ama sonra sevdi. Çoğunluk "keşke saçlarını hiç uzatmasaymışsın" dedi. En çok duyduğum üç kelime; "çok yakışıklısın/tatlısın" oldu. Bulutların üzerinde gibiyim. Hadi hayat alt et sıkıyosa! Arada bir herkesin "yenile" ikonuna tıklaması lazım. Her gün pilav yenmiyor. Bir de iş bulursam hayatım bayram oluyor.

*kolajda yer almayan bloggerlar; kalbimdesiniz. Cul bir kısır partisinde görüşelim; tüm saçlar senin.

Yine de bir tutam saç var şu an tam karşımda. Hatıra olsun diye saklayacağım onu. Arada bir çıkartır bakarım çok özlersem ama sanırım uzun bi süre daha uzatmam saçlarımı. O kadar çok şekil verebiliyorum ki bir an Kınalı Yapıncak'sam diğer bir an muzur bir çocuk; bir an Sezercik'sem bir an yakışıklı/tatlı bir genç.
Gençleer saşlar süpeaar!